12 Temmuz 2010 Pazartesi

VIVA ESPAÑA, CAMPEÔN ESPAÑA


Fransa'nın 1998 ve 2000'de gerçekleştirdiği art arda 2 büyük turnuva kazanma işini tam 10 yıl aradan sonra İspanya da başardı. Euro 2008'deki futbolundan kalite olarak biraz daha aşağıda olmasına, turnuvaya mağlubiyetle başlamasına rağmen İspanya tam bir büyük takım refleksi gösterdi, toparlandı ve kalan maçlarının hepsini kazanarak Dünya Kupası'na ulaştı. Saha içinde ve dışında hata yapmadılar mı, elbette yaptılar ancak takım olmayı 2008'deki gibi becerdiler ve sonuca gittiler. Kadro artık herkes tarafından ezbere sayılan, kalitesi çok net bilinen bir kadro ama yine de oyuncuların başarısına dem vurmadan, ayrı bir parantez açmadan olmaz. Kalede gerçekten her zaman olduğu gibi güven veren bir Casillas vardı. İlk maçta sevgilisi dolayısıyla biraz tartışılsa da konsantrasyonu bozulmadı. Belki turnuvanın kalecisi için adayım Neuer ancak Casillas da özellikle final maçına damga vuran oyunuyla İspanya'ya hayat verdi. Pique ile Puyol dünyanın efsane ikilileri arasına bence girdiler. Son 2 yılda kazanmadıkları kupa kalmadı. Beklerde Capdevila ve Ramos bu turnuvada suya sabuna dokunmayan bir futbol oynadı. Capdevila'nın stili budur, yadırgamamak lazım ama özellikle Ramos bence bekleneni veremedi bu kupada. Orta sahada eleştirdiğim ve eleştireceğim Busquets tercihine de değinmek lazım. Bu oyuncunun Milli Takım'a alınmasına dahi şaşırırken, ilk 11 oynatılması, özellikle Fabregas'a tercih edilmesi hayretten de öte bir durum. Tamam Fabregas daha önde oynayan bir oyuncu olabilir lakin Busquets kadar savunma yapacağı gibi takımın öne daha rahat çıkmasına da yardımcı olabilirdi. Bunu bu akşamki maçta da net olarak gördük. Xavi ve Iniesta da en az Puyol - Pique kadar efsaneleşti, diyecek, yazacak, söyleyecek hiçbir şey yok. Forvette Euro 2008'de başrol oyuncusu Torres iken bu kez bu rol David Villa'nın oldu. Villa da rolünün hakkını fazlasıyla verdi. Tüm takıma hatta bu kadroya yakışmadığını düşünüdüğüm Del Bosque'ye de helal olsun, Aragones gibi o da bu tarz başarıları yakalayacak kalibrede değil belki ama başardı, tebrik etmek gerekir.

Hollanda'ya gelirsek, onlar da Dünya Kupası'nı ilk kez kazanmak için çıktılar sahaya. Bu oyuncuların turuncu forma altında bırakalım sahada, çocukluklarından beri TV başında dahi görmediği bir taktiği tercih etti teknik adam Bert Van Marwijk. Her zaman göze hoş gelen hücum futbolunu tercih eden ve başarısız olan Hollanda, savunma ve denge futboluyla finale çıktı, bence kupayı da kılpayı kaçırdı. Buradan Rijkaard'a da selam olsun, bu örnekten, kendi ülkesinden ders çıkarsın. Robben'in kaçırdığı 2 gol pozisyonu var ki, akıllara ziyan. İspanya'nın kazanacağını düşünsem de gönlüm Hollanda'dan yanaydı ama olmadı, başaramadı Cruyyf'un çocukları. Gerçi hangi takımda Cruyyf'un daha fazla çocuğu var, o da tartışılır...Hollanda'nın en büyük eksiği savunmada güven vermeyen oyuncularla oynaması. Her zaman sağlam savunmacılarla (Stam, Reiziger, Cocu) oynamış Hollanda'nın buna çözüm üretmesi şart. Onlar için üzüldüm lakin kupayı da onlar kadar hak eden bir takım aldı sonuç olarak.

Oldukça pasif başlayan Dünya Kupası sonlara doğru çok zevkli hale geldi. Bu tip turnuvalar sona yaklaşıldıkça, maçlardaki telafi olanağı düştükçe kısırlaşır fakat bu kupada tam tersi oldu, çok da güzel oldu. Kupanın MR'ını çeken yazılar elbette devam edecek.

Hiç yorum yok: