31 Ağustos 2010 Salı

MISIMOVIC - INSUA & GALATASARAY


Son 2 günde yapılan 2 transfer... Belki yarın 1-2 tane daha gelen olacak. Gelenlerin kalitesi, milli olma sayıları, yüksek gol-asist yüzdeleri Galatasaray'ın kuruluş amacına hizmet etmeye, Türk olmayan takımları yenmeye, UEFA Avrupa Ligi'nde ilerlemeye yardımcı olmayacak. Elde kalan Süper Lig ve Türkiye Kupası için eldeki kadro yeterli olabilir miydi? Gerçekçi olmak gerekirse, Frank Rijkaard varken hayır. Takımı pas yapan, topa hakim olan bir zihniyetle oynatmaya çalışan Rijkaard'ın Barış-Ayhan-Mustafa--Servet gibi elemanlarla başarılı olma ihtimali yok. Hoş, Misimovic ve Insua geldi diye de bir mucize olmayacak zira Rijkaard'ın sistemi Türk Futbolu'nun yapısına uygun değil, bunu geçen 1 sene artı 2 aylık süre içinde net olarak gördük. Yeni gelen ve gelmesi muhtemel olan oyuncularla Rijkaard sistemine daha uygun bir takım olur muyuz? Şimdiye nazaran evet ama bunun Galatasaray'ı başarıya götürüp götürmeyeceği konusunda emin değilim hatta karamsarım. Olaya direk 'Yeni Oyuncular-Frank Rijkaard' olarak baktım ama şu anda Galatasaray'ın içinde bulunduğu duruma düşmesindeki baş faktörlerden biri de Rijkaard'ın ülkeye farklı gelen sistemi.

Oyuncuların saha içinde ne yapabileceklerine gelirsek, transferi yaklaşık 1 aydır gündemde olan, Galatasaray taraftarının artık benimsediği bir oyuncu Misimovic. Boşnak olmasına rağmen Almanya'da doğmuş, futbol kültürünü bu ülkede almış olması Alman disiplininin futboluna yön vermesini sağlamış. Orada tutunamasa da Bayern Münih alt yapısı çıkışlı olmak da Misimovic'in daha sonraları fark yaratmasında oldukça pay sahibi. Misimovic Türk futbolseverlerin çok sevdiği deyimle 10 numara mevkiinde oynayan bir oyuncu. Gol atabilen ama asistçi kimliği golcülüğüne her zaman baskın gelen bir isim. Zaten bunu da son 2 yılda Bundesliga'da yaptığı asist sayılarından (20-15) açıkça görüyoruz. Ayrıca Misimovic Rijkaard'ın sistemini de değiştirecek oyuncu. 4-3-3 siteminde 10 numaraya yer olmadığından Galatasaray'ın bundan sonra 4-3-3'e yakınsayan biraz daha kırılgan bir 4-2-3-1 oynayacağını söyleyebilirim. Tabii burada Cana'nın yanında oynayacak oyuncu bizim muhteşem 3'lüden(Sarp-Barış-Ayhan) biri olursa yine orta sahadan istediğimiz verimi alamayabiliriz. Ben hala o bölgeye bir sürpriz bekliyorum. Onun dışında Baros hatta Arda ve Kewell gibi zaman zaman içeri girmeyi seven oyuncularımız bu sene Misimovic'ten bir hayli beslenecektir. Türkiye'ye büyük umutlarla gelen birçok ismin uyum sağlayamadığını, gerekli performansı veremediğini bildiğimden Misim'in performansını da görmek lazım diyorum. Yoksa çoktan bu senenin asist kralının belli olduğunu söylemem gerekirdi.

Sol beke alınan Insua ise açıkçası sürpriz oldu ama son dönemdeki Hakan Balta faciasını gördükten sonra iyi oldu. Bir beke göre oldukça fazla atağa çıkan, isabetli pas atabilen bir oyuncu Insua, opsiyonlu kiralanması oldukça önemli. Şu anda facia durumda olsa da kendi standartlarına gelebildiğinde ayağına hakim bir oyuncu sayılabilecek Balta'nın göbek rotasyonuna girmesini sağlayabilecek bir transfer aynı zamanda. Sakatlığından dolayı hiç oynayamayan Çağlar'ın da oluğunu düşünürsek sol bekte artık yeterince alternatifimiz olduğunu düşünebiliriz. Son 2 senede azımsanmayacak bir Premier Lig ve Liverpool tecrübesi olması da öneli Insua'nın ama Misimovic için söylediğim peşin hüküm vermeme durumu onun için de geçerli. Yıllardır Balta'nın yapamadıklarını yani kanada işlerlik kazandırmasını, oradan yapılan ortaların sayısını artırmasını umuyorum.

Annan - Emana - Baptista - Jovanovic gibi isimler uzun süredir dönüp duran artık herkesin ezberlediği isimler. Son günde bunlardan biri daha gelir mi, gelirse hangisi olur bilemiyorum ama Cevo Prekazi'nin önerdiği Jovanovic'i Prekazi ile İstanbul'a getirtip sonra almamayı bırakalım görüşmemek Galatasaray'a yakışmadı, umarım ortada bir yanlış anlaşılma vardır. Eğer bir transfer daha olursa onu da ayrıntılı bir şekilde inceleriz olmazsa da "Son Rötuşlardan Sonra Galatasaray" konulu bir yazıyla annemizin liginde yapılabileceklere bakarız...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

GALATASARAY'A EL KOYMAK --- ES-ES 1-3 G.SARAY


Bu takım her kötü gittiğinde bizim el koymamız gerekecekse işimiz var. Şaka bir yana izlediğim her maçta galip gelmeyi başaran Galatasaray, 2 yıldır puan çıkartamadığı Eskişehir'den 2 maçtır puan çıkartamadığı Spor Toto Süper Lig'in ilk puanlarını alarak döndü. İşin güzel yanı bu galibiyetin Karpaty Lviv maçı gibi travmanın en üst seviyede yaşandığı bir karşılaşmanın hemen akabinde alınabilmesi. Elbette Avrupa Kupaları'ndan elenmek Galatasaray'dan çok şeyler götürdü ve takım puanı anlamında da 5 sene boyunca bu olumsuzluğun etkileri yaşanacak ama bu, UEFA Ligi'nin bu sezon Galatasaray için lüks olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 3 kulvar bu sezon Galatasaray'a çok lükstü maalesef ve takım daha ilk aydan bunu kaldıramadı. Bu galibiyetle her şeyin düzeleceği yok, önümüzdeki dönemde de gerek yönetimsel gerekse Frank Rijkaard ve oyuncular kaynaklı teknik hataları sıkça göreceğiz. Tek pozitif nokta Avrupa Kupası maç sıkışıklığı olmayacağı için Galatasaray'ın maçlara biraz daha rahat odaklanabilecek olması.

Maça gelirsek, karşılaşma öncesi Eskişehir taraftarı oldukça tempoluydu. O bakımsız, konforsuz stadı maça 1.5 saat varken doldurmuş, her zamanki gibi tutkulu olacağını göstermişti. Hemen herkes 26 numaralı Eskişehirspor formasını giyerek geldi maça. Ben de Eskişehir taraftarının arasında Açık Tribün'de izledim karşılaşmayı. Açıkçası başka bir takımı desteklerken, rakip takım taraftarının arasında maç izlemek çok zor, hele ki bu Es-Es taraftarı gibi sizin ne olduğunuzu anladığı an linç girişimi ihtimali yüksek bir topluluksa iş biraz daha zor oluyor. GS'lı olduğumuzu belli etmemek adına oldukça dikkatli davrandık arkadaşımla. Eskişehir taraftarı için söylemem gereken en önemli şey, çok tutkulu, takımını aşırı seven, destekleyen ancak futboldan zerre kadar anlamayan bir topluluk olduğu. Pozisyonları doğru dürüst sezemediği halde halde sadece kendi işine geliyor diye itiraz eden bir taraftar profili mevcut. Bu tarz taraftar her yerde var belki ama Eskişehir bambaşka bu konuda. Maç Galatasaray'ın golüyle başladı. Ivesa'nın ikramını değerlendiren Baros golünü attı, maçın sonuna kadar sürecek kış uykusuna da başlamış oldu. Golden sonra birkaç dakika daha atak yapan Galatasaray daha sonra tipik Rijkaard dönemi refleksiyle geriye yaslandı ve Eskişehir takımını karşılamaya koyuldu. Eskişehir sahaya çok iyi yayılmasa da Galatasaray'ın çekilmesini iyi değerlendirdi ve oyunu GS ceza sahasına yıktı. Ufuk'un hatalı bir yan topunda da golü buldu. Galatasaray'ın bu gol yeme hastalığına acilen bir çare bulması lazım, yoksa başımız yine çok ağrıyacak. İlk yarının en ilginç noktası Elano'nun sol kanatta oynatılmasıydı. Arda'yı merkezde oynatıp, Elano'yu sola çekmeyi dahi(!) Rijkaard nasıl akıl etti açıkçası çok merak ediyorum. Yazmaya gerek dahi yok tabi ama Elano solda yokları oynadı ve devrede de oyundan alındı.

2.yarıya Aydın Yılmaz'ı sokarak başladı Rijkaard. Aydın tüm hazırlık dönemi boyunca sakattı. Lviv maçında sonradan girip gol attı, bu maçta da hareketliydi lakin Aydın'ı övmenin ne kadar anlamsız olduğunu anlamış biri olarak buraları geçiyorum. Aydın 2-3 maça kadar kendini bulacak, özüne dönecek ve yokları oynamaya başlayacaktır. Hafta içi maç yapmış bir takım olarak Galatasaray'ın ikinci yarıda Es-Es karşısında fiziken düşmesini bekleyenler umduğunu bulamadı. Eskişehir'in de iyi olmamasının etkisiyle Galatasaray dakikalar geçtikçe mücadele gücünü korudu, oyunu daha fazla isteyen taraf olduğunu belli etti. Burada ön taraf kadar gol dışında hatası olmayan arka tarafın payını da teslim etmek lazım. Özeldeyse parantezi Lviv maçlarında yaptığı hatalarla elenmemizde başrolü oynayan Hakan Balta'nın yerine sol bekte görev alan Serkan Kurtuluş için açmak gerek. Serkan normalde sağ kanatta oynarken dahi çok fazla hücuma çıkıp orta yapamıyor. Dolayısıyla solda oynarken bunu beklemek çok zor. Ancak defansif anlamda adamını kaçırmayarak, deyim yerindeyse Burhan Eşer'i sahadan silerek gerekeni yaptı. Hakan Balta kendine gelmedikçe formayı bir daha görmemeli. Arda'nın genelde saklandığı ama 2.golde büyük pay sahibi olduğu 3-4 dakikalık hareketlenmesiyle sonuç da gelmiş oldu. Ben 3-1'den sonra Galatasaray'ın yine gol yiyeceğini düşündüm ama Eskişehir golü atacak kondisyonda görünmedi.

Eskişehir'in takım olarak kadrosu iyi ama geçen sezonki "taş gibi takım" havasından şu an için eser yok. Forvette Batuhan henüz hazır değil. Zaten Eskişehir taraftarı bu akşam gerek Batuhan'ı ıslıklayarak gerekse Rıza Çalımbay'ı istifaya davet ederek tahammülsüz olduğunu, dahası kötü gün dostu olmadığını gösterdi. Birkaç hafta daha bu şekilde giderse başta Rıza Hoca, Batuhan ve Ivesa'nın başı ağrıyabilir. Porto'dan gelen ön libero Pele ise taraftar tarafından tamamen benimsenmiş. Pele diyorlar da başka bir şey demiyorlar. Tribünde tanıştığımız Es-Es taraftarı bir ağabey ise Eskişehir'in kuruluş yılı olan 1965 yılından beri hemen hiçbir iç saha maçını kaçırmadığını söyledi, bu da ilginç bir anektod olsun.

Galatasaray, gelecek transferler, milli takım maç arası ve dahası sadece 2 kulvarda mücadele edilecek olmasının da etkisiyle biraz toparlanabilir. Ama bu toparlanma sezonun çeşitli dönemlerinde ortaya çıkacak kötü oyun, sürpriz puan kayıpları gibi umulmayan üzücü olayların yaşanacağı gerçeğinin üzerini örtmüyor maalesef. Zira, Rijkaard Türkiye şartlarına uyum sağlayamayan bir hoca ve o takımın başındayken Galatasaray taraftarı bunlara hazırlıklı olmalı.

29 Ağustos 2010 Pazar

KARAKTER MESELESİ


Fotoğraf Eskişehirspor maçı öncesi son idmandan. Rijkaard, Arda ve Baros... Hepsinin yüzü gülüyor, keyifleri yerinde. Bakalım yüzlerin gülmesi sahaya Galatasaray karakterinin yansıdığı bir oyun için yeterli olacak mı? Karakterimizi, kimliğimizi hatırlamak galibiyetten, alınacak 3 puandan çok daha önemli bizim adımıza şu aşamada. Bu karakteri bu akşam bize 2 senedir en büyük çelmeleri takan Eskişehir karşısında sahada görmek istiyorum ama maalesef bekleyemiyorum.

27 Ağustos 2010 Cuma

LOZAN MUCİZESİ


Galatasaray ve Fenerbahçe'nin kalmayı başaramadığı UEFA Avrupa Ligi Grupları'na İsviçre 2.Lig temsilcisi Lausanne(Lozan) çok büyük bir başarı göstererek kalmayı başardı. Geçen sezon İsviçre Kupası'nda Young Boys, St. Gallen gibi takımları eleyip finale kalmayı başardılar. finalde şampiyon Basel'e 6-0 yenilseler de bu onları UEFA Avrupa Ligi macerasına atılmaktan alıkoyamadı. 1.Lig'in iyi takımlarını eleseler de bu lige çıkamadılar geçen sezon. Bu sezon da çok iyi bir kadroya sahip oldukları söylenemez ama liglerinde 5 maçta 15 puanla lider durumda ve 1.Lig'e iyiden iyiye göz kırpıyorlar. Daha da önemlisi UEFA Avrupa Ligi'nde 3 tur geçerek gruplara kalmayı başardılar. Turnuvaya 2.Eleme Turu'ndan katılan Lausanne bu turda Boşnak Borac'ı, bir sonraki turdaysa Avrupa literatüründe kendisinden çok daha yüksek yerde olan Randers FC'yi eleme başarısı gösterdi. Play-Off turunda yaptıkları ise efsane. Bunu Türkiye'den bir takım yapsa şimdiden destanlar arasında yerini almıştı. Zamanında Denizlispor'un, Gençlerbirliği'nin yaptıklarıyla halen övünen bir toplum olarak aynı başarıları bir 2.Lig takımının yaptığını düşünelim.

Son kurbanları Rusya'nın kalburüstü takımı Lokomotiv Moskova oldu. 1-1'in rövanşına orada da aynı skoru aldılar ve penaltılarla Rus temsilcisinin işini bitirdiler. Zamanına Marsilya görmüş 34 yaşındaki kaptanları Celestini hariç bilinen oyuncuları yok. Lokomotiv'in kadrosunda ise bir çırpıda sayabileceğim Sychev, Guilherme, Asatiani, O. Aliev, Marek Cech gibi oyuncular var. Lozan'ın bu büyük başarısını sonuna kadar alkışlamak gerekiyor. Grupta CSKA Moskova, Palermo ve Spart Prag ile eşleştiler. Kağıt üstünde yine çok fazla şansları olmasa da Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş Tarihi'nde çok önemli yer tutan bir şehrin takımını, bunları başarmış, bir takımı takip etmek yenilseler dahi zevkli olacak. Galatasaray da elendiğine göre UEFA'daki takımlarım önce Beşiktaş sonra Lozan.

DİBE VURDUK MU, DAHASI DA VAR MI?


Yazacak, bağıracak, saydıracak hatta sövecek çok şey çok adam var, ama önce bu kişilerin edeceğimiz hakaretlere değip değmeyeceklerini sorgulamamız gerekiyor. 90.dakikada 4.5 yıl sonra uyanan Aydın Yılmaz'ın attığı golle gelen bir tur olsaydı da gerçekler değişmeyecekti, 92'de yediğimiz, elenmemizi sağlayan golle de değişmedi nitekim. 2007 yazından beri Seyrantepe Türküsü tutturup takımın kalitesini yükseltmekten, Avrupa Şampiyonu bir takım yaratmaktan dem vuran yönetim, tam Seyrantepe'ye gideceğimiz yıl kemer sıkma politikalarını, 2012 kriterlerini hatırladı. Galatasaray taraftarı belki de kemer sıkmaya en alışkın taraftar, yine sıkarız ama kemer sıkmanın da adam gibi olanı var, bir raconu var. Önce taraftarı, kulübü havaya sokup sonra kemerden bahsedersen en hafif tabirle söylüyorum o kemerle senin ağzını burnunu dağıtırlar Adnan Polat. Avrupa'da 3 senedir Şubat'ı görerek verdiğimiz emekler de boşa gitti. 2.020 puanla tamamladığımız bu sezon 5 sene daha puanlarımızda yer alacak ve bizi inanılmaz bir şekilde aşağı çekecek. Bu saatten sonra yapılacak transferleri alın başınıza çalın demek istiyorum ama mantıklı bir şekilde baktığımda bu takıma transfer gelmezse ligi en iyi ihtimalle 6-10 arası bir sıralamada bitirecek, burası kesin. Adnan Polat, Frank Rijkaard ve onlar kadar suçlu olan futbolcularla transfer de yapılsa bu sene tekrar toparlanabilir miyiz bilmiyorum. Galatasaray daha 1 ayı geçmiş bu sezon başlangıcıyla en az 2-3 senesini daha kaybetti maalesef.

Artık açık açık söylüyorum, her zaman istikrardan yana olsam, 8-10 hatta 15 sene görevinin başında kalan teknik direktörlere imrensem de artık Frank Rijkaard'ı o kulübede görünce uyuz oluyorum. Frank Rijkaard hızlı, akıcı bir futbol oynatmak isteyebilir ama maalesef bunu Galatasaray takımıyla yapamayacağını 1 sene artı 1 ayda sezemedi. Bu işin bunu sezemeyen hocayla olmayacağını Adnan Polat yönetimi ne kadar sürede sezecek merak ediyorum.

Hafta sonu takım Eskişehir'de, ben de Eskişehir'deyim. Türkiye ve ortalama bir Türk yöneticiden daha fazlası olmadığını maalesef net olarak gördüğümüz Adnan Polat şartlarında burada alınacak bir galibiyet Rijkaard'ın ömrünü bir hayli uzatabilir. Şu ana kadar gittiğim hiçbir maçta puan kaybı yaşamasak da ilk defa sonuç anlamında ne olmasını istediğimi bilemiyorum. Maça gidişimin tek amacı, zor günde en sevdiğimin yanında olmak, hepsi bu!!!

25 Ağustos 2010 Çarşamba

SÜPER KUPAMIZ BÜYÜDÜ - 10 YAŞINDA


Türk Futbol Tarihi'nin en büyük başarılarından biridir Galatasaray'ın Süper Kupa'yı alması. UEFA Kupası'nı getirerek Türk Futbolu'nun yolunu değiştiren Galatasaray, çok değil 3 ay sonra Süper Kupa'yı da kazanarak tüm dünyaya "Ben En Büyüğüm" demişti. Fatih Terim ve Hakan Şükür ayrılmış olsa da diğerlerinin hemen hepsi yerli yerinde duruyordu, gidenlerin yerine de görevlerini layıkıyla yapacak olan Lucescu ve Jardel gelmişti. Arkadaşlarımla sıkça tartıştığım, tartışmaya da yorulmaksızın devam edeceğim bir konudur Süper Mario'nun Türkiye'ye gelmiş geçmiş en kaliteli yabancı olduğu. Hagi - Taffarel - Popescu - Anelka - Roberto Carlos hepsi kaliteliydi ama burada 1 yıl kalmasına izin verilen Jardel'in ağızlara çaldığı balın tadı bambaşkaydı. İşte o, heryeriyle gol atmayı başarabilen adamın gelişinin üzerinden 10 gün geçmiş olmasına rağmen 40 yıllık Galatasaraylıymış gibi oynayıp, biri Real'e nakavt yumruğu Altın Gol olan 2 gol atmasıyla gelen o büyük kupanın üzerinden tam 10 yıl geçti bugün. Tabii ki kupanın gelmesi kadar önemli olan bir şey de bu kupaların tekrar gelmesinin üzerinden bir 10 yıl daha geçmemesi. Kısa vadede tekrar o platformlara Galatasaray ve/veya Türk Futbolu olarak ulaşabilmek en büyük dileğimiz. Tabii bunu dilerken, oradaki rakibin Real Madrid, yarın tur için kapışacağımız ve bize göre maalesef avantajlı olan takımın Karpaty Lviv olduğunu da farkındayım. Buralardan toparlayıp tekrar o tarz başarılar görmek şu an için zor ama asla imkansız olmayan bir hedef.
TEKRAR TEŞEKKÜRLER GALATASARAY!!!

DEVLER LİGİ'NE 1-2


Geçenlerde yazdığım "Galatasaray'da Umut Var Mı?" yazısında da belirttiğim üzere takımlar arasındaki farklar artık büyük değil. Genel moral-motivasyon durumu başarıya giden yolda en önemli faktörlerden biri olalı çok oldu. Takımların ve oyuncuların maç anındaki mental durumu dahi sonuçları beklenenden daha fazla etkiliyor artık. Dün akşam oynanan Şampiyonlar Ligi Play-Off Turu maçlarında da bunu çok net görme fırsatı yakaladık. 2006 ve 2007'nin üst üste 2 sene UEFA Kupası Şampiyonu Sevilla, son 2 yıldır büyük bir çıkış içerisinde olan Portekiz temsilcisi Braga'ya elendi. Daha 10 gün evvel sahasında Barcelona'yı yenmiş bir takımdı Sevilla. Turu geçemese dahi sahasında Braga önünde çok daha etkili olmasını bekliyordum. Sevilla'yı artık UEFA'da izleyeceğiz. Braga takımını Şampiyonlar Ligi'nde farklı bir gözle takip edip, bu dev arenadaki performansını görmemiz lazım. Mesut Özil'i gönderdikten sonra temposunu koruyup koruyamayacağını merak ettiğim Werder Bremen hafta sonu Hoffenheim önünde sürklase olmuştu deyim yerindeyse. 3-1'in avantajıyla İtalya'ya geldiler ama maçta bir ara 3-0 mağlup duruma düşerek UEFA'ya gitme tehlikesini enselerinde hissettiler. İlk maçta son dakikada gol atan Sampdoria gibi onlar da 90'da uzaktan golü atarak maçı uzatmaya taşıdılar ve uzatmada da güldüler. Açıkçası Sampdoria'yı Devler Ligi'nde görmeyi daha çok arzu ediyordum, o açıdan üzüldüm. Pazzini'nin bu takımda daha ne kadar kalacağını merak ettiğimi de not olarak düşeyim.

Dün akşam Basel, Sheriff karşısında turu rahat geçti. İlk maçı 1-0 kazanmıştı, ikinci maçta da 3-0 alarak İsviçre'nin Devler Ligi'ne en alışık takımı olarak vizeyi aldılar. Kadroları Şampiyonlar Ligi için yeterli değil, en fazla UEFA'ya kalabilirler ama oynadıkları akıcı futbolu izlemek zevkli olacak. Sheriff için de bir şeyler söylemek lazım. Çok yüksek ivmeyle olmasa da yükselen bir değer. Geçen sene UEFA'da Fenerbahçe ile aynı grupta olmalarıyla daha yakından tanıma fırsatı bulmuştuk Sheriff'İ. Bu sezon da gruplarda yer alacaklar. 2-3 seneye kadar adını daha sık duyabiliriz Moldova temsilcisinin. Beni Braga-Sevilla'dan sonra en çok şaşırtan eşleşme ise Anderlecht-Partizan oldu. Son dönemin en formda takımlarından olan, deplasmanda da avantajlı sonucu almış Anderlecht'in Partizan'a elenmesi beklenmeyen bir sonuç. Partizan'daki Cleo'ya dikkat etmek lazım, oldukça skorer bir isim. Partizan'da Şampiyonlar Ligi'ne katma değer yapabilecek bir takım değil. Bir diğer eşleşme de Hapoel Tel Aviv - Salzburg maçıydı. İlk maçta deplasmanda çok güzel bir sonuç alarak turu büyük ölçüde garantileyen Tel Aviv, evinde rölantide oynayıp beraberlik alarak gruplara kaldı. Bu takımın da kaleci Enyeama hariç Devler Ligi'ne verebileceği çok bir şey yok ama İsrail farklı bir coğrafya, Şampiyonlar Ligi'nin oralara gitmesi ara sıra da olsa gerekli. Eleme maçlar bu akşam taömamlanacak, Bursaspor'un da Avrupa puanıyla açık ara sonuncu olduğu ve 4.torbada yer alacağı kura çekimi yarın yapılacak, gruplar belirlenmiş olacak.

24 Ağustos 2010 Salı

TRABZONSPOR 3 - 2 FENERBAHÇE


Öncelikle 2 takıma da izlettirdikleri tempolu futbol için teşekkür etmek gerek. Çok kaliteli diyemeyeceğim ama özellikle ilk yarıdaki futbol tempo olarak hiçbir organizasyonu aratmayacak düzeydeydi. Tabii bunda Trabzonsporlu oyuncuların Şenol Güneş'in verdiği baskılı oyun taktiğini %100'e yakın bir verimlilikle sahaya yansıtmasının payı büyüktü. Orta sahada Ceyhun, Selçuk ve Colman ile Fenerbahçe'yi futbol sınırları içinde kilitleyen yani durduran Trabzonspor, Alanzinho ve Teo'nun hiçbir şey yapmadığı (hatta maçı dikkatli seyretmeyen biri bu ikisinin oynamadığını söylerse şaşırmam) bir ortamda sadece bu 3'lü artı Yattara ile tempolu oynayıp, bir devrede 3 gol bulmayı başardı. Bunda Fenerbahçe'nin orta sahada yeterli direnci gösterememesinin de payı büyüktü. Forvette Niang ve Semih'in Trabzon ataklarının başlangıcında tampon olamaması, her zaman kötü olan Cristian ile dün vasat oynayan Emre'nin dengesinin bozulmasına yol açtı. Kanatlarda oynayan Mehmet Topuz orta sahaya yardımcı oldu belki ancak Trabzonlu 3 oyuncunun(Ceyhun, Selçuk, Colman) dayanıklılığına ulaşamadılar. Solda düşünülen Özer'in savunmayla hatta oyunla alakası yoktu dün zaten, onu geçelim. Tabii Fenerbahçe oyuncuları ön tarafa doğru rahat gidebilen tarzda adamlar, bunu da 2 farklı mağlup duruma düştükleri durumda Trabzon üzerinde kesin bir baskı kurarak gösterdiler. Ancak bunu sadece 2 farklı gerideyken yaparsanız puan alma şansınız yok. İyi bir Trabzonspor ile deplasmanda oynuyorsanız maçın hemen tamamında yüksek tempoyu korumanız şart.

Burada Alex ve Stoch'un düşünülmemesi Fener bahçe açısından tartışılabilir. Yüksek tempo demişken Stoch, baskı demişken de Alex usta isimler. Aykut Kocaman, Fenerbahçe'nin Alex muhtaciyetini bitirmenin peşinde ama bunu Alex hala takımın en değerli oyuncusuyken yapmak sadece Aykut Kocaman'ın kısa olacak ömrünü biraz daha kısaltmaktan başka bir işe yaramaz. Elinde sahaya iyi yayılabilecek bir takım varken Alex'i kullanması, maç sonlarında çıkarması ve yavaş yavaş Alex'siz dakikaları artırması bence çok daha iyi olacaktır. Stoch için ise sağlamsa banko oynamalı diyorum. Tabii hafta arası oynanacak PAOK maçının da bu maç üzerinde etkisi olmuştur ama bu maçın PAOK'tan daha önemsiz olduğunu da kimse iddia edemez. Sonuçta Fenerbahçe'nin, Beşiktaş'ın ve Galatasaray'ın aynı anda bu kadar kötü durumda olduğu bir sezonda, şampiyonluk yolunda en iddialı olabilecek daha da önemlisi bunun kesinlikle farkında olan bir Trabzonspor ile oynuyorsunuz. Fenerbahçe'de Aykut Hoca'nın işi çok zor. Değiştirmesi gereken çok şey var ve başındaki adamın (Aziz Yıldırım) sabır konusundaki CV'si ortada, şampiyonluk kazanamayan hiçbir teknik adamla ertesi sezon devam etmediği de. Aykut Kocaman eğer Rıdvan Dilmen gibi TV'lerde yorumcu olarak yıllarını geçirmek istemiyorsa takımın gelişim ve olma süresini minimuma indirmek zorunda. Hoş, ben ihtimal vermiyorum ama.

Trabzonspor'un da Liverpool maçı var. Daha sene başında Bursa ve Fenerbahçe gibi 2 final maçını kazanmayı başardılar. Geçen sezon sonundaki 2 Fenerbahçe maçını da bunlara eklersek takımda ister istemez bir özgüven mevcut. Liverpool, Fenerbahçe ve Bursa'yı sadece tecrübesiyle döver belki ama futbolda en önemli şeyin özgüven olduğunu(bkz: Galatasaray) düşünürsek Trabzon bu anlamda avantajlı. Glowacki'nin sakatlığı şu ortamda olabilecek en kötü şeylerden biriydi lakin büyük şeyleri başarmak isteyen bir kulüp tek oyuncuya da bağlı kalmamalı. Roy Hodgson'u skor avantajıyla geleceği Trabzon'da mağlup etmek Şenol Güneş için hiç de kolay olmayacak. Ama ne yalan söyleyeyim bende umut var hatta Trabzonspor'un en az Fenerbahçe kadar gruplara kalma ihtimali olduğunu düşünüyorum. Elbette, Manchester City karşısında aldığı 3-0'lık mağlubiyetin ardından İngiltere'deki gibi yedek ağırlıklı değil, as kadroyla oynayacak olan Liverpool karşısında konsantrasyonun bir an bile kaybolmaması şartıyla. Ğerşembbe günü Şenol Güneş'in en az taktik kadar önemli görevi bu husus olacak. 2 takımızın da başarılı olması ümidiyle.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

AVUSTURYA'DAKİ TÜRKLER

Veli Kavlak - Yasin Pehlivan

Dün Avusturya Ligi'nde oynanan Rapid Wien - Mattersburg maçında Rapid adına tam 3 Türk kökenli futbolcu sahada yer aldı. Her ne kadar bunlardan 2'si (Veli Kavlak, Yasin Pehlivan) şu anda dönülmez akşamın ufkunda (Avusturya Milli Takımı'nda resmi maça çıkmış) olsa da başarılı performanslarını görmek bizleri mutlu edecektir, en azından beni ediyor. Bu futbolculardan 1'i (Tanju Kayhan) ise Avusturya alt milli takımlarında oynasa da henüz resmi olarak tercihini yapmamış durumda. Geçenlerde Oğuz Çetin izlemeye gitmişti defansın her bölgesinde görev yapan bu elemanı. Gerçi Oğuz Çetin Sinan Bolat, Ömer Toprak, Mehmet Ekici ve İlkay Gündoğan'ı da izledi lakin bu adamların hiçbirini henüz milli formayla görme fırsatını bulamadık. İzlemeye değer bulduğun futbolcularda dahi 5'te 0 yapıyorsan sende bir sıkıntı vardır Oğuz Çetin!

Dönelim tekrar Rapid Wien'deki temsilcilerimize. 21 yaşındaki Tanju geçen sezonu kirada oynayarak geçirdikten sonra Rapid'e döndü ve bu sezon sürekli 11'de şans buluyor. Milli takımımızın döküntü Galatasaray defansına muhtaç olduğu şu dönemde rotasyona yeni bir soluk getirebilir, en azından sol bekteki Hakan Balta tekeline son verme ihtimali var. İsviçre de öyle sayılabilir ama Avusturya hemen hiçbir Türk kökenli oyuncuyu bize kaptırmıyor belki Tanju'da bu kötü zinciri kırabiliriz. Veli Kavlak, Tanju gibi 21 yaşında olmasına rağmen Tanju'nun aksine bu piyasada ismi bir hayli eskimiş bir oyuncu. Özellikle Manager oynayanların adları gibi bildikleri bir oyuncu Veli. Avusturya Milli Takımı'nda 8 kere oynadı ve Rapid 11'inin de bankolarından. Gazeteler her transfer döneminde Veli'yi İstanbul'a getiriyor ama bence direk Almanya yolcusu olacak bu oyuncu. Bir diğer 21 yaşındaki oyuncu ise Yasin Pehlivan. Yasin de Türk Futbolu'nun muhtaç olduğu bir mevkide ön liberoda oynuyor. Onun için de tren kaçtı, Avusturya A Mili Takımı'nda oynadı Yasin. O da ilk 11 için mücadele ediyor ve forma şansı buluyor.

Rapid'in alt yapısında da azımsanmayacak sayıda Türk oyuncusu forma giyiyor. Bu oyunculardan yüksek potansiyelli olanların daha genç yaşlarda iyice araştırılması ve Milli Takımımıza kazandırılması gerekiyor. Sadece Rapid değil tüm Avusturya-İsviçre'deki araştırma ekiplerimizin gözden geçirilmesi gerek. Hiddink geldikten sonra bu konuda son derece umutluydum ancak Hiddink şu ana kadar vurdumduymaz bir görüntü içerisinde. Umarım bu düzelir ve bize fayda sağlayacak oyuncuları bulup her zaman zorlandığımız elemelerde şansımızı daha da artırabiliriz.

22 Ağustos 2010 Pazar

GALATASARAY'DA UMUT VAR MI?


"Balık baştan kokar" gibi bir atasözü var Türkçe literatüründe. Şu anda Galatasaray'daki büyük sorunsalı en kısaca bu sözle özetleyebiliriz. Futbol takımındaki akıl almaz bitmişlikte Adnan Polat'ın futbolla alakalı kararlarda bir türlü masaya yumruğunu vuramaması ve isabet sağlayamaması, Adnan Sezgin'in Adnan Polat hariç hiçbir Galatasaraylıya güven vermemesi dahası sevilmemesi, Frank Rijkaard'ın saha içinde ve saha dışında aldığı kararların yanlış olanlarının doğru olanlara kesin bir üstünlük sağlaması ve maalesef Galatasaray takımının rakibine Rijkaard'la kesin bir üstünlüğü bırakalım, üstünlük dahi sağlayamaması, futbolcuların daha sezon başında sanki ligin son 2-3 haftası ve Galatasaray 3 kulvarda da sezona havlu atmış gibi davranması... Sondan yani futbolculardan başlayacak olursak, üst seviye oynanan futbolda futbolcuların kalitesi aşağı yukarı yanı seviyede, özellikle günümüzde. Farkı belirleyen ilk şey ise moral-motivasyon. Galatasaray takımının lige havlu attığına ve buna bağlı olarak oyuncuların moralsiz-formsuz olduğuna birçok defa şahit olduk. Ancak bu örneklerin neredeyse tamamı her şeyin elden gittiği sezonların sonunda yaşandı. Hemen hemen ilk defa Galatasaraylı futbolcular sezona bu denli bitmiş bir şekilde giriyor. Ligde 6.olunan 2003-2004'te dahi sezon başında aklı başında hareket ediyordu takım. Takımın başında teknik adam olmasa bile Galatasaraylı futbolcuların bu kadar boşvermeye hakkı yok. Tabii, bir anda tüm kadro değiştirilemeyeceğine göre bu gidişatı terse çevirmesi gereken de o tayfa.

Frank Rijkaard geçen seneye erken form tutup harika giren bir takıma sahipti. Sezon sonu kötü gidince, bu kez de sezonu geç açtırdı ve sezon başını kaybetti. Bi ortayı bul be hoca. Geçen sene Sabri hariç Galatasaray takımındaki 1 futbolcuya gelişim kaydettiremeyen, ligde, kupada, Avrupa'da başarısız olan Frank Rijkaard'ın 2.sezonunda sabır dilenme lüksü yok. Ve ben Galatasaray'ın şu andaki gidişatını o kadar negatif görüyorum ki bu durumu Rijkaard'ın bu saatten sonra terse çevirmesi imkansıza yakınsıyor. Ha, Frank Rijkaard giderse sevinir miyim? Fanatik tarafım bu adama bu ülkede ekmek yok dediği için, evet... Lakin kim ne derse desin Frank Rijkaard bir dünya markası. Galatasaray'ın artık dünya markalarıyla senkronize olamadığını, Fenerbahçe (Aragones) - Beşiktaş(Del Bosque) konumuna düştüğünü görmek beni üzecek.


Bir diğer ciddi sorun noktası tabii ki Adnan Sezgin. Futbolun sorumlusu olarak bu adamı atamak ne kadar doğru? Bence hiç doğru değil de, neredeyse tüm Galatasaraylılar bu adamın gitmesini isterken bir başkan nasıl ve neden bu kadar destek verebilir gereksiz olduğu bu denli açık olan bir çalışana? Transferden dem vurmayacağım, oralara sıra gelmez. Futbol takımın idaresi konusunda sınıfta kalan bir insan Adnan Sezgin. Bu adam göreve geldikten sonra takımda herkes kendi kafasına göre at koşturur oldu. Artık herkesin kendi sınıfını, işini, ödevini bilmesi gerek tabii bunun için de Adnan'ın kesin olarak yollanması. Haldun Üstünel ile ters düşecek kadar gücü kendinde gören bu adam, gücünü Galatasaray'ın yararına değil zararına kullanıyor.

Ve Adnan Polat... Her zaman belirtiyorum ve belirtmeye devam edeceğim. Mali, idari, reklamcılık, pazarlama gibi konularda Galatasaray'ın büyük sınıf atlamasını sağladı Adnan Polat. Ama aynı şey Aziz Yıldırım için de geçerliydi ve Aziz Yıldırım önemli bir sportif başarı sağlayamadığı için başarılı bir başkan değil, başarılı bir yönetici olarak hatırlanacak. Sportif başarı olarak Galatasaraylıların en çok umutlu olduğu isimdi Adnan Polat. Ama ilk 2 senesinde umduğumuzu bulamadık, başkan da sportif manada hiç umut vermiyor açıkçası. Adnan Polat'ın başarısız bir başkan olarak ayrılması onu çok destekleyen biri olarak benim hiç istemeyeceğim bir şey. Ama bu şekilde devam eder, başta Sezgin olmak üzere saplantılarından kurtulmazsa Adnan Polat'ın ve dolayısıyla Galatasaray'ın sonu hiç iyi görünmüyor.

Bu kadar eleştiriden sonra bir reçete de ortaya çıkartılması lazım elbette. Galatasaray doğru hamleleri yaptığında şampiyon olması kesin olan bir takım. Dolayısıyla hiç umut vermememize rağmen bu gerçeği göz önüne aldığımızda kaybedilen bir şey yok. Öncelikle değerini bulan her futbolcu gönderilmeli. Frank Rijkaard ile devam edilecekse bu kadroya birileri gelecek, burası kesin. Ama bence oyuncu gelse de Rijkaard ile başarı gelme ihtimali düşük. Bursa - Lviv - Eskişehir maçlarından sonra bu konuda bir değişim olabilir. Adnan Sezgin'i bir an evel göndermeliyiz ısrarla söylüyorum. Oraya futbolcularla, hocayla basınla çok iyi ilişkiler kurabilecek, futbolu bilen biri gelmeli. Bu şekilde futbolcular da kendine gelip 2008'de son haftalarda yaptıkları gibi şirazeyi bulacaktır.

17 Ağustos 2010 Salı

MESUT ÖZİL ARTIK JOSE'NİN


Bağırdık, çağırdık, kimimiz "ne yaparsa yapsın" dedi, kimimiz "Türkiye için oynamıyorsa bizden değildir"e getirdi olayı. Evet, Mesut Özil bugün Real Madrid'e gitti. Elvir Balic'ten sonra Real Madrid'de forma giyen ikinci Türk pasaportlu oyuncu olmayı başardı. Boşnak ana-babadan olma sonradan Türk Elvir Balic ile Türk ana-babadan olma sonradan Alman Mesut Özil... Türkiye'den başka hiçbir pasaport taşımayan bir oyuncumuzu Real'e gönderebilir miyiz, en azından kısa süre içinde zannetmiyorum. Dolayısıyla bu günün tadını çıkarmalıyız, bizle aynı pasaportu taşıyan birinin yüzyılın takımına gitmesi gerçekten çok mühim bir olay. Takım kalitesi olarak baktığımızda en tepede Chelsea'de olan Gökhan Töre görünüyordu Türk futbolcular arasında, şimdi Mesut bu bayrağı devralmış oldu.

Tamam sevinelim ama bir gerçeği de irdelemeden geçmeyelim. Mesut Özil Almanya doğumlu olmasa, Almanya Milli Takımı'nı değil de Türkiye'yi seçmiş olsa bugün Real tarafından transfer edilmiş olur muydu? En azından şu an için koskoca bir hayır. Kendini büyük bir turnuvada kanıtlaması için Türkiye'nin en yakında gözüken 2012'ye katılmasını beklemek durumunda kalırdı. Mesut Özil'e benim de ön saflarında bulunduğum çok kalabalık bir grup inanılmaz derecede kızdı Almanya tercihinden sonra. O konu için hala kızgınım, ana-babası Türk olan biri eğer ciddi olarak davet alıyorsa Türk Milli Takımı'nı seçmelidir nazarımda, bu değişmez. Ama bu düşüncem Mesut'un Almanya tercihiyle çok daha rahat bir kariyer yaptığı ve yapacağı gerçeğini görmememi gerektirmiyor. O ülkesini değil, kariyerini seçti diyebiliyorum ancak. Yeteneği Mesut kadar olan, 2010 Dünya Kupası'na gidememiş Arda Turan ise bırakalım Real Madrid'i, Avrupa'nın baş altı takımları tarafından dahi düşünülmüyor şu aşamada ciddi olarak. Arda örneğini ülkemizin şu anda en çok gelecek vaat eden futbolcusu olması anlamında veriyorum. Türk Futbolu'nun ihracat anlamında Avrupa ile bir türlü senkronize olamadığı bir gerçek. Bu değişir mi, elbette değişebilir ancak bunun için bizim oyuncularımızı oraya göndermemiz ve onlarında başarılı olarak arkadaşlarının önünü açması gerekiyor.

Uzun lafın kısası, Almanya tercihinle ülkene değil kendine hizmet ettin Mesut Özil. Jose Mourinho gibi çalışılabilecek en nadide isimle çalışma fırsatını daha da önemlisi Real Madrid gibi bir takımda oynama şansını yakaladın. Tercihin uzaklardan doğru görünüyor olabilir ama bize sorarsan hala bir yerlerde bir yanlış var. Bir de 16 milyon avro Real ve Mesut Özil şartlarını göz önüne aldığımızda sudan ucuz...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

BURSASPOR 1-0 KONYASPOR --- ŞAMPİYON BIRAKTIĞI YERDEN


Şampiyon Bursaspor sezona rahat bir galibiyetle başladı. Skorun 1-0 olması ilk etapta rahatlık konusunda ipucu vermeyebilir ama neredeyse rakibinin orta sahayı geçemediği bir müsabaka oldu. Kendi sahasında her zaman rakibi üzerinde baskı kuran bir takım Bursaspor. Sadece şampiyonluğa oynadığı ve kazandığı geçen sezon değil, 2.ligde dahi full tribünlere oynayan bir takım olmasının, takımla taraftarın neredeyse bütünleşmiş olmasının avantajını çok iyi kullanıyor şu dönemde. Bu maçta top Bursa yarı sahasına fazla uğramadı belki ama Konya ceza sahasına da gereği kadar girmediğini söyleyebilirim. Bunda Bursaspor'un pivot bir forvetten ziyade Nuñez, Turgay ve Sercan gibi fuleli, koşan, kanatlara inen ileri uç oyuncularıyla oynamasının da payı büyük. Özellikle iç saha maçlarında, iyi bir pivot santraforla oynamak Bursaspor'un daha rahat galibiyetler almasını sağlayacaktır. Orta sahada Ergic, Batalla ve takıma girince Insua oldukça etkili. Kanatlarda bugün de deyim yerindeyse şov yapan Volkan Şen ve formunu en kısa zamanda zirveye çıkaracağına inandığım Ozan İpek ile Bursaspor takım kadrosu ligimiz için gayet yeterli. Şampiyonlar Ligi'nde çok başarılı sonuçlar alamayacağı zaten aşikar Bursaspor'un, UEFA vizesi alabilirse harika sonuç olur. Defansa yapılan Stepanov takviyesi de gayet yerinde. Dolayısıyla Bursaspor'un iç sahada oynayacağı 17 maçta 45 ve üstü bir puan alacağını düşünüyorum. Deplasmanda alacağı puanlar yine zirvede olup olmamasında belirleyici olacak. Son not da Sercan Yıldırım ile alakalı. Ertuğrul Sağlam'ın bir bildiği vardır diyorum Sercan'ın yedek kalmasında. Taktik icabı olduğunu düşünmüyorum. Bir eksiğini, hatasını görmüştür genç oyuncunun Ertuğrul Hoca. Sercan'ın bir an önce gerekeni yaparak ilk 11'e dönmesi lazım. Bugün de golünü atarak bir nebze olsun hocasına kendini tekrar hissettirdi.

Konyaspor'a gelince, bu görüntüsüyle işleri zor lakin şampiyon takıma karşı oynadıklarını, çok yeni bir takım olduklarını da gözden kaçırmamak gerekli. Yeni kurulan takımların üstadı Ziya Doğan en azından ligde kalacak bir ekip oluşturabilecek mi, göreceğiz...

15 Ağustos 2010 Pazar

GOL ATMAK KAZANMAK DEĞİLDİR


Futbolda özellikle son 4-5 yılda değişen bir şey var: Artık formalar kolay kolay maç kazanamıyor. Gol atması gereken takım, maç içinde taktiğini ona göre kurgulayıp aradığı gol ve golleri bulabiliyor. Takımlar arasında belirgin farklar kalmadı, hatta bütçesi daha düşük takımlar en büyük kozlarının kondisyon olduğunu adları gibi biliyor. Kendilerinden daha kalibreli takımlara karşı etkili olabilmek, maç kazanabilmek için onlardan çok daha fazla mücadele etmeleri, koşmaları gerektiğini kanıksamış durumda bu takımlar. Bu sadece Türkiye için değil, Avrupa'nın hemen her ülkesi için geçerli durumda. 2006 senesinde Galatasaray ve Fenerbahçe'nin lig 3.'süne neredeyse 25 puan fark yaparak kopup gittiği sezonlar buradaı bir daha yaşamamız o kadar zor ki. Dün oynanan 2 karşılaşmadan örnek vermek gerekirse; Galatasaray oynadığı her maçı kazanmak için sahaya çıkan, hangi takımla oynarsa oynasın buna mecbur olan bir takım. Nitekim dünkü Sivasspor maçında da bu zihniyetle çıktı ve erken dakikalarda golünü buldu. Daha sonraki dakikalarda saldırması gereken takım Sivas'tı, mağlup durumdaki takım olarak. Sivasspor ekstra fizik gücünü çok iyi kullanarak saldırdı ve golleri bularak galip geldi. Hadi burası Türkiye, takım da Galatasaray diyelim. Bu maçın bitiminden 1 saat sonra İspanya Süper Kupa Finali'nin ilk ayağında Sevilla ile Barcelona karşı karşıya geldi. İspanya'da geçen sezonki durumu hatırlıyoruz, kopup giden bir Real-Barca ikilisi vardı. Dolayısıyla kadrosu tam olmasa da Barcelona her zaman kazanmak hatta deyim yerindeyse fark yapmak için oynayan bir takım. Deplasmanda olmasına rağmen G.Saray gibi onlar da ilk dakikalarda golü buldu. Ama evinde oynadığı için kazanması gereken Sevilla, daha ofansif oynayarak, antrenörünün akılcı değişikliklerinin de büyük etkisiyle Barca karşısında 3 gol bularak sonuca gitti.

Demem o ki, sonuçların teknik, yetenekten çok fizik-kondisyon ve mentalite tarafından belirlendiği günümüz futbolunda bir takım öne geçtiğinde skoru koruma niyetini ortaya koyduğunda cezalandırılması kuvvetle muhtemel. G. Saray da olsanız, Barcelona da olsanız sonuç değişmiyor, maçın her anında bastıran taraf olup son ana kadar skoru almaya çalışmalısınız, tabii teknik direktörünüz 10 kişilik takımını Barca karşısında savunmayı başarabilen Mourinho değilse.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

AYNI PLAK ÇALIYOR --- SİVAS 2-1 GS


Bütün taraftarın gördüğü gerçeği bir yönetim göremedi, bir de Frank Rijkaard. Ligin ilk maçındaki kötü sonuç bağıra bağıra geldi. Galatasaraylılar, Sivasspor gibi bir takıma karşı maç öncesinde kesin galibiyet dışında bir düşünceye kapılabiliyorsa, puan kaybının düşüncesi dahi varsa akıllarda, burada ters giden bir şeyler var demektir. Nitekim ters giden bir şeyler değil çok şey var. Başta Ayhan Akman, Ali Turan, Hakan Balta olmak üzere ters giden çok şey var. Saha içi her zaman düzeltilebilir, asıl konu saha içini düzenleyen tarafta olan hatalardan arınabinelmek, yani kenar yönetimi adam etmek. Rezalet geçen bir ilk sezondan sonra bile taraftarın destek verdiği, ülkeyi, ülke futbolunu, oyuncuları tanıdığını düşündüğümüz bir Frank Rijkaard var. Ben de böyle düşünen biri olsam da, 2.sezonun başıyla birlikte Frank Rijkaard'da olumlu yönde en ufak bir değişiklik yok, burası kesin. Orta sahada hala Ayhan Akman'dan medet uman bir zihniyete karşıyım ben arkadaş, her Galatasaraylının olduğu gibi. Mustafa Sarp geçen sezon başındaki gibi çabalıyor, didiniyor. Sezonun ortasına doğru yine düşüş yaşar. Lorik Cana kendini henüz bulamadı. Buraya transfer yapacak diye beklediğimiz yönetim, pazarlama, satış, ekonomi, reklam gibi konulardaki başarısını bir türlü transfer zamanlamasında hatta futbol şubesinin hiçbir yönünde ortaya koyamıyor. Neyse, yönetim konusu başlı başına ayrı bir husus. Frank Rijkaard için nokta koyacak olursak, bu gidişle maalesef yakında ülkeden ayrılır.

Emre Çolak'ı hayatında oynamadığı sağ açığa koymak nasıl bir fikir? Yeterince tecrübeli olsa bu işin üstesinden gelebilir ancak daha 19 yaşında bir genç daha önce hiç oynamadığı bir yerde hem de deplasmanda sahaya sürülüyor. Yine geçen sezonki en büyük derdimiz olan öne geçtiğimiz maçları kazanamamak olayı yine ilk haftadan baş gösterdi. Geçen sene bu olay en az 6-7 maçta oldu. Öne geçtikten sonra geri çekilip golleri yiyoruz ve bir türlü ders almıyoruz. Sivas takımında da Cihan, Ceyhun ve M.Yıldız gayet iyi oynadı, özellikle Cihan oyunun 2 yönünde de etkiliydi. Ancak Sivas defansının göbeği (Sedat, Ivanovs) çok yavaş oyunculardan oluşuyor, bu sene çok gol yiyebilirler. Bir de kalsik Mesut Bakkal takımı olarak Sivas'ın kondisyonunu çok iyi gördüm, bu da en büyük artıları.

Kısaca bu sene de bizi zor bir sezon bekliyor gibi. Yeni stat falan da hikaye olabilir, hatta Rijkaard o stadı göremeyebilir. Bu kadar karıncalı görüntüyü kısa bir sürede 1-2 transferle tersine çevirmek çok kolay olmadığı için bu sene de Allah bize sabır versin Galatasaraylılar...

BÜYÜK İŞ YAPTIN SÜLEYMAN HURMA, AFERİN!!!


Yaptığı açıklamalar, neredeyse tüm futbol kamuoyuna ters gelen tavırları, Alman pasaportu olan her genci ilk uçakla getirip kadroya katması ve bunun gibi birçok saçma sapan olay sebebiyle sevilmeyen, hç de sevilmeyecek olan bir tip var Türk Futbolu'nda: Süleyman Hurma. Ertuğrul Sağlam ile birlikte Kayserispor'a katılan, Sağlam'ın kurguladığı ve uygulamayı başardığı Kayseri'ye sınıf atlatma projesinin de üstüne yatmış kişidir aynı zamanda. Kulübün genel menajeri, paralı çalışanı, olduğu halde yöneticilerle tartışacak hatta taraftarı onlara kışkırtacak cesareti de göstermiştir, başta Adnan Polat olmak üzere büyük kulüp başkanlarını oyuncularını bedavaya almakla suçlamış hatta tehdit de etmiştir. Am gidip 15 gün sonra Andre Moritz'i Kasımpaşa'dan ücretsiz olarak kadrosuna katmıştır. Ertuğrul Sağlam ile gelen başarılar, Tolunay Kafkas ile yükseltilememiştir, çünkü başarılar Sağlam'ın eseridir ve Kafkas, çok kötü bir hoca olmasa da, o kalibrede değildir. Bu olay Süleyman Hurma'nın "başarıların efendisiyim" duruşununun kolunu kanadını kırmıştır. Recep Mamur ve yönetiminin daha başarılı olmasını çok isterim, zira işini yapan, iyi çalışan bir yönetim var Kayseri'de. Ama akıl hocaları Süleyman Hurma olunca çok üst seviyede başarıların gelme ihtimali yok gibi. Bunu anlamaları ne kadar sürecek çok merak ediyorum.

Son yaşanan Mido olayında Hurma'nın ve Kayserispor'un çapını tam anlamıyla görmüş olduk. 2 aydır kendilerini oyaladığını düşündükleri Mido'yu transfer için Kayseri'ye getirip deyim yerindeyse " 2 ay sen bize çektirdin, şimdi gör bakalım" dercesine açıklamalar yapmaktadır Hurma, Mido'yu postalayacaklarını açıklıyor sağa sola. Koskoca bir kulüp, daha 2 sezon önce UEFA'da ülkemizi temsil edebilen bir kulüp, gücünü, büyüklüğünü Mido gibi son yıllarda Avrupa'da adını duyuramayan bir topçu üzerinden mi kanıtlayacak? Mido'yu geçtim, Messi olsa bile kaç yazar ki? Sen oyuncunun peşinden koşarsan, o da nazını yapacak elbette. Sonuçta bu adam İtalya, İngiltere görmüş, Kayseri'ye tabii ki öyle ilk telefonla gelmeyecek. Düşünüyorum da Galatasaray, Fenerbahçe bu tarz işlere girişse ne adamların Türkiye'ye getirilip 1 gün sonra kovulması gerekiyordu. Ama büyük kulüp olmayı gösteren, sahada alınan sonuçlardan da önemli bir şey vardır: kulüp duruşu. Maalesef Kayserispor'da ve olayların elebaşı diyebileceğim Süleyman Hurma'da bu büyük duruş yok.

12 Ağustos 2010 Perşembe

EYVAH! YİNE Mİ SEN?


Gelecek hafta ve bir sonraki hafta oynanacak Avrupa Ligi maçlarının hakemleri açıklandı. Açıkçası, Fenerbahçe'nin maçını yönetecek İtalyan Tagliavento'yu fena hakem olmamasına karşın sevmem. Asıl önemli olan ise Galatasaray'ın rövanş maçındaki düdüğün Thorsten Kinhöfer olması. Evet evet, hani şu Almanya'da oynanan son Galatasaray - Fenerbahçe derbisini yöneten hakem. Selçuk'un yanılıp yenilip de çelme taktığı ve anında kırmızı kartı gördüğü Alman. Açıkçası iyi haber değil Galatasaray adına. Bir önceki turda olduğu gibi ilk maçta gelecek ters bir skor olursa, Ukrayna'da rahat hareket etmeyi düşünemeyeceğimiz bir hoca. Kartları anında çıkaran yapısı artık az çok biliniyor. Onun için turu Ali Sami Yen'de yarılamak en güzeli. Şaka bir yana, gördüğünü korkusuzca çalan bir hakem olması, özellikle deplasman takımı olduğumuz maçta görev yapacak olması bizim açımızdan güzel. Hakem derdine düşmeden rahatça geçmemiz gereken bir tur ama olsun Kinhöfer'e değinmeden geçmek olmaz...

TÜRKİYE 2-0 ROMANYA


Amerika turnesindeki maçlarda umutlanmıştık biraz. Sezon sonuydu, oyuncular bıkmıştı, hava çok sıcaktı... Her şey aleyhte gibi gözkürken oradaki 3 maçımızda da gelecek için umut vermiş, sahaya bir şeyler koymuştuk, daha da önemlisi koymayı çok istemiştik. Şimdi de hava sıcak, Romanya da son yıllarda Hagi'li, Popescu'lu, Ilie'li, Petrescu'lu günlerini ciddi olarak arasa da çok da kötü bir takım değil, tribünler boş. Lakin kimse harika bir futbol beklemiyor. Sadece kaybedilen Dünya Kupası bileti sonrası bu kez 2012'ye katılmamızın bir mecburiyet olduğunun oyuncularımız tarafından kanıksanmış olduğunu görmek önemliydi bizim için. Ne yalan söyleyeyim kendi adıma ben bunu bu akşam göremedim. Sahanın açık ara en iyi adamları Arda Turan ve Gökhan Gönül dahi ancak Amerika turnesindeki takımın ortalama seviyesindeydi. Guus Hiddink'in gelmesi takımı illa ki olumlu etkileyecektir ve bu gelişim resmi maçlarda kendisini daha da fazla hissettirecektir. Fakat Hiddink de bazı yeni isimler çağırarak kadroda bir hava sirkülasyonu sağlasa çok daha hoş olacaktı. Halen içi geçmiş Kazım, Selçuk Şahin, Gökhan Zan gibi isimlerden medet umması beni bir nebze hayal kırıklığına uğratıyor. Bunların yerine Selçuk İnan, Ceyhun Gülselam, Volkan Şen, Ömer Toprak gibi isimleri ilk 11'in değilse de geniş kadronun banko isimleri haline getirmesi lazım. Fatih Hoca döneminde 2 maç üst üste aynı 11'in oynatılamama durumu vardı. Bunda gerek Fatih Terim'in garip tercihleri gerekse sakatlıklar önemli rol oynuyordu. Hiddink döneminde garip tercihleri görmek istemiyoruz, sakatlıkları da ama o olay ayrı bir husus tabii. Kazakistan ve Belçika maçları hem iyi bir başlangıç hem de Ekim ayındaki Almanya maçı öncesi moral açısından kazanılması şiddetle gereken maçlar. Bu maçlarda, özellikle Belçika maçında 2010 elemelerindeki hatamızı yapmamamız gerekiyor.

Bu maça gelirsek, ilk yarıda rakibimizi hiçbir şekilde açamadık. Önde oynayan Mevlüt Erdinç çok yalnız kaldı, defansın arasında boğuldu. İlk yarıdaki gibi oynayacaksak Mevlüt'ü destekleyen 1 hatta 2 (Nihat, Halil, Sercan, Tuncay)adamımızın daha sahada olması lazım. Arda Turan orta sahanın ortasına geldikten sonra biraz rahatladık ama buraya kalıcı çözümler üretmemiz şart. Nuri Şahin, Emre, Hamit, Aurelio gibi orta sahanın ortasını kontrol eden, aynı işlevi gören 4 adamın aynı anda kesinlikle sahada bulunmaması lazım. Nuri konusunda da bir şeyler söylemek gerek; Milli Takım'da çok etkili olduğunu söylemek zor, bu gidişle yedeklikten bu elemelerde de kurtulamaz. Defansta Servet'in yanına hızlı bir stoper monte etmemiz lazım ki, mevcut şartlarda ligimizde böyle bir adam bulunmadığına göre, bu konuda tek aday Ömer Toprak, şiddetle tavsiye ediyorum. Kanatlarda bu maçta iyi oynamamasına rağmen İsmail ve Gökhan'da ısrar edilmeli, oyunun 2 yönünde de verimli olabilen isimler. Türk Milli Takımı oyun hakimiyeti bakımından evinde kendini aşan bir takım değil. Dolayısıyla deplasman - iç saha taktiğinde çok bir değişiklik yapmamalı Guus Hiddink. Aurelio - Emre Belözoğlu - Hamit Altıntop - Arda Turan - destekçi forvet + Mevlüt Erdinç(Semih Şentürk) şu anda en mantıklı seçim gibi görünüyor. Grupta Almanya ile yarışabilmek için tüm deplasmanlarda büyük destek bulacağımız Belçika, Kazakistan, Azerbaycan, Avusturya gibi takımlara karşı puan kaybetmemeliyiz. Guus Hiddink en çok bu konuda güvenebileceğimiz tarzda bir adam; az puan kaybı, çok iş. Maçtaki penaltıya hiç değinmek dahi istemiyorum, böyle bir penaltıyla öne geçtiğimize üzüldüm. Orada bir şey yok da illa ki düdük çalacaksan topa vuramadı, rakibin ayağına vurdu diye Gökhan'a faul çalabilirsin ancak. Arda'nın attığı gol, onun topa vurma konusunda kat ettiği yolu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu sezon Galatasaray'da ve Milli Takım'da uzaktan 5-10 golünü izleyeceğiz herhalde.

Bir de Ahmet Çakar - Erman Toroğlu ikilisinin yorumları var tabii. Bu sezon boyunca deyim yerindeyse sidik yarıştıracaklar Kanalturk'te. Razvan Lucescu babasına benzemiyormuş, belki anasına benziyor olabilirmiş... Bize ne bundan? Yine kanat mangalda iyi gidermiş... Bunlar boş adamlar ama maalesef bizde de boş adam çok, bu sezon Kanalturk'un çok reyting yapacağı kesin...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

JO ALVES'E BAKIN HELE


Galatasaray'a gelip 5 ay boyunca neredeyse hiçbir fayda sağlamayan, taraftarın galiz protestosuna haklı olarak maruz kalan Jo Alves, İstanbul'dan neredeyse kovulurcasına gönderildikten sonra, Manchester City'de kendine gelmeye çalışıyor. Özellikle son 1-2 yıldır ülkesine dönen Brezilyalıları sıkça görüyoruz, artık sadece yaşlılar değil gençler de Brezilya'ya dönebiliyor. Jo da bunu görmüş olmalı ki Manchester City'nin hazırlık maçlarında gol atmayı hatırladı. Oynadığı ve birçoğunda sonradan girdiği 5 maçta 4 gol atmayı başardı Jo Alves. Bu arkadaşın dünyanın sayılı futbolcuları arasına girmeye niyeti yok, bunu hepimiz biliyoruz. Yeteneği, fiziği, tekniği ben futbolcuyum dese de beyin başka telden çalınca sonuç maalesef negatif. Londra, Madrid, Berlin, Paris, İstanbul hiç farketmez... Gecelerin hızlı aktığı şehirlerde tutunabilecek, oralarda puro, alkol, kadın keyfi yapabilecek kadar futbol oynasın ona yeter. Her zaman transferde pahalı, azimden yoksun yaşlı oyunculardansa genç ve kalite vaat eden oyuncular alınmasından yana biri olsam da Jo Alves gibi futbolcuların bu ülkeye uğramaması en büyük temennim. Bu tarz adamların oynadığını görmektense altyapıdan çocukları izlemeyi tercih ederim. Nokta...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

SÜPER KUPA TRABZON'UN 3-0


Bir daha izleyebilir miyiz, izlersek ne zaman olacağını bilemeyeceğim bir karşılaşma oldu 2 Anadolu takımının Süper Kupa Finali. Lig Şampiyonu Bursaspor ile Kupa Şampiyonu Trabzonspor Süper Kupa'yı kazanabilmek için İstanbul'da çıktılar sahaya. 2 takımın hazırlık dönemini baz aldığımızda Bursaspor daha dengeli hazırlanmış gibiydi. Oynadığı takımlar olsun aldığı sonuçlar olsun daha umut vaat eden, Şampiyonlar Ligi'ne ciddiyetle hazırlanan bir takım hüviyetindeydi Ertuğrul Sağlam'ın ekibi. Trabzonspor ise zayıf takımlar karşısında şov yapan, güçlü takımlar karşısında ise sorun yaşayan bir görüntü sergiledi hazırlık kampı boyunca. Geçen sene hazırlık kampını oldukça iyi geçip ligde dökülen Hugo Broos'un ekibi gibi olmaktansa hazırlık kampında kötü olup ligde açılmak çok daha iyi tabii. Nitekim, daha iyi olmasını beklediğimiz Bursaspor'u rahat bir skorla yanerek yavaştan ısındığını gösterdi Trabzonspor.

Aslında karşılaşmaya Bursaspor daha istekli, azimli ve atak başladı. Bursalı oyuncular her noktada pres yapıp , Trabzonspor'u nefessiz bırakmaya çalıştı. O anlarda Ömer Erdoğan'ın kafa vuruşunun Serkan Balcı tarafından çizgiden çıkarılması maçın berabere devam etmesini dolayısıyla Trabzon'un ayakta kalmasını sağladı. Benim o dakikalarda asıl merak ettiğim nokta Bursaspor'un o hızlı temposunu maçın sonuna kadar aynı dolaylarda devam ettirip ettiremeyeceğiydi. Çünkü Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edecek bir takımın oyunun %80'inde yüksek tempo yapması gerekiyor. Bu ligde başarılı olan 2001, 2002 senelerinin Galatasaray'ı olsun 2008 senesinin Fenerbahçe'si olsun Şamp. Ligi maçlarında yüksek tempoyla o başarıya ulaştı. Kadro kalitesi olarak bu takımların aşağısında olan Bursa'nın UEFA'ya gidebilmek için dahi oldukça tempolu oyuna ihtiyacı var. Nitekim Bursa maçın başındaki temposunu 2.yarının hiçbir anında ortaya koyamayarak henğz tam hazır olmadığını da gösterdi.

2.yarıda ise oyunu kazanmayı daha çok isteyen taraf Trabzonspor oldu. Şanlıurfa'daki Türkiye Kupası Finali'ndeki gibi basan, atak yapan bir takım vardı sahada. İlk yarıdaki görüntüyle alakası olmayan bu arzu da maçı Trabzonspor'a yaklaştırdı tabii. Ancak Trabzonspor'un ön tarafında ciddi sorun var. Topu belli bir noktaya getirseler dahi pivot santrafor olmadığı için kaleye yaklaşmakta zorlanıyorlar. Bu anlayışa ne Teofilo'nun ne de bugün alınan Jaja'nın çare olması kolay değil. Jaja analizinde de belirttiğim gibi bu oyuncu kesinlikle fayda sağlayabilecek bir isim ama tam olarak Trabzonspor'un aradığı adam değil. Teofilo da fizik ve teknik olarak oldukça yetersiz kalıyor. Gerçi sonunda şanssızlığını kırdı ve kupanın Trabzonspor'a gelmesini sağladı belki ama Şenol Hoca'nın bu gerçekleri göz önüne almasında fayda var. Trabzon savunmasında bugün ilk kez resmi maça çıkan Glowacki'yi ise inanılmaz beğendim. Müdahaleleri yerinde, kafa toplarında sağlam, risksiz oyunu tercih eden bir stoper. Trabzonspor savunmasına çok yardımcı olacak.

Kupayı kazanan Trabzonspor'u tebrik etmek lazım. 2 takımımızı da bu sezon 3 kulvarda zorlu bir süreç bekliyor. Gerçi Trabzonspor, Bursaspor daha Avrupa arenasına çıkmadan Avrupa'ya veda edecek gibi ama 2.yarıdaki tempolarını sezonun önemli bölümünde sergileyebilirlerse ligde önemli bir yer kapabilirler.

JAJA TRABZONSPOR'DA


Ligdeki kaliteli oyuncuların sayısının ciddi şekilde artmaya devam ettiği bu sezon başında Trabzonspor uzun süredir uğraştığı forvet transferini Jaja Coelho Jackson ile bitirdi. Açıkçası daha dün Trabzonspor ile alakalı gerek facebook gerekse diğer forum sayfalarına baktığımda yönetim ile alakalı eleştiriler tavan yapmış, istifa çağrılarına, küfürlere kadar ulaşmıştı. Trabzon taraftarının eleştiri konusunda ne kadar ayarsız ve tutarsız olduğunu bilsem de bu kez bir parça haklı olduklarını düşündüm zira yapılacağı ve yapılması gerektiği apaçık olan bir transfer bu kadar uzun süre bekletilmemeliydi. Zaten hemen ertesi gün de Jaja açıklandı. Jaja'yı herkes Beşiktaş'ın ve dolayısıyla Ertuğrul Sağlam'ın başını yaktığı UEFA maçlarından hatırlıyor. O maçlarda özellikle Ukrayna'daki karşılaşmada uzaktan attığı şutlar ve gollerle Türkiye'de iyi bir tat bıraktığı kesin. Aslında Jaja'nın o gollerle Türk Futbolu'nda Anadolu İhtilali'nin olmasında payının bulunduğunu da söyleyebiliriz. Elenince her zaman olduğu gibi ne yapacağını bilemeyen Demirören başka teknik adamlarla görüşmüş, Ertuğrul Sağlam da istifa etmişti. Bursaspor'un başına geçip 1.5 sene sonra da şampiyonluğa ulaşmayı bildi Sağlam.

Peki, Jaja Trabzonspor'un aradığı forvet mi? İlk etapta bonservisine 4.2 milyon avro verildiğini duyduğumda, madem bu kadar para verebiliyordu Trabzonspor o halde Makukula'yı alsaydı diye düşündüm(Jaja için 4.2 çok yüksek değil ama Makukula da bu paralara gelecekti). Zira Makukula tam olarak bizim ligimize uygun bir futbolcu. Fizikli, güçlü, hava toplarına hakim ve son vuruşları iyi. Jaja ise daha hızlı, daha teknik, oyununu sahanın sol tarafına yaymayı seven ve genelde ceza sahası çizgisi çevresinde bulunan bir hücumcu. 1,89 boyuna karşın ahva toplarında çok fazla etkili olduğunu söylemek zor. Gaziantespor'daki Julio Cesar ile hemen hemen aynı tarzda ancak kalite olarak ondan 1-2 gömlek daha üstün bir oyuncu. Dolayısıyla tam olarak Trabzonspor'un aradığı forvet olmasa da Şenol Hoca'nın istediği gol sayısına ulaşacak bir isim Jaja. Tabii ki tek forvet olarak oynatılmaması şartıyla. Burak Yılmaz veya Umut Bulut'tan biriyle oynaması lazım ki Umut oynarsa bu yine Trabzonsporluların saç baş yolacağı bir sezon anlamına gelebilir. Geçen sene J.Cesar'ın Antep'e yaptığı katkıyı hatırlarsak o katkının daha fazlasını Jaja'dan Trabzonspor'a bekleyebiliriz. Hele ki Liverpool karşısına çıkılacağı ve oyuncuların belki de %100'ün üzerinde yarar saülaması gerektiği bir turda Jaja'nın katkısına da büyük ihtiyaç var.

6 Ağustos 2010 Cuma

FENERBAHÇE & TRABZON --- BİRAZ SIKINTILI


Bursaspor 6.890 puanıyla Şampiyonlar Ligi gruplarını şimdiden bekleyedursun 4 büyüklerimiz UEFA Avrupa Ligi'nde gruplar öncesi son Play-Off turunda kuralarını çekti. Açıkçası Galatasaray ve Beşiktaş şükretmeli kuraya. İkisi de harika denebilecek kuralar çekti, Baltık takımlarının bize sürekli ters gelen bir yapısı olsa da Karpaty Lviv, asla Galatasaray'ı zorlayabilecek bir takım değil. Hoş, aynı şeyi hatta daha fazlasını OFK için de düşünüyorduk ancak yaşananlar ortada. O yüzden yine ciddiyetini koruyarak, rakibinin iştahının kabarmasına hiç izin vermeyerek turu atlamalı Galatasaray. Beşiktaş belki de bir önceki turdan da zayıf bir takımla eşleşti. Birbirine alışması bakımından zamana ihtiyacı olan Beşiktaş için bu zayıf takımı çekmek çok iyi oldu.

Kurada asıl önemli eşleşmeler Fenerbahçe ve Trabzonspor sahip. Trabzonspor çekebileceği en zor takım olan Liverpool ile eşleşti. Tamam son yıllarda Avrupa'da hiçbir başarısı olmayan, hatta bu turda dahi serbaşı olmayı başaramayan bir Trabzonspor var ama seribaşı olmak için gereken puanları almak için de turları geçmek, kuralarda biraz şanslı olmak ve nispeten zayıf takımlarla eşleşmek lazım. Bu nispeten zayıf takımlardan biri asla Liverpool değil. Tabii Liverpool gelince bir 8 de Trabzon'un yiyebileceği yarı geyik yarı ciddi muhabbetleri dönmeye başladı. Trabzonspor'un o durumlara düşeceğini kesinlikle düşünmüyorum. Gücü yetmeyecektir Liverpool'a ama zevkli maçlar izletecektir Trabzonspor. Kurada benim için asıl kabus Fenerbahçe için oldu. Young Boys'a elenen Fenerbahçe Young Boys'tan daha dirençli bir takım olan PAOK ile eşleşti. Tabii zaman geçtikçe Fenerbahçe oturacaktır, Türk-Yunan rekabeti de Fenerbahçe'nin konsantrasyonunu artıracaktır ama Young Boys olayını gördükten sonra PAOK maçlarında Fenerbahçe'nin favori olduğunu söylemek zor. Ülke puanı sıralamasında gizliden gizliye 6.lık iddiamızın bulunduğu bir sezonda bu turda Fenerbahçe gibi önemli puan beklediğimiz bir takımı kaybetmek bizi çok kötü etkileyebilir. Dolayısıyla Fenerbahçe'nin çok dikkatli olması gerekiyor. PAOK'un geçen sezon Olympiakos'u geçerek Şampiyonlar Ligi Elemelerine katıldığını ve Ajax ile 2 maçta da berabere kalarak gol averajıyla elendiğini hatırlatalım.
4 takımımıza da başarılar. Ben 2 takım kesin 3 belki diyorum bu tur için.

5 Ağustos 2010 Perşembe

OFK 1-5 GALATASARAY


Geçen hafta Ali Sami Yen'de alınan kötü skordan sonra bir de Çarşamba akşamı Fenerbahçe'nin Young Boys önünde net favori olduğu turda Şampiyonlar Ligi'ne vedası açıkçası maç öncesi Galatasaray'ı gergin bir bekleyişe soktu. OFK Beograd takımının Galatasaray'ı germesi normalde imkansız gibi ama ilk maçtaki laubali haller Rijkaard'ın ekibini bu duruma kadar sürükledi. Frank Rijkaard'ı anlamak gerçekten çok zor. Geçen sezon ilk senesi olduğundan kötü sonuçlara karşın hemen herkes arkasında durdu, kalmasını istedi. Lakin bu sene başından itibaren herkes daha iyi bir Galatasaray ve daha iyi bir Rijkaard görmek istiyor. Rijkaard'sa bu beklentiyi görmezden gelircesine saçma seçimler yapmaya devam ediyor. Kalede Aykut, orta sahada Ayhan ve Serdar Özkan seçimleri büyük bir çoğunluk tarafından yanlış bulunuyor. Özellikle Ayhan Akman'ın oynadığı hatta santra yaptığı bir takımın ne şampiyon ihtimali ne de Avrupa'da başarılı olma şansı var, bunu açıkça belirteyim. Orta saha için adı geçen transferler (Ladesma, Rosicky) ne kadar doğrudur zamanla göreceğiz ama bu bölgeye oyuncu almak başarı için şart. Kale için ise ben kesinlikle Ufuk ceylan'da ısrar edilmesi taraftarıyım.

Bugünkü maça gelirsek, bir kere Cevo Prekazi'nin maçı yorumlaması gerçekten müthişti. Onun gibi kulübün unutulmazları arasına ismini yazdırmış birini dinlemek çok hoş, Türkçe'si de gayet iyi bu arada. Karşılaşmaya beklendiği ve olması gerektiği gibi baskılı başladı Galatasaray ve 22 dakikada 2 gol buldu. Normalde Galatasaray'ın 2 gol bulduktan sonra rakip kim olursa olsun(Barca dahil) maçı garantilemesi lazım. Daha doğrusu rakibin artık o maçın dönemeyeceğine %95 inanması gerekli. Ancak bu orta saha ve müdafaa ile bırakalım rakibi, Galatasaray taraftarı skor 4-0 olsa dahi maçı kazandık diyemez. Yeni yapılacak transferler, Pino, Baros gibi oyuncular takıma yerleşince daha farklı bir takım izleyeceğimizi umuyorum. OFK maçında turu geçilmesiyle çok memnun oldum diyemeyeceğim zira Hollanda'da Dostluk Kupası'nı kazanan A2 Takımımızın dahi başabaş oynayabileceği bir takım OFK Beograd. Bundan sonraki tur ve turlarda armamıza, adımıza yakışan bir oyun sergilememiz ve bu korkulu anları bir daha yaşamamamız gerekli.

Son nokta Harry Kewell için. Bu adamı 15 sene sonra Prekazi hatta Hagi gibi hatırlamamamız için hiçbir sebep yok. O kaliberede olduğunu neredeyse bütün Türkiye görüyor, daha da görecek. Yeter ki sakatlanmasın ve kulübün birkaç kupa kazanmasına katkıda bulunsun.

1 Ağustos 2010 Pazar

NEVİN YANIT: ŞAMPİYON


Atletizm'de 8 sene sonra nur topu gibi bir Avrupa Şampiyonumuz daha oldu. 2002 yılında Süreyya Ayhan'ın Münih'te 1500 metrede şampiyon olduğu yarışı izlerkenki heyecanımı, yarıştan sonra yine en az o kadar heyecanla NTV'de izlediğim Kenan Onuk'lu programı hatırlıyorum da genç bir Türk kızı için ne kadar svinmiş, gelecek için ne kadar umutlanmıştık. 8 sene sonra bir başka Türk kızı daha şampiyon olurken ben o yarışı izleyemedim, evet şartlar el vermedi belki ama yine de bu benim ayıbım. Bu kez kısa mesafede, 100 metre engellide geldi altın madalya. Nevin Yanıt oldukça iyi bir performansla kendine ait Türkiye rekorunu da geliştirerek kazandı. O da 24 yaşında Avrupa Şampiyonu olmayı başardı, 2002-2005 yılları arasında atletizm ile ilgilenen her gencimizin orta mesafeye daha bir gönüllü olmasını sağlayan Süreyya Ayhan gibi. Ancak 2010'dan sonra artık Türk gencinin içi kısa mesafeye daha bir ısınacak, Usain Bolt kadar sevdiğimiz bir atletimiz olacak. Bizden biri...

Süreyya Ayhan, ilk bakışta Nevin'den daha fazla gelecek vaat ediyordu. Dünyanın en iyisi olmalıydı o. Ama önce hocası sonra kocası olan Yücel Kop'un kayığına binince bırakalım dünyanın en iyisi olmayı, kendi ülkesinde bile saygınlığını yitirmiş biri konumuna düştü. Nevin Yanıt belki de şu anda evli olduğundan bende daha oturmuş, daha çok güvenebileceğimiz bir kişilik havası uyandırıyor. Umarım böyle olur da Dünya Şampiyonluğu neymiş görürüz, söylemesi bile heyecan verici ama Olimpiyat Şampiyonluğu neymiş tadarız. Avrupa Şampiyonluğun için ve belki daha da önemlisi Türk Milletini Süreyya Ayhan travmasından kurtardığın için sağol Nevin Yanıt...