28 Mayıs 2012 Pazartesi

Sezonun 11'i

Biraz geciksek de sezonun ilk 11’ini yapmadan olmaz. Sezonun 11’inde doğal olarak diğer takımlara açık ara fark yapan şampiyon Galatasaray ve Süper Final’in lideri Fenerbahçe’nin ağırlığı var. Aslında 1-2 ekip dışında kalan takımların hiçbiri sezonu iyi geçirmedi diyebilirim ve bu da Galatasaray ile Fenerbahçe’yi yalnız bırakan bir faktör oldu. Fenerbahçeli oyuncuların bazılarının kulüplerinin geçirdiği kötü periyotla deyim yerindeyse “savaştığını” söylersem çok da yanılmış olmam herhalde.


Kale ile başlayalım;

Fernando Muslera: Galatasaray önemli başarılarını hep yabancı kalecilerle kazanmış bir takım. Simovic, Taffarel ve Mondragon, Galatasaray taraftarının kaleci dendiğinde hemen aklına gelen isimler. Sanırım bu “muhteşem üçlü” artık “kare as” olarak anılmaya başlayacak. Zira Fernando Muslera gelir gelmez sadece şampiyonlukta büyük pay sahibi olmakla kalmadı Taffarel’e ait bir sezonda en fazla gol yemeden maç tamamlama (Clean Sheet) rekorunun da yeni sahibi oldu. Bu rekoru Süper Final maçları henüz gelmeden kırdığını da belirtmeden geçmemek lazım.

Emmanuel Eboue: Geçen yıl Haziran başında bir arkadaşıma “Eboue’yi çok beğenirim, keşke gelse” derken ben dahi bunun bu kadar çabuk olacağını düşünemezdim. Eboue 1 ay içinde Galatasaray’a geldi ve Galatasaray taraftarı ligin 10. haftasından itibaren sağ kanatta kelebek etkisini hissetmeye başladı. Süper Final periyodunda deplasmandaki Trabzonspor maçı dışında “ense” yapsa da, Eboue’nin bu senenin en iyi sağ beki olduğunu çok fazla tartışacağımızı zannetmiyorum.

Joseph Yobo: 2 yıldır kiralık oynadığı Türkiye’ye iyiden iyiye alıştı ve çok kaliteli bir oyuncu olduğunu tüm sezon boyunca hamleleriyle gösterdi. Sezon boyunca özellikle Fenerbahçe kalesindeki her ortada bir anda topu uzaklaştıran bir oyuncu görmek mümkündü: Joseph Yobo. Kiralık olduğu için gelecek sene akıbeti ne olur bilemiyorum ama Fenerbahçe’nin, onu kaybederse, başı ağrıyabilir.

Semih Kaya: Böyle bir ödül yok belki ama ben MIP (En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu) ödülünü kendimce Semih Kaya’ya çoktan verdim bile. Sezon başında Fatih Terim’in ilk 11 planlarında olmayan (ki o planlarda olan isimleri düşününce şu anda tüylerim ürperdi) Semih Kaya formayı aldı ve bir daha bırakmayarak A Milli Takım’a gitmeyi başardı. Çok “cool” yapısının olması izleyenlerde rahatlık ve “tanısam seveceğim bu çocuğu” havası uyandırıyor. Defansta oynamasına karşın atılan her golde sevinmeye herkesten önce koşması ise takım oyuncusu olduğunun bir göstergesi. Galatasaray’da çok fazla kalmayabilir, kalırsa da Fatih Terim kaptan aramasın.

Reto Ziegler: Sol bek mevkii ülkemizde her zaman kanayan yara. Geçen yıl sezonun 11’ine Andre Santos’u yazarken içim rahat değildi, şimdi Ziegler’i yazarken de yine daha iyisi vardı da unutuyor muyum diye düşünmeden edemedim. Kendi standartlarında kötü Ziegler’in yine de ligin en iyi sol beki olması takımlarımızın bu bölge için oyuncu yetiştirmeyi bırakalım, yabancı transferini işini dahi iyi yapamadığını net olarak ortaya koyuyor.

Selçuk İnan: Geçen sene transferinin gerçekleştiği dönemde hemen herkes “Şampiyonluğu belirleyecek oyuncu” diyordu Selçuk İnan için. Kendisi attığı 5 frikik golüyle başlı başına bir yazı konusudur zaten. Galatasaray’ı sezon boyunca savunmadan hücuma kadar bir arada tutan oyuncu olmayı çok iyi başardı. Hagi’nin bir sezonda attığı 5 frikik golü rekoruna ortak olması da cabası. Bu sene 13 gol atan Selçuk İnan’ın Burak Yılmaz ile birlikte sezonun en iyi oyuncusu olduğunu söylersek çok da yanılmış olmayız diye düşünüyorum.

Felipe Melo: Kiralık olarak  geldiğinde akıllarda çok fazla soru işareti vardı çünkü o resmen bir “bidon”du. Galatasaray’ın kendisine ödediği para ise Fenerbahçe standardındaydı ve bu durum Felipe Melo’nun bunu geri ödemesi için çok çok iyi olması gerektiği anlamına geliyordu. Meraklasına Felipe Melo bunu fazlasıyla yaptı. Seneye onun da buralarda olup olmayacağı belli değil ama şurası çok net: Kişiliği ve oyun karakteri ile marjinal olduğunu 1 sezonda Türklerin kafasına kazıdı.

Doka Madureira: Bulgaristan Ligi’nin en iyi oyuncusu İstanbul BB’ye geldiğinde benim dikkatimi çok fazla çekmişti açıkçası. Zaten daha ligin ilk haftasında, Galatasaray maçında herkese farklı bir oyuncu olduğunu hissettirmeyi başardı. O maçtan sonra “Bu sene ligin en çok faul yapılan ismi Doka olur” düşüncesi oluşmuştu kafamda ama şu an istatisiği tam olarak bilmiyorum. Özellikle Süper Final’de attığı 5 golle önemli zamanlarda, zor dönemlerde güvenilebileck bir oyuncu olduğunu da ispatladı ve bence sezonun 11’inde olmayı fazlasıyla hak etti.

Pablo Batalla: Normalde Alex’in olmasına alıştığımız bölgede bu kez bana kalırsa Pablo Batalla var. Gerek ligde gerekse Türkiye Kupası’nda tüm sezon boyunca Bursaspor’un en önemli “driver”ı konumunda oldu. Golleri, asistleri ve bu sezon çok fazla dikkat çeken kafa vuruşlarıyla her takım taraftarına “keşke bizde olsa” dedirttiğini düşünüyorum. Ligin ikinci yarısında Sebastian Pinto ile yakaladığı uyumu da düşününce “Seneye Batalla’yı izlemek lazım” diyorum.

Miroslav Stoch: Dönem dönem yedek kaldı, kötü oynadı ama yaptıklarıyla Stoch sezona damgasını vuranlardan biri olmayı başardı. Attığı her golün estetik olması kolay hatırlanmasını kolaylaştırıyor elbette ama Miroslav Stoch’un başarısını sadece attığı estetik gollere dayandırmak Slovak’a büyük haksızlık olur. Hızı, çalımları, şutları ve oyun görüşüyle tam bir kanat oyuncusu. Fenerbahçe eğer Stoch’u tutmayı başarabilecekse solu uzun zaman düşünmesin, sağa bir Stoch aramaya devam etsin. Bulamazsa Galatasaray’ın almak istediği bir sağ açığa el atsın, eminim o da Stoch kadar iyi çıkacaktır.

Burak Yılmaz: Buraya sadece “Bu sezon 33 gol attı” yazsam zaten yeterli olur. Burak Yılmaz’ın 2 kez takasta para üstü olarak verilen oyuncu olduğunu hatırlatmakta fayda var. Buradan Burak Yılmaz’ı şimdiye kadar sağ açık oynatan bütün teknik adamlara selam göndermek istiyorum: “Bravo, bir gol makinesini öldürmeyi az daha başarıyordunuz”. Son 2 yılda 52 lig golü bulunan Burak Yılmaz’ın bundan sonra aşağı yukarı bu ortalamayla devam edeceğini ve blogda birkaç kez daha sezonun 11’ine konuk olacağını düşünüyorum.  

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Galatasaraylı Gözüyle Kadıköy'de Şampiyonluk


Bilet alma süreciyle başlayalım. Şampiyonluk maçında taraftarından yoksun kalacak takımımızı Kadıköy’de desteklemek aklımda kesinlikle vardı ama bilet bulma konusunda ciddi sorun yaşayacağımı iyi biliyordum. Tam bu noktada Fenerbahçe kongre üyesi bir arkadaşım devreye girdi ve 4 bilet ayarlayacağını belirtti. Kendisine buradan tekrar teşekkür ediyorum. Biz de 2 Galatasaraylı 2 Fenerbahçeli’den oluşan bir grup olarak Şükrü Saracoğlu Stadı’na yerimizi almaya karar verdik.

Maç öncesinde Üsküdar’dan Kadıköy’e geçerken taksicinin stada gideceğimizi söyler söylemez “Siz Galatasaraylı mısınız” sorusu bizi küçük bir şoka uğrattı. Üzerimizde Fenerbahçe ile alakalı hiçbir şey olmaması durumumuzu net bir şekilde gösteriyormuş taksiciye göre. Neyse ki, bunu duyduktan sonra hayati tehlikeyi atlatmak isteyen Galatasaraylı arkadaşım bir Fenerbahçe atkısı aldı. Ben mi, öyle bir ihtimal yok…

Stadı iyi bilmediğimiz için tribünü bulmamız biraz zaman aldı. Stadın etrafında neredeyse bir tam tur döndükten ve daha maç öncesi taraftarla polis arasında ufak tefek tartışmalar olduğunu net olarak gördükten sonra giriş kuyruğuna gelebildik. Asıl sıkıntı burada başladı. Taraftar taşkınlığından ötürü polis herkesi tek kapıya yöneltti ve bu da inanılmaz bir curcunaya sebep oldu.

Stada bir şekilde girmeyi başardık ve maçı beklemeye başladık. Bu arada Fenerbahçeli taraftarların maçın büyük önemi ve tansiyonunun aksine stat içinde benim beklediğimden çok daha sakin olduğunu büyük bir mutlulukla gördüm. Eski yıllarda TV başından dahi hissettiğimiz o baskılı atmosferi saha içinde o denli hissetmemek şampiyonluk maçı öncesi bir Galatasaray taraftarının yüreğine su serpti elbette. Bir söz de ilk kez gittiğim Şükrü Saracoğlu Stadı için. Bir kere stat etrafından önemli yollar geçtiğinden dar bir alana yapılmak zorunda ve bu da tribünlerin tamamının, üst katları stattan uzak olan Türk Telekom Arena’dan farklı olarak, sahaya yakın olmasını sağlamış. Yakın tribünler ciddi bir baskı oluşturuyor ancak stat 11 sene öncesinin mimarisiyle yenilendiğinden akustiği çok üst seviyede değil.

Maçın başlamasıyla bizi hem bir heyecan aldı hem de Galatasaraylı olduğumuzu belli etmememiz gerektiğinden sürekli tedbirli olmak durumundaydık. Gerçi bunu ilk yarıda Eboue’nin Baroni’ye kaptırdığı top ve maçın sonuna doğru Cüneyt Çakır’a “Bitir ulann” diye bağırdığım pozisyon dışında başardım ama maç sonunda etraftaki Fenerlilerin beni duyacak hali zaten yoktu, herhangi bir sorun olmadı.

Maça gelirsek, kendi kendime “Biz gol atamayız bu maç” dediğimde 17. dakikaydı. Zaten Fatih Terim de benim maç öncesi beklentimin aksine, beraberliğin Galatasaray’da olduğunu hatırlatırcasına, önce savunma mantığıyla sahaya çıkmış. Bu, sene içinde yazdığım Mircea Terim yazısında olduğu gibi, Terim’in repertuvarını genişlettiğin bir başka göstergesi oldu. Ancak şampiyonluğa rağmen şunları da belirtmek lazım: Çok sevdiğim bir oyuncu olmasına rağmen Milan Baros mantalite olarak bitmiş, tanktan bir farkı yok. Riera zaten burada hiç başlamadı ve bana kalırsa takımdaki son karşılaşmasını oynadı. Emmanuel Eboue, Trabzon deplasmanı dışında sürdürdüğü Süper Final tatiline bu maçta da devam etti. Elbette olumlu noktalar da yok değil… Başta Semih Kaya olmak üzere, Muslera, Engin Baytar, Melo, Selçuk sahada her şeyini vererek şampiyonluğun Galatasaray’a gelmesinde çok yararlı oldu.

Fenerbahçe için bakacak olursak, son 6 senede 3. kez şampiyonluğu son hafta kaybeden loser bir takım görüyoruz. Bu taraftarların moralini bozmaktan öte coşkusunu kaybetmesine yol açmış. Daha önce de belirttiğim gibi bu maçta stattaki taraftar profili “Vururuz, kırarız, bu maçı alırız, şampiyonuz” mantığından çok uzakta “Ne olacağını göreceğiz, şansımız var ama belli olmaz” şeklindeydi. Nitekim dakika 60’tan sonra yavaş yavaş güvenini kaybetmeye başlayan Fenerbahçe taraftarları oyuna müdahalede yetersiz kaldığını düşündükleri Aykut Kocaman’a inanılmaz küfürler etmeye başladı. Bu küfürlerden Stoch ve Dia da nasibini alıyordu ama Dia kırmızı kart gördükten sonra dahi Aykut Kocaman’ın seviyesine gelmedi. İyi bir teknik adam olmadığını her zaman söylediğim Aykut Kocaman’ın kredisinin Şükrü Saracoğlu Stadı’nda dahi bu kadar az olduğunu görmek beni inanılmaz şaşırttı. Türkiye Kupası Finali’nden çıkacak olumsuz bir sonuçta Fenerbahçeli dostlar çeşitli sürprizlere hazır olsun diyebiliyorum sadece.

Fenerbahçe’nin biraz daha üstün olduğu maç 2 takımın da doğru dürüst pozisyonu olmadan ama asıl önemlisi hiçbir önemli taşkınlık yaşanmadan bitti bitmesine ve Galatasaray şampiyon oldu. Asıl olaylar da oradan sonra başladı. Zaten 3 Temmuz süreci, Shakhtar maçı, Çağlayan olayları sebebiyle Emniyet ile arası kötü olan Fenerbahçe taraftarı, maç boyunca sakin olsa da, birkaç provokatörün verdiği gazla sahaya girmeye ve gerek polis gerekse güvenlik görevlilerine saldırmaya başladı. Belki bu noktada polisin ne kadar doğru davrandığı da sorgulanacaktır ama 52000 kişini olduğu yerde 3000 polisin olayları kontrol altında tutmasının çok basit bir iş olmadığını bilmek gerek. Sıkılan biber gazlarıyla stat bir anda boşaldı boşalmasına lakin gerçek kaos stat dışında başladı. 2-3 yaşında gazdan etkilenen kız çocukları, yaşlı hanımlar, astım hastaları kalabalıktan kurtulmak için adeta yardıma muhtaçtı. Özellikle olayların Kadıköy sokaklarına hatta Metrobüs durağına taşması, polisin burada da kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın biber gazı kullanamaya devam etmesi de ortalığın savaş alanına dönmesinde payı olan faktörler... İstanbul, o saatlerde o kadar karışmış bir durumdaydı ki, insanlar çeşitli ilçelerde polisle kavga ediyor, metrobüsler taşlanıyor aynı zamanda da kutlamalar yapılıyordu. Biz Florya’ya gitme düşüncesiyle Kadıköy’den yola çıktık fakat ancak 2.5 saat sonra ulaşabildiğimiz Zincirlikuyu’dan Anadolu’ya geri dönmek zorunda kaldık.

Tabii aynı anda Galatasaray takımı Şükrü Saracoğlu Stadı’nda kupa almak için uğraşıyormuş. Kupa 21. yüzyılı yaşayan demokrasinin hâkim olduğu bir ülkeye asla yakışmayacak şekilde, yetkililer tuvalete giderken dahi icazet almak zorunda olduğundan, Başbakan’a danışılarak ve karanlık bir statta verildi. Bu durum ülke futbolunun, Türkiye Futbol Federasyonu’nun bir yüz karası olsa da, Galatasaraylılar merak etmesin, bu kazanılan kupanın ışığı önümüzdeki 4-5 senede sadece Galatasaray’ın değil, tüm Türkiye’nin Avrupa yolunu aydınlatacaktır.

Sonuç olarak 90 dakikalık Fenerbahçe-Galatasaray maçından bağımsız olarak gelişen maç sonu olayları dışında olması gerektiği gibi bir derbi seyrettik. Bu anlamda, şampiyonluğu kaybettiği için içi kan ağlayarak da olsa, maç sonunda Galatasaray’ı alkışlamayı başaran Fenerbahçe Yönetimi’ni tebrik etmek gerekiyor. Tam bu noktada Emniyet ile Fenerbahçe arasındaki ezeli olmayan ancak ebedi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen rekabetin de bir şekilde sonuçlanması, tatlıya bağlanması gerekiyor. Futbolun, sporun zirvesi olduğunu düşündüğüm böylesine görkemli bir maçtan sonra, tüm dünyaya rezil olmanın ötesinde, İstanbul’un savaş alanına dönmesi Türkiye’nin bir daha asla karşılaşmaması gereken bir durum…