21 Nisan 2010 Çarşamba

HOLLANDA'YA BAK HELE


Eşcinsellere evlenme izni verecek kadar özgür(!) bir ülke olan Hollanda'nın teşvik primini serbest bırakmasına şaşırmamalı. Hollanda Futbol Federasyonu, son hafta maçlarının oynanacağı ligde lider Twente'nin 1 puan arkasında bulunan, son 13 maçını kazanarak şampiyonluk potasına giren 2.sıradaki Ajax'ın son maçta Twente'nin rakibi olan, hiçbir iddiası bulunmayan NAC Breda'ya teşvik primi vermesi halinde bu kulübe herhangi bir yaptırım uygulanmayacağını açıkladı. Tabii her koşulda, son haftaya kadar yarışı harika götüren Twente'nin son hafta maçını da kazanarak şampiyon olması gerektiği düşünülebilir ancak federasyonun bu açıklaması olaya UEFA'nın dahi müdahil olmasını gerektirecek cinsten. Neyse ki Hollanda'da kupa arası var ve bahsi geçen karşılaşmalar Mayıs ayının ilk hafta sonunda oynanacak. Teşvik priminin önüne geçilmesinin çok zor hatta imkansız olduğu gerçeği de önümüzde duruyor fakat gerkli kurumların devreye girmesiyle bunun en azından açık açık olması engellenecektir.

19 Nisan 2010 Pazartesi

HÜRRİYET BIRAKMAZ



Görüntü hafta sonundaki Ankaragücü - Gençlerbirliği maçından. Ankaraspor'dan sonra Ankaragücü'nde de kaptanlık görevine getirilen ve kendisini ispatlayan ön libero Hürriyet Güçer, kramponu ayağından fırlamasına rağmen oyunu bırakmıyor. Günümüzde futbol milyonlarca lira kazanılan bir sektör haline geldi ve oyuncuların sürekli kendisini sakınmasından ötürü doğallığını kaybediyor. Ancak hala Hürriyet Güçer ve Servet Çetin gibi oyuncuların olduğunu görmek de çok güzel. Hürriyet o pozisyonda ufak bir darbeyle sakatlanabilirdi de ancak o mücadeleden vazgeçmemeyi seçerek özverisini ortaya koydu. Zaten oyun yapısı itibariyle de maçın her anı nda savaşan, teknik kapasitesi yüksek olmayan, sarı kart görmeden rahat edemeyen, halk arasında kazma, teknik adamlar arasında en faydalı oyuncu olarak isimlendirilecek bir futbolcu Hürriyet Güçer. Bundan sonra biraz daha dikkatle seyretmenizi öneririm.

NBA'E DÖNÜŞ ----- 2010 PLAY-OFF


Uzun bir aradan sonra bir NBA maçını baştan sona izleme fırsatı buldum. Çok uzun zaman olmuştu bu zevkten mahrum kalalı. Phoenix - Portland maçıyla sahalara döndük diyelim. Artık bazı star oyuncuların isimlerini dahi duymadığımı fark edince NBA'e dönüşümün kaçınılmaz olduğunu hissettim açıkçası. Play-Off'larla birlikte dönmek daha zevkli oldu zira Play-Off maçları normal sezondaki karşılaşmalara göre çok daha zevkli ve çekişmeli geçiyor. Basketbolda görsel şova olduğu kadar mücadeleye de önem veren biri olarak NBA'i Euroleague'den çok da üstün bir platform olarak görmem, baştan bunu söylemem gerekiyor. Mücadele isteyen biri olarak Phoenix maçını seçmek ilk yanlışım oldu tabii. Mücadele ve savunma gücü oldukça düşük, yıldızlarıyla yediğinden fazlasını atmaya çalışan bir Phoenix ile asla küçümsenmeyecek starlarıyla takım oyunu oynamaya çalışan Portland'ın maçında takım oyunu ve mücadele galip geldi.

Seriye saha avantajıyla başlayan Phoenix, daha ilk maçta bu avantajını kaybetmiş oldu. Steve Nash, A. Stoudemire gibi oyuncuların hücum opsiyonları dışında çok da bir numara üretemediler açıkçası. Böylesine az opsiyonu olan bir takım ne kadar kaliteli oyunculara sahip olursa olsun NBA Şampiyonluğu'nda iddialı olmasına imkan yok doğal olarak. Bu 2 ismin dışında benchten gelen isimlerin önemli katkısına rağmen kendi sahalarında yeniliyorlarsa koç Alvin Gentry'nin oturup ciddi ciddi serinin geri kalan kısmı üzerinde kafa yorması gerekiyor. Ben özellikle 37 yaşındaki Grant Hill'e şaşırdım. Eski performansını beklemiyorum ama grant hill'i Grant Hill yapan yüksek post atışlarını unutmuş gibiydi, bunları gözü kapalı sokan bir adam için çöküş bir durum. Bir parantez de Jason Richardson için... Bazı oyuncular kariyerlerinde mevki ve tarz değiştirirler, Richardson da daha savunmacı ve içeriyi zorlayan bir isimken 3lükçü olup çıkanlardan. Phoenix tur atlayacaksa bu adam eski kimliğini kesinlikle hatırlamalı. Steve Nash'in soluklandığı zamanlarda oyuna giren Dragic tam bir baş belasıydı. Steve Nash 36 yaşında ama 48 dakika oyunda kalsın istiyor insan özellikle Dragic'i gördükten sonra.

Portland tarafına baktığımızda öne çıkan bir hayli isim vardı, takım oyunu oynayınca neredeyse bütün isimlerin göze hoş gelmesi çok doğal tabii ki. Ancak sahanın tartışmasız en iyisi Andre Miller'dı. Her zaman çok kalite bir isim olduğunu bilirdik ama bunu genele yayamazdı, bu sazı eline aldığı maçlardan biri oldu. Zaten Miller bu kadar iyi oynadıktan sonra Marcus Camby, Alridge ve Batum gibi oyuncuların kötü oynama ihtimali neredeyse 0'a yakınsıyor. Marcus Camby gençlere taş çıkartırcasına oynadı ve Amare'ye deyim yerindeyse papuç bırakmadı. Maç öncesi Phoenix'in bir adım önde olduğunu düşünsem de daha fazla takım olan Portland'ın kazanması hoşuma gitti, özellikle Brandon Roy gibi bir adamın yokluğunda.

Hidayet Türkoğlu karar değiştirmeyip Portland'a gitmiş olsa bu takıma hem bir sınıf daha atlatmış olur, hem de şu anda Play-Off'larda yer alabilirdi. Belki ayrı bir yazının konusuna giriyor ama Türk oyuncuların takım tercihi hususunda her zaman yaptığı hatalardan birisine düşen Hidayet'i bu takımda görmek çok güzel olabilirdi. Bu seride Phoenix'e elense bile bu mücadeleyi gösterdiği sürece Portland, önümüzdeki sezonlarda çok daha yarışmacı bir takım olacaktır.

17 Nisan 2010 Cumartesi

ÇOK ZAMAN OLMUŞTU - MANİSA 1-2 G.SARAY


5 maç sonra deplasmanda galibiyet almak güzel. Hoş, Galatasaray bu ligde deplasmanda puan kaybedecekse ilk tercih memleketimin takımı Manisaspor olur ancak lig 3.lüğünün bile tehlikede olduğu şu pozisyonda Manisaspor vs. dinleyecek durumumuz yok. Zaten geride kalan haftalarda çok kötü bir performans gelmediği sürece Manisaspor'un küme düşeceği de yok. Önümüzdeki sezon kulüplerin gelirlerinin 2 katından fazlasına yükseleceğini düşünürsek borçsuz bir kulüp olan Manisaspor'un ligde kalması daha yarışmacı bir kimliğe bürünebilmesi açısından çok önemli.

Manisaspor - Galatasaray maçına dönersek, inanılmaz yavaş oynayan bir Galatasaray vardı sahada. Bunda Arda'nın son derece moralsiz oluşunun yanında Elano'nun orta sahadaki maestro görevini hiç ciddiye almazcasına yapmasının büyük payı var. Elano takımın öne doğru olan sirkülasyonunda bir numaralı opsiyon olması gereken adam ancak paslarına baktığımızda genelde geriye veya yana olduğunu görüyoruz. Bugünkü çok silik olan performansı daha evvelkilerden iyi bile sayılabilirdi, kendisini gol pozisyonuna girerken ve 1 şut çekerken gördük zira. Sonuç olarak Galatasaray için bu sezonki en büyük frenlerden birisi oldu Elano, satılacaksa satılmalı veya kendisini ciddi biçimde toparlamalı Brezilyalı.

Elano'nun aksine Keita Galatasaray'ın bu sezon iyi oynadığı maçlarda genelde başroldeki isimdi, ancak hafta arası yaşadığı hafif sakatlık ve kaçırdığı idmanlar kendisini biraz etkilemiş. Zaten Keita opsiyonunu kullanamadığı zaman sıkıntı yaşayan Galatasaray'ın elinde Arda ve Elano'nun durgınluğu da eklenince hücum adına sadece Milan Baros kalmıştı, o Allah'tan bugün iyiydi. Rakiple boğuştu, top sürdü, duvar oldu, gol attı ve ilerleyen haftalarda da en büyük koz olmaya devam edeceğini gösterdi.

Savunmaya ayrı bir parantez açmak gerek, özellikle savunmanın göbeğine. Neill ve Hakan Balta her topta üzerlerine düşeni yapıyorlar ama Caner'in her zamanki ve Sabri'nin bu sezon arada sırada olan savruklukları pahalıya mal oluyor. Nitekim bugün Sabri'nin yerini kaybetmesinden dolayı kalesine gol attı Mehmet Topal. Gerçi o vuruşu rakip kaleye yapması pek mümkün değil ama sağlık olsun diyeceğiz, yapacak bir şey yok. Kendi kalesine atmasına rağmen uzun bir aradan sonra böylesine mücadeleci ve pozitif futbol ortaya koyan Topal'ı da tebrik etmek gerekiyor. Valencia muhabbeti yaramıştır umarım.

İlk hedef lig 3.lüğü olmalı her zman dediğim gibi. Galatasaray'ın gelecek sezonu erken açmak gibi bir lüksü yok. Hem Dünya Kupası'nın olması hem de bu sezondan alınan dersler böyle bir seçenek bırakmıyor Galatasaray'a. Tabii kalan maçların hepsinde alınacak galibiyetler Galatasaray'ı Şampiyonlar Ligi'ne taşır ancak bu futbolla bu ihtimalin hiç de yakın olmadığı bir gerçek. Özellikle haftaya lider Bursaspor ile oynanacak olan maç bu yolda tam bir mihenk taşı konumunda diyerek asıl sözü gelecek haftaya bırakalım.

16 Nisan 2010 Cuma

BEŞİKTAŞ'TAN BÜYÜK GOL

Milliyet Gazetesi Galatasaray'ın Serdar Özkan ile ilgilendiğini hatta olayın ilgi boyutunu geçip Arda Turan'ın da en yakın arkadaşı olan Serdar ile protokol imzaladığını iddia etti. Serdar gelirse son 1 yılda Gökhan Zan'dan sonra Beşiktaş'tan Galatasaray'a bedava geçen ikinci isim oalcak. Asıl güzel olan ise Milliyet'in bu haberi büyük bir yanlışlıkla(!) "Kartal'dan Cimbom'a gol" başlığıyla duyurmuş olması.

Şaka bir yana, Gökhan Zan'da yaşanan sıkıntıların Serdar'da da yaşanma ihtimalinin yüksek oluşu olası bir transferde golü atanın Beşiktaş olacağı izlenimini veriyor bana da. Zira, Milli Takım'ın defansı diye alınan Gökhan, Beşiktaş'ta olduğu gibi Galatasaray'da da sakatlıklarla boğuştu ve neredeyse forma giyemedi. Serdar Özkan'ın sakatlık boyutunda şu ana kadar pek bir problemi olmadı belki fakat önemli bir yıldız adayıyken parlayamaması, disiplinsiz hareketleri ve daha bu kadar genç yaşında sigaralı görüntülerinin çarşaf çarşaf yer alması benim aklımda soru işareti bırakan olaylar. Bu transferin olmamasına daha çok sevinirim açıkçası. İyisi mi Haziran başını bekleyelim...

15 Nisan 2010 Perşembe

2010 - GLASGOW RANGERS


Sezon sonu yaklaştıkça bu sezon kalburüstü performans gösteren takımları da yavaş yavaş masaya yatırmaya başlamak gerekiyor. İlk durağımız İskoçya. Her daim hem büyük çekişmenin hem de büyük kopuşların yaşandığı bir lig İskoçya Ligi. Glasgow Rangers ve Celtic kendi arasında şampiyonluk için çekişirken, diğer takımlardan neredeyse ilk yarının sonunda ayrılmış olurlar. Nitekim bu yıl da öyle oldu. Normal sezon sona erdi ve 2. Celtic ile 3. Dundee United arasında 7 puan gibi azımsanmayacak bir fark var. 5 maçlık Play-Off serisinde bunun kapanması çok da olası durmuyor. Ancak asıl şaşırtıcı olan ise Glasgow Rangers'ın alıp başını gitmesi. 33 maçlık normal sezon sonunda daha 5 maçlık Play-Off periyodu oynanacak olmasına rağmen Celtic'e 11 puanlık fark yaparak şampiyonluklarını hemen hemen kesinleştirdiler. Zaten bu 2 takımdan biri şampiyon olacaktı fakat bu kadar fark olması Avrupa'da işlerin iyi gitmediği bir sezonda Rangers taraftarını biraz mutlu etmiştir, burası kesin.

Walter Smith'in menajerliğinde yola devam eden Rangers, İskoçya'yı Şampiyonlar Ligi'nde temsil ederek sezona girdi. Stuttgart, Sevilla ve Unirea'nın bulunduğu kolay olarak adlandırılabilecek bir grupta kendi evlerinde 0 çektiler ve toplamda 2 puan alabildiler. Zaten bu tip büyük organizasyonlarda evinde başarılı olamayan kulüplerin ilerleme şansı yok. Rangers da grupta sonuncu olarak İskoçya Ligi'ne erken dönüş yaptı. Celtic'İn de Avrupa Ligi gruplarından Şubat'ı göremeden elenmesi İskoç Ligi'ne önem veren 2 ekibin ligde büyük kapışmasına dönüşecek diye düşündürmüştü beni ama Rangers Celtic'e bu imkanı tanımadı.

2 aydır gol atamasa da ligde 21 golü bulunan Kris Boyd'un önderliğinde ilerleyen Rangers, 39 yaşındaki kaptan kalecisi David Weir, savunma oyuncusu Whittaker ve atak oyuncusu Kenny Smith'ten bu sezon oldukça faydalandı. İngiltere Premier Ligi'ne oyuncu yetiştiren ve genelde büyük transferlerin yapılmadığı bir lig olan İskoçya'da Walter Smith ile sistemini hemen hemen oturtmayı başaran Rangers'ın en son 2008 yılında yakaladığı UEFA Finali başarısına yakın bir performansı ben gelecek sezon bekliyorum. Takip etmeniz şiddetle tavsiye edilir.

12 Nisan 2010 Pazartesi

DİKKAT BU STATTA PROTESTO VAR!!!


Hafta sonu okulumuzun bize bahşettiği tatil kapsamında "off" pozisyondaydık belki ancak Diyarbakır maçı dahilinde yaşananları sezonun başından alarak bloga taşımamak olmazdı. Biraz geç de olsa başlayalım,

Öncelikle Ultraslan'ın maçtan önce internet sitelerinde çeşitli forumlarda bu maçta bir protesto olacağını açıkladığını biliyoruz. Ki bana göre de taraftarın sonuna kadar haklı olduğu, futbolcuların, yönetimin ve teknik heyetin tek kelimeyle başarısızlık içerisinde süründüğü, hatta daha da öte futbolcuların 2'si 3'ü hariç Galatasaraylılık ruhu denen şeyden yoksun olduğu, son maçlarda bas bas bağırıyordu. Kaybedilen Türkiye Kupası, Avrupa Ligi ve son olarak da neredeyse biten şampiyonluk umutları taraftarı bu yola sevk etti. Olay sadece başarısızlık boyutunda kalsa bir yere kadar tolere edilebilirdi, zira bu takım 14 sene şampiyon olmamışsa ve bugün hala 20 milyonun üzerinde taraftardan bahsedilebiliyor ve bunların çoğu da o döneme tanıklık etmişse bu renk aşkının en büyük göstergesidir.

Leo Franco, Jo Alves ve kaptan Arda Turan neredeyse bütün takıma gösterilen tepkinin patlama yaptığı isimler oldu. Leo Franco için zaten herkes sezon başından beri kısık sesle her maçta söylenip duruyordu, ilk Fenerbahçe maçından sonra Ali Sami Yen'de de takımı yakınca bu son kaçınılmaz oldu. Hoş, Leo Franco iyi bir kaleci olabilir ama Mondragon görmüş bir taraftar çok daha iyisini beklemekte haklı. Jo Alves'e az bile yapıldı demek istiyorum ama adab-ı muaşeret bilen insanız o yüzden susmak gerek. Yaptığı işi ciddiye almayan, bazı arkadaşları belki de kan ağlarken alemlere dalabilen bir futbolcunun bu takımda yeri yok. Sezonun ortasında başka bir futbolcunun gönderilmesiyle kadroya katılan bir futbolcunun işin biraz bilincinde olması gerekiyordu. Zaten bu saatten sonra bu 2 futbolcunun ayrılacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bir de devre arasında gönderilen Nonda'nın şu anda badem gözlü konumuna gelişi var ki bizim spor yazarlarımızın ne kadar beleş insanlar olduğunu açıkça gösteriyor. Yahu düz yolda yürüyemeyen bir adam değil miydi bu arkadaş? İşin zor boyutuysa Arda Turan. Evet geçenlerde de yazdığım gibi Arda Turan kaptanlığı iyi kotaramıyor olabilir, ancak Arda'nın çok iyi bir Galatasaraylı olduğu gerçeği o kadar açık ki. Yenildiğimiz maçlardan sonra gerçekten üzüldüğüne inandığım futbolculardan biri Arda. Belki özel hayatını Galatasaray kaptanının değil de normal bir gencin yaşaması gerektiği gibi hareketli ve göz önünde yaşadığından taraftar ona yüklendi fakat onun takım için önemli bir değer olduğunu da unutmamalıyız.

Bu protesto ve Diyarbakır galibiyeti gelecek haftaları hatta gelecek sezonu nasıl etkileyebilir diye düşünürsek; oyuncular biraz daha silkinecektir ama bu kendilerine gelmek için büyük ihtimalle yeterli olmaz. Frank Rijkaard'ın kamp uygulamalarına başlaması yönetim zoruyla olduğu için şık görünmese de doğru bir uygulama. Her zaman disiplinle bir yerlere gelen Türk futbolcusunun yanında Jo Alves Elano gibi iplemez yönleriyle ön plana çıkan oyuncularınız varsa bu kamplar Allah'ın emri. Kalan maçlarda 15 puan toplamak çok zor bir hedef olarak duruyor futbolcularımızın önünde, çok zor (hatta ben inanmıyorum) fakat Şampiyonlar Ligi'ne katılmak için zorunlu bir hedef.

Son not da Milan Baros için. Baros ve Kewell'ın yokluğu Galatasaray'ı çok etkiledi. Umarım en azından Baros'un dönüşü gelecek sene Şampiyonlar Ligi'nde yer almamızı ve bu sayede yaz aylarında elimizin daha güçlü olmasını sağlayacaktır.

7 Nisan 2010 Çarşamba

"İNSAN DEĞİL"


Her hafta olmasa da 1 maçta 4 gol atan oyuncular görmüyor değiliz. Ama bu adam bambaşka bir oyuncu. "İnsan değil" dünya çapında yaygın bir ifade haline geldi Messi için. Sadece gol atmak değil, çelimsiz vücuduna rağmen dayanıklılığı, sürati ve takım arkadaşlarının da topun aynı oranda sahibi olduğunu gösterircesine verdiği paslar onun dünyanın tartışmasız en iyi oyuncusu olmasını sağlayan şeyler. Cristiano Ronaldo gibi bir futbol azmanıyla aynı dönemi paylaşmasına karşın Messi bu "en iyi" sıfatını "tartışmasız" bir şekilde hak ediyor. Barcelona gibi ayağa top oynayan bir takım olan Arsenal, son kurbanı oldu Messi'nin. Wenger'in açık futbol anlayışı Messi'nin en çok isteyeceği şeydi açıkçası, bu fırsatı kaçırmadı ve El Clasico öncesi 4 gol atarak Real Madrid'e gözdağı verdi. Arsenal için de bir şeyler söylemek gerekirse, açık ve göze hoş gelen kollektif futbol anlayışı elbette çok önemli ancak futbol büyük futbolcularla oynanıyor. Büyük turnuvalar takım oyununun yanında büyük futbolcularla kazanılıyor. Ve maalesef Wenger'in yakalayamadığı belki de tek nokta bu.

Hafta sonu Bernabeu'da harika bir maç izleyeceğimiz kesin gibi. Oradaki son maçı 6-2 kazanan Messi'li Barca ile form patlaması yaşayan Ronaldo-Higuain A.Ş'nin Real'inin c.tesi 23.00'daki kapışmasını şimdiden iple çekiyorum. Ve son olarak gönlümüz tabii ki Los Merengues'ten yana...

5 Nisan 2010 Pazartesi

KEPENKLER İNSİN ---- SİVASSPOR 1-1 GALATASARAY


Şampiyonluğa resmi anlamda havluyu bu akşam itibariyle atmış bulunuyoruz. Galatasaray şampiyonluktan yine geçen seneki Ankaraspor maçındaki gibi bir son dakika golüyle uzaklaştı. Hatta takımın gidişatına bakılırsa bu sezon da yine geçen seneki gibi Temmuz başında Avrupa mesaisi başlayacak. Her sene şampiyonluk beklemeyi geçtim, yıllardır Şampiyonlar Ligi'ne giremeyen bir takım haline geldi Galatasaray. Türkiye'de son zamanlarda yerleşmeye başlayan bir kavram var: "marka değeri". Ancak Galatasaray markası Avrupa'da sadece transferlerle anılır olmaya başladı, başarılarımızla gündeme gelemiyoruz. Bilmem farkında mısınız ama Fatih Terim'in EURO 2008'den önce dediği gibi kendimizi tekrar hatırlatma zamanımız geldi de geçiyor bile. Bunun için de gelecek sezon Başkan Polat ve yönetimin son şansı olacak, bu da bu kadar net.

Sivas maçı yazısında neden bu kadar genel konulara girildiği ise ayrı bir konu ancak insan dertli olunca lafın nereye gittiğine çok dikkat edemiyor. Sivas maçında, Fenerbahçe'nin Ali Sami Yen'deki taktiğine benzer bir şekile sahaya çıkan Galatasaray'da Rijkaard belki ilk kez Turkcell Super Lig'e uygun bir kadro çıkardı. O da yıldızlarla iş yapılamadığını görünce mecburen mücadeleyi ön plana çıkaran oyunculara yöneldi ve rakibin hatasıyla gol bulmayı hesapladı(Bu Rijkaard için bir gelişme mi gerileme mi tamamen ayrı bir yazının konusu). Nitekim, futbolcu mu kabzımal mı olduğu anlaşılamayan Sedat ve her hafta Galatasaray ile oynasa şampiyon olacak Yasin'in hatasından da golü buldu Galatasaray. Hani iyi futbol yoktu, haftalardır deplasmanda galibiyet yoktu ama bu kez ilk yarıda mücadele vardı. 2.yarı öncesi bunu görmek iyiydi derken 2.yarıda yine geçtiğimiz haftalardan farkı olmayan bir Galatasaray çıktı ortaya. Özellikle Rijkaard'ın taraftarı ağlatırcasına yaptığı Keita-Jo değişikliği Galatasaray'ın sonunu getirdi. İstikrar için Rijkaard'ın kalmasından yanayım her zaman lakin umuma açık bir mekanda maçı izlerken yanımdaki 11-12 yaşındaki çocuğun "Şimdi bu adam Keita'yı çıkarır, maçı kaybederiz" sözünün gerçek olması, her zaman söylenen bu değişikliği çocuklar dahi yapmazdı sözünü Rijkaard'ın doğrulaması açıkçası insanın ümidini kırıyor.

Galatasaray gibi bir takım, skor 1-0 olunca geriye yaslanmamalı, özellikle düşme potasında yer alan, adam gibi galibiyeti bile olmayan takımlara karşı. Galatasaray'ın durumunu zaten maçlarda en çok koşan oyuncusunun genelde Elano olması ve bu oyuncunun takıma pozitif etkisinin hemen hemen 0 olması, sezonda toplam 6 puan alınan rakiplerin Ankaraspor, Denizlispor, Gaziantepsor, Kasımpaşa ile sınırlı kalması az çok özetliyor. Kalan haftalarda, şampiyonluktan umudum kalmadı ancak, hiç değilse Şampiyonlar Ligi veya Avrupa'ya daha geç katılımı sağlayacak olan Lig 3.lüğünü ciddi biçimde kovalamalı Galatasaray.

2 Nisan 2010 Cuma

MEHMET TOPAL'I DA AL GİT!!!

Türk Takımlarının en büyük sıkıntısı dışarıya oyuncu gönderememek. Hala 10 sene önce gönderdiğimiz Tugaylarla, Nihatlarla övünüyoruz. Avrupa'da yetişen gençlerimizin sayıca çok olması adımızın duyulması için yeterli oluyor ama naçizane Türk topraklarında yetişip de Avrupa'ya gönderdiğimiz futbolcu sayısı maalesef çok az. Oyuncularımız da sağ olsun Real'den Chelsea'den aşağıya bakmamaya çalışıyor. Gerçi son zamanlarda gidenlerin büyük bölümü Rusya'yı mesken tutmaya başladı. Oraya bile razıyız yeter ki forma şansı bulmayı başarıp, kendilerini geliştirsinler, milli takım havuzumuzu genişletsinler. Onların yerine gelecek futbolcularımızın önünü açmış olsunlar.
Kaptan Arda Turan son röportajında basınımız tarafından "baskıdan sıkıldım gitmek istiyorum" temalı olarak gösterilen ancak içinde bu anlamı barındırsa da teması bu olmayan ifadeler kullanmış. Kaptanın Galatasaray sevgisi büyük olabilir, çocukluğundan beri bu aşkla yanıp tutuşuyor olabilir ancak kaptanlığı kaldıracak olgunlukta olmadığını da yaşayarak gördük. Arda Turan özel hayatıyla ön plana çıkan, hayatı taını çıkararak, göz önünde yaşamayı seven birisi, bir genç olarak böyle olmasını kimse yadırgayamaz, yadırgamamalı. Fakat burada çok önemli bir nokta var ki, o da Galatasaray kaptanının sevgilisiyle, gece gezmeleriyle veya sinema kapatma davalarıyla değil kararlılığı, liderlik vasıfları ve biraz daha sakin yaşam stiliyle ön plana çıkması gerektiği. Tugay Kerimoğlu, Bülent Korkmaz ve Hakan Şükür sırasıyla bunun örneğini çok güzel verdiler toplumumuza. İtirazın orijini gençlik olacaksa Tugay Kerimoğlu ve Bülent Korkmaz da çok genç taktılar pazubandı ve kaptanlığı da çok güzel yakıştırdılar kendilerine. Arda Turan gibi büyük bir destekle de gelmediler kaptanlığa, dediğim gibi kendileri yakıştırdılar kendilerine o şerefli görevi. Kaptanımız ise çok büyük yönetim ve taraftar desteği arkasında olmasına rağmen yakışamadı bu göreve bir türlü, yakışmak istemedi, belki de yapamadı.

Sonuç olarak Arda Turan burada kaldığı sürece bu baskılar onun ve sevgilisinin üzerinde hem de artarak devam edecek. Önemli liglerden teklif alan oyuncularımızın eski formlarına kavuşamadığı gerçeğini de(Hasan Şaş, Mehmet Topal vs..) göz önüne alırsak, sen bu yaz tasını tarağını topla, Mehmet Topal'ı, Hakan Balta'yı da al git en iyisi kaptan. Performastan da öte, hem sen kazan hem de Galatasaray kazansın!!!