30 Ocak 2010 Cumartesi

BEŞİKTAŞ KONGRESİ


Beşiktaş'ta uzun zamandır beklenen kongre süreci bugün Mali Kongre ile başladı. Başkan Adayı Murat Aksu yönetimi ibra etmeyeceğini açıklayarak bir anlamda yandaşlarına da yol göstermiş oldu. Ben de en sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyeceğim; Türkiye'de tüm kulüp yöneticilerine örnek olması, kulüpleri babalarının malı gibi yönetemeyeceklerini anlamaları, kendilerine bakkaldan veresiye mal alır gibi borç yapmamaları adına bu kongreyi Murat Aksu'nun kazanmasını istiyorum. Bunun ötesinde mali kongrede ibra edilmemesi de gerçekten çok önemli Beşiktaş adına. Kulübü inanılmaz derecede (hem de kendisine) borca sokan, döneminde 63 transfere imza atan, 5.teknik direktör ile çalışan bir başkanın bir şekilde başkanlık yaptığı topluluk tarafından cezalandırılması gerekiyor. Göreve geldiğinden beri 500 milyon dolar civarında bir para harcandığı söyleniyor. Bu paraya Avrupa'da herhangi bir başarıdan vazgeçtim, Türkiye'de bile sadece 1 şampiyonluk alınabilmiş durumda. Vicente Del Bosque, Rıza Çalımbay, Tigana, Ertuğrul Sağlam gibi hocalar öğütüldü. Özellikle Del Bosque'ye verilen paralar hala birçok Beşiktaşlı'nın midesini bulandırıyor. Tribünler inanılmaz tepki gösterdi Demirören'e, ama beyefendide tık yok, oysa bu tepkilerin yarısını alan Serdar Bilgili başkanlığı anında bırakmıştı.

Bir Beşiktaşlı değilim, aslında Demirören'in kalması Beşiktaş'ın başarısızlığı demek. Ancak, bu derecede büyük bir kulübün milyonlarca taraftarının daha fazla çekmemesi adına Demirören gitmeli diyorum. Murat Aksu'ya gelince... Demirören'in dışındaki tek aday. Onun eski 2.başkanı. Anlaşamadıklarından ötürü yollarını ayırmışlar. Belki Murat Bey inkar ediyor ama iktidar arkasında. Kendine göre gücü var. Dediğim gibi çok da bilmediğim bir adam fakat Demirören'den kötü olamama gibi gayet yüksek olan bir şansa sahip. Zaten alacağı oyların bence birçoğunu da bu ihtimal sayesinde alacak. Son olarak, kongrenin Beşiktaş'a hayırlı olması en büyük dileğimiz...

Edit: Demirören yönetimi an itibariyle ibra edildi...

28 Ocak 2010 Perşembe

KUPA MESAİSİ



Türkiye Kupası çeyrek ve yarı final kuraları çekildi. Hani şu ara bir büyük maç olsa güzel olurdu ama çeyrek finalde böyle bir maç olmayacak maalesef. Eşleşmeler;

Antalyaspor - Galatasaray / İ.B.B - Trabzonspor
Fenerbahçe - Bursaspor / Manisaspor - Denizlispor şeklinde.

Açıkçası Fenerbahçe - Bursaspor eşleşmesi oldukça zevkli olacak gibi, en azından bu turun açık ara en kaliteli kurası o olmuş. Fenerbahçe'nin kupada zaten bir fukaralığı sözkonusu. 30 yıla yakındır alınamayan bir kupa için mücadele edilecek. Bu süreçte oynanan birçok final oldu tabii ama hiç birinde mutlu sona ulaşamadı sarı - lacivertliler. Bu sezon, geçen sezon da çeyrek finalde karşılaştıkları Bursaspor'u eleyebilirlerse yarı finalde nispeten daha kolay bir eşleşme bekliyor olacak kendilerini, yine finale çıkmaları kuvvetle muhtemel Daum'un ekibinin. Aynı şey Bursaspor için de geçerli. Manisaspor - Denizlispor eşleşmesinden gelecek takım Bursaspor ile karşılaştırıldığında da bir gömlek aşağıda. Dolayısıyla FB - Bursa galibinin final oynama olasılığı çok yüksek. Manisaspor için baktığımızda Denizlispor ile eşleşmek güzel... 2 Ege takımına da sorulsa birbirlerini isteyeceklerdir kuradan önce. Şimdi en azından biri yarı final oynayacak. Umarım bu Manisaspor olur.

Diğer tarafa baktığımızda ligde şampiyonluktan uzaklaşmış Trabzonspor için kupa en önemli hedef konumunda. Şenol Güneş'in gelişiyle gözle görülür bir toparlanma oldu küçük takımlara karşısında. Hoş, bunu Fenerbahçe ve Galatasaray gibi takımlar karşısında gösteremediler ama o da zamanla olabilir, olma ihtimali var en azından. İ.B.B karşısında Trabzonspor kesin favori. Yalnız son Orduspor kupa maçında, sözüm ona stadı temizlerken zeminin amatör takım sahasına dönüştürülmesi hiç kabul edilebilecek bir şey değil. Daha Pazar günü karlı zemin nasıl temizlenilir dersi Ali Sami Yen'de verilmişken, Şenol Hoca'nın deyimiyle bütün sezona mal olacak böyle büyük bir hata nasıl yapıldı anlayabilmiş değilim. Antalyaspor - Galatasaray eşleşmesi de Galatasaray için oldukça olumlu. Zaten son 8'de yoğun kış şartlarının yaşandığı bir şehir yoktu ama Antalya'nın çıkmış olması sarı kırmızılı takım adına ayrı bir sevindirici. 1 yıldır Mehmet Özdilek ile kadro kalitesine oranla hiç de fena işler yapmıyor Antalyaspor. Buna rağmen kupaya bu turda veda edeceklerini düşünüyorum. Her ne kadar 3 sene önce Galatasaray adına yine çeyrek finalde yaşanan bir Erciyes faciası olsa da bu sezon bu ihtimali oldukça düşük görüyorum. Yarı finalde Trabzonspor - Galatasaray ve Fenerbahçe - Manisaspor eşleşmelerini izleyeceğiz tahminimce. Bu arada maçlar 3-10 Şubat'ta...

27 Ocak 2010 Çarşamba

AYIP DENEN BİR ŞEY VAR


Sabah sabah gazetelere bakmaz olaydım dedirtecek bir haber. Fanatik'ten Raşit Altun bir haber geçmiş. Ne derece doğrudur tartışılır tabii ama doğruysa Galatasaray'daki o vahim durumu bir kez daha gözler önüne serecek bir olay... Artık yanlışlığını liseCİler hariç sağır sultanın bile anladığı, değişmesi zorunlu olan kurallar var Galatasaray'a üye olabilmek için. Gerçek Galatasaraylılar kulübe bir ton (10,000 TL) para verip, üye olmak için başkalarının insafını beklerken, Galatasaraylılığı artık tükenme aşamasına gelmiş, evinizin 500 metre yakınındaki normal Anadolu Liselerinden farksız öğrenci alımı yapan Galatasaray Lisesi'nden mezun olan kişiler hemen üyeliklerine kavuşabiliyor. Bu bir gün değişecek, belki Galatasaray hiçbir zaman Barcelona gibi 120,000 üyeye sahip olmayacak ama bu yanlış zihniyetin çok da uzak olmayan bir vakitte düzeltilerek, kulübün gerçek sahiplerine emanet edileceğinden de şüphem yok. Galatasaray Lisesi mezunları tüm Galatasaraylılar arasında bir saygınlığa sahip, kulübümüzün kurulduğu yeri temsil ediyorlar, bunu anlıyor ve kabul ediyorum hatta lise mezunlarının az ücret ödeyerek kulübe üye olmasına da kimsenin bir itirazı olduğunu zannetmiyorum. Ancak, lisede öğrenim görmüş Fenerbahçelilerin kulübe elini kolunu sallayarak üye olması, gereklilikleri yerine getirmiş Galatasaraylıların ise tüpgaz kuyruğunda bekletilir gibi bekletilmesi hiç de şık durmuyor. Başkan Polat'ın bu konuyu ele alacağından en ufak kuşkum yok.

Gelelim son olaya... Galatasaray Lisesi'nden yeni mezun olmuş, çeşitli paylaşım sitelerinde Fenerbahçeliliğini sergilemekten çekinmemiş bir vatandaş, tahmin ediyorum bir aylık harçlığını yatırarak kulübe üye olma hakkını elde etmiş. İşte benim ve birçok Galatasaraylının itirazı buna. Lise, bir Anadolu Lisesi ve her takımdan öğrenci doğal olarak bu okula girebiliyor, o zaman en azından üyeliğe kalıcı bir çözüm üretmek gerekmiyor mu?

24 Ocak 2010 Pazar

GALATASARAY 1-0 GAZİANTEPSPOR


5 haftalık aradan sonra yoğun kar altında Gaziantepspor maçıyla başladı 2.yarı Galatasaray için. Hava koşulları oldukça kötüydü, maç tamamen karla kaplı bir zeminde oynandı belki ancak tüm bu kötü koşullara rağmen 2.yarıya Ali Sami Yen'de girmek önemliydi. Devre arasını kupa maçlarıyla geçirdi Galatasaray, bunların dışında fizik kondisyon durumunu en üst seviyeye çıkardığını gördük bu maçta ki, bu 2.yarıda başarıya giden yolda tartışmasız en önemli şey. Geçen sezon takımın çöküşünde en büyük pay 2.yarının ortalarında oyundan kopulmasıydı. Gerek kupa maçlarında gerekse bu maçta kötü zemine karşın bunu görmedik. Özellikle orta sahada Elano dahil tüm oyuncular harika pres yaparak rakibe nefes aldırmadı. Ahmet Arı'nın 34.dakikada oyundan atılması, Gaziantepspor'un oyun anlayışını illa ki etkiledi, oyunu daha geride kurgulamaya başladılar mecburen ancak Ahmet kırmızı kart görene kadar da Galatasaray çok daha etkiliydi rakibine göre. Caner Erkin sol açıkta oynamaya başladığından beri çok yüksek performans gösteriyordu, bugün zirveye çıktı. Defansa yardım etmesi, topu ileriye taşıması, attığı çalımlar, verdiği güzel paslar, yaptırdığı penaltı... Bunlar onun takımı adına Caner'in gerçekten çok yararlı olduğunu gösteriyor. Bunların dışında aslında yapmasa ona kimsenin hesap sormayacağı işlerde de sürekli onu gördük. Rakibe orta sahanın ortasında dahi basan bir Caner vardı. Sahanın açık ara en iyi oyuncusu olduğu konusunda maçı izleyen herkes hemfikir olacaktır, o derece belirgin bir oyun çıkardı.Bu şekilde oynamaya devam ederse hem formayı bırakmaz hem de Galatasaray solda savunmaya çok fazla yardım eden bir açığa sahip olur.

Gaziantepspor'da çok fazla dikkat çeken oyuncu yoktu. Sadece kaleci Mahmut iyi yer tuttu, bu sayede atılan şutların hepsine set çekti. Cim-Bom'da yeni transfer Lucas Neill hiç sırıtmadı. Onun gelmesi Servet'in karavanalarının da önüne geçecektir. Her maç en az 6-7 tane karavana yapan Servet bu akşam yalnızca 1 kez top kullanmaya teşebbüs etti. Defansın derli toplu olması orta sahanın hücumu daha çok düşünmesini sağlayacak, bu sayede üretken oyuncuların performansında, özellikle Elano'da, gözle görülür yükseliş olacaktır. Bugün de stiline hiç uygun olmayan zemine rağmen Elano oldukça iyiydi. Rijkaard'ın Jo'yu oyuna alırken orta sahadan adam çıkarması ne kadar doğruysa Elano'nun çıkması da o kadar yanlışdı. Arda daha sonra bir asist yaptı ama o dakikaya kadar yararlı olamamıştı, 10'un çıkması daha makbuldü. Zaten Elano'da çıkarken büyük şaşkınlık yaşadı. Sol bekte Caner'in verdiği destekle daha rahat oynayan Hakan Balta, hücuma daha rahat çıktı. Caner ve ortada serbest oynayan Arda'nın da yaklaşmasıyla sol kanatta 3'lü varyasyonlar yapmayı denediler. Bugün çok başarılı olamadılar ama zeminin güzel olduğu maçlarda şahane ataklar üreteceklerdir. Bir diğer yeni transfer Jo'da sonradan oyuna girdi. Daha yeni bir isim ve az oynadı, yorum yapmak için erken. 5 maçtan sonra Galatasaray'daki başlangıç performansını değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Nonda'ya ise ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Yönetimin onu göndermek için menajeriyle görüştüğü gerçeği var ama Rijkaard bu maçta ilk 11'de forma verdi Kongoluya. 90 dakika sahada kalması Nonda'nın sezon sonuna kadar takımda tutulacağını düşündürdü bana. Jo'nun sadece Türkiye için alındığı ortamda belki mantıklı bir seçenek gibi görünebilir lakin Nonda bu futboluyla bırakalım Avrupa'yı 2.ligde zor yaralı olur. Bugün bir de penaltı kaçırma talihsizliği yaşadı. Kaçırdığı gollerle eleştirileri sonuna kadar hak etti ama bu kadar formsuz gözükürken penaltıyı ona attıranlar da en az Nonda kadar sorumlu. Neyse ki karşılaşma kazanıldı ve Nonda bir anlamda kurtuldu. 2.yarıda Galatasaray'ın gerek transferleri gerekse güçlü kondisyonuyla ilk yarıya göre daha fazla puan toplayacağını düşünüyorum. Fikstür avantajı olduğu düşünülen Fenerbahçe ile kopmadan yarışacakları gözüküyor. Kayseri, Beşiktaş ve toparlanma eğilimi gösteren Trabzon ise arkada kalacak gibi. Bursaspor'un ise ne yapacağı meçhul.

23 Ocak 2010 Cumartesi

WERDER - BAYERN & ÖMER ÜRÜNDÜL


Alman Ligi’nin en zevkli maçlarını oynayan takım hep Werder Bremen olur son yıllarda. Açık futbol oynarlar, teknik oyuncuları vardır, bekleri hücumu destekler, hep golü düşünürler dolayısıyla çok gol atarlar ve Bremen kalibresinde bir takımın yememesi gerektiği kadar da gol yerler. Hele ki karşılaştıkları takım Bayern Münih olunca o maçlar tadından yenmiyor. Bugün de TV başına geçip, bu maçı seyredenlere “iyi ki izlemişim” dedirtti bu 2 takım. Werder Bremen kendi stadında Bayern’e (3-2) yenilmekten kurtulamadı. Oyunda takımlar dönem dönem üstünlüğü ele geçirdi, bu anlamda da tek taraflı bir maç olmanın uzağında, topun bir o kalede bir bu kalede olduğu bir karşılaşmaydı. Sezon başında Van Gaal’in takımın başına geçmesiyle bir hayli bocalayan Bayern son dönemlerde biraz kendine gelmiş gözüküyor. Bugün de deplasmanda oynamalarına rağmen, rakibinin pozitif futbolu düşünmesinin etkisiyle çok sayıda pozisyon buldu. Robben, Gomez biraz becerikli olabilseler 6-7 gol atması işten değildi Bayern’in. Takıma bu sene monte edilen genç Almanlar Muller ve Badstuber iyiden iyiye oturdular ilk 11’e. Hem kadro hem taktik olarak oturunca zaten Almanya’nın açık ara en iyi takımı B. Münih, bunu geçtiğimiz 6-7 senede de bol bol göstermişti. O futbola bu sene ulaşabileceklerine çok fazla inanmasam da Van Gaal gibi bir teknik adamla gelecek sezondan itibaren çok daha organize, Şampiyonlar Ligi’nde adını duyuran bir Bayern seyredeceğimizi düşünüyorum.

Werder ise her zaman 3 üretken orta saha oyuncusu(Marin, Mesut, Hunt) ile oynayan, bu anlayışı futboluna yansıtan ve izleyenlere çok zevk veren bir takım. Bugün biraz tutuk olmalarına rağmen dönem dönem kontrolü ele aldılar ve bu dakikalara 2 gol sığdırdılar. Özellikle Portekizli Hugo Almeida’nın golü çok güzeldi. Maçın çok güzel olduğunu belirttim lakin en az maç kadar dikkat çeken biri vardı benim için: Ömer Üründül. Yıllarıdr ekranlarda karşılaşmaları yorumlayan, en sevilen spor programlarından Stadyum’da yer alan ve iş adamlığı kimliğiyle bu işlerden para kazanmayan Ömer Üründül... Öncesi için yorum yapmayayım ama Üründül izleye izleye yorumlaya yorumlaya futbolu az çok öğrendi. Yorumlarının hemen hepsi doğru noktaya temas ediyor, burası yadsınamaz bir gerçek. En büyük eksiğiyse söylemlerindeki tekdüzelikten kurtulamaması. Kollektif futbol, bloklar arası pas alış verişi gibi tabirleri duyduğumzda aklımıza gelen tek kişi Ömer Üründül. Bu kadar yıldır telaffuzu gerçekten iyi olan spikerlerle çalışmasına rağmen hala bazı yabancı takım ve oyuncuların ismini yanlış söylemeye devam ediyor. Son olarak bugün Van Bommel’e sürekli Van Gobbel deyince artık blogda yer vermek kaçınılmaz oldu. Bu arada Van Gobbel 1995-1996 sezonunda Galatasaray’da oynayan Hollandalı stoper.

22 Ocak 2010 Cuma

JO ALVES GALATASARAY'DA


Son transferlerde Haldun Üstünel sağ gösterip sol vurmuyor, en azından 24 saat önce basına kesin olarak sızıyor transfer haberleri. Elano ve Neill'dan sonra Jo Alves'de de gerek İngiliz gerek Türk basını net olarak duyurmuştu. Jo Alves 22 yaşında, önemli bir yurt dışı tecrübesi olan, gelecek için umut veren bir oyuncu. Bu anlamda transfer kiralık da olsa olumsuz olduğunu söylemek zor. Ancak Jo Alves, Premier Lig'in ilk yarısında Everton'da kiralık oynadığı dönemde UEFA Avrupa Ligi'nde oynadığından mütevellit Galatasaray'ın UEFA Avrupa Ligi macerasında yer alamayacak. Transferin gereksizliği bu noktada tartışılabilir işte. Avrupa'da oynayamayacak bir futbolcunun alınmış olması, Galatasaray'ı Turkcell Super Lig'i ön planda tutan Fenerbahçe gibi bir konuma düşürebilir bir çok kişinin gözünde. Her ne kadar tüm taraftarlarda bu sezon UEFA için büyük heyecan ve açlık olsa da olaya 6 aylık dar bir bakış açısıyla bakmamak, bu periyodu yeni stadımızın açılacağı, Şampiyonlar Ligi'nde başarının hedeflendiği uzun bir dönem olarak düşünmek gerekiyor. Yetenek anlamında Jo, bu hedef için yapılmış bir transfer. Ancak gerek Rusya'da gerekse İngiltere'de gösterdiği disiplinsiz davranışlar, sık sık Brezilya'ya kaçarcasına gitmesi ve aldığı cezalar uzun dönem olarak bakıldığında başa bela olabilecek noktalar. Lincoln gibi bir oyuncudan ağzı çok yanan yönetimin bu sorunları daha başlamadan çözdüğünü, Jo'yu net olarak daha baştan uyardığını düşünüyorum. Performansına baktığımızda daha 16 yaşında Brezilya Ligi'nde Corinthians'ta direk oynamaya başladı ve 2 yılda forma giydiği 54 maçta 23 gol atarak yüksek bir oran tutturdu. 18 yaşında Rusya'ya geçen Jo burada Vagner Love ile başarılı bir ikili oluşturdu yine yüksek oran tutturarak 78 maçta 44 gol attı. Bilindiği gibi İngiltere'de bir takım sorunlar yaşadı ve Galatasaray'ın yolunu tuttu. Sözleşmeye göre sene sonunda belli bir bedelle alınabilecek Jo. Kariyerinde daha 1,5 sene evvel 24 milyon avroluk bir transfer olan oyuncunun sözleşmesine 8 milyon avroya alınabilir maddesi koydurmak önemli bir transfer başarısı. Bu da Galatasaray'a Jo'nun göstereceği performansa göre karar verme imkanı da sağlıyor. Açıkçası hem bu kalitede hem de Avrupa Ligi'nde oynayabilecek bir başka futbolcu transfer edilse daha çok memnun olurduk burası doğru. Yine de yönetimin olası gerekçesi olan "uzun vadeli düşünceler" geçerli bir sebep. Fizik olarak hazır geldiğini düşünüyorum dolayısıyla en geç Denizlispor maçında kendisini izleyip, 2-3 maç sonra daha net konuşma fırsatı bulabiliriz.

21 Ocak 2010 Perşembe

UYUMAYIN - II

Gary Medel

Genç, geleceği parlak, ileride piyasasının oldukça yüksek olacağını düşündüğüm oyuncuları tanıtmaya kısaca UYUMAYIN demeye devam...

1- Erik Huseklepp

İskandinav ülkesi Norveç'in yeni yıldızlarından. Yaşı çok genç değil ama yükselen formu, hızı ve attığı gollerle dikkat çekiyor 25 yaşındaki oyuncu. Ülkesinde Brann Bergen'de forma giyiyor. Mevkisi sağ açık ve forvet. Boyu gayet uzun ama bu özelliği topla dribblinginin oldukça iyi olmasının önüne geçmemiş. 1,87 boyundaki oyuncunun bitiriciliği çok yüksek seviyede değil belki ancak geçtiğimiz sezon Norveç Ligi'nde 30 maçta 15 gol 12 asist istatistiğini tutturması hız ve takipçilik özelliklerinin bu eksikliğini ne denli kapattığını gösteriyor. Norveç Milli Takımı'nda da 8 kez oynamış Huseklepp ve 1 gol atmış. Açıkçası İskandinav takımlarının oyuncularının çıkış noktası genelde Premier Lig ve Championship oluyor. Bu liglerden bir takımın alması durumunda Erik'in fiyatı çok artacaktır. Şu anda 2.5 milyon avro civarına alınabilecek bir futbolcu olan Erik için Türkiye'den benzer tipte oyuncu örneği verecek olursam bu Keita olur ki, bu örneğin anlattıklarımı çok daha somut hale getireceğinden şüphem yok. Tolunay Kafkas katıldığı bir programda "Şampiyonluktan bahsetmek için elimde bizi ileriye çok çabuk taşıyan orta saha oyuncuları olması gerek" demişti, Erik tam da sağ kanatta o ihtiyacı giderebilecek tarzda bir oyuncu işte.

2- Claudio Yacob

Arjantinli ön libero 1987'li olmasına karşın takımında kaptanlık mertebesine yükselmiş bir oyuncu. Bu özelliğiyle hemen Arda'yı çağrıştırıyor. Bu tip olayları Arjantin'de göremeyiz, geleceği parlak genç yıldızlar hemen Avrupa'ya açıldıklarından kaptanlık almaları çok zordur. Yacob'un bunu başarması liderlik özelliklerini de ortaya koyuyor. 1,81 boyunda çok sağlam bir ön libero Yacob, tekniği de en az ortalama bir Arjantinli kadar, hiç fena değil. 2007 yılında 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nı kazanan Arjantin takımının bir parçasıydı. Bu formayı toplamda 13 kez giydi. İlginçtir, çok geniş bir oyuncu havuzu olan Maradona tarafından A Milli için düşünülmüyor fakat Maradona sadece Yacob'u çağırmamış dahi olsa, bu kadar kötü tercihler yapan bir hocanın seçimleri doğruyu göstermeyeceğinden, Yacob'un kalitesinin düşük olduğu anlamı çıkmaz. Kaptanlık görevi belki onun Avrupa'ya biraz geç açılmasına yol açabilir, yine de almak isteyen takımlar 3 milyon avro civarında bir para ödeyeceklerdir.

3- Gary Medel

Yacob gibi asıl yer ön libero olan bir oyuncu Medel. Defansın göbeğinde de oynayabiliyor fakat boyunun 1,72 olması onu da aynı Uğur Uçar ve Aykut Demir örneklerinde olduğu gibi sağ beke kaydırdı. Toparlayacak olursak ön libero, stoper ve sağ bek özelliklerini repertuarında birleştiren bir oyuncu. O da bir Güney Amerikalı, 22 yaşında olmasına karşın 21 kez Şili Milli Takımı'nın formasını giymeyi başarmış. Kendi mevkisinde Maldonado gibi bir oyuncunun oynadığını düşünürsek bu sayıya ulaşması hayli zor(!) olmuştur Medel için. Arjantin'in Boca Juniors takımı geçn yaz Medel'i kiraladı dolayısıyla şu anda Buenos Aires'te oynuyor. Önümüzdeki yaz Universidad Catolica'ya dönecek. Kısa boyu nedeniyle hava toplarına çok hakim değil ama bu savaşçı özelliklerinin ön plana çıkmasını sağlamı. Bu sayede eksik olan özelliklerini bir nebze kapatabiliyor. Zaten sahip olduğu pitbull ve Şilili Gattuso lakapları da savasçı özelliklerinin sonucu. Yacob gibi o da 2007'de 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nda yer aldı, 3.olan Şili kadrosunun önemli isimlerindendi. Boca Juniors kiraladığı bu ismin transfer işini bitiremezse herhangi bir kulüp 2-2.5 milyon avroya rahatlıkla alabilir.

Anadolu kulüplerimizin mali açıdan çok iyi durumda olmaması, bu bakımdan iyi konumda sayılabilecek 4 büyüklerin de Fenerbahçe haricinde G.Amerika kültürünün olmaması bu tip isimlerin bizim ülkemizden oldukça uzakta kalmasına yol açıyor. Yeni yayın ihalesiyle mali durumları biraz daha düzelecek olan ve aynı oranda vizyonlarının da gelişmesini umduğumuz Anadolu kulüpleri bu tarz transferlere yönelirse çok akılcı icraatlar yapmış olacaklar.

20 Ocak 2010 Çarşamba

ERMAN HOCA YOLCU


Televiyonda çok uzun zamandan bu yana seyrediyoruz Erman Toroğlu'nu. Önce Hıncal Uluç'la Kale Arkası adlı bir programda, ki bu program için Uluç Toroglu'nu eğittiğini, Toroğlu ise Uluç'a ayar verdiğini iddia eder, ardından da Şansal Büyüka ile televizyon tarihinin belki de en uzun süren programı Maraton'da yer aldı. Hakem tartışmalarının maçlardan sonra,futbolun, tekniğin, taktiğin, futbolcunun önüne geçmesinin temelini atmıştır Erman Toroğlu, bu yüzden çok sevmem kendisini. Argo konuşması, sürekli gaf yapması da zaten sonunda başını yedi. Lig TV yönetimi yayın ihalesi için verecekleri yıllık 321 milyon doların ardından kaliteyi yükseltme adına ilk iş olarak Erman Toroğlu ile yollarını ayırma kararı aldı. Tabii, 14 senenin ardından ilk olarak garipseniyor bu durum ama bu periyodu enine boyuna düşündüğümüzde çok doğru bir karar olduğunu görüyorum en azından ben. Bir kere Lig TV yayıncı kuruluş... Maçların direk olarak yayınlandığı, en geniş görüntülerinin verildiği yer. Daha önemlisi millet buraya para veriyor, para verdikten sonra niye başka yerden izlemek zorunda kalsın ki, her türlü programı bulmak için ücret ödüyor sonuçta. Ama her akşam Erman Hoca zebellah gibi dikiliyor karşılarına, başlıyor salvolarına. Tamam, Türk Futbolu'nda salvo hak eden tonla yönetici, hakem vs. var ama bunu Hakan Can, Uğur Meleke, Tayfun Bayındır tarzında hem yapıcı hem de etkileyeci şekilde icra etmek çok da zor olmasa gerek. Erman Hoca'nın bu 14 sene içinde tonla gafı var, Ümit Karan'ın eşine atacağı golden tutalım, kaleci Şenol'un annesine kadar her konuya değindi. Hatta bir keresinde "Türkiye'de 3 büyük takım var Şansal, Beşitaş, Galatasaray, Beşiktaş" demişliği var ki, öldürdü milleti. Tabii, bazen millete şirin gözükmüyor değil Hoca, bu gafları ve ağır iğnelemeleriyle. Ancak Digiturk'un Türk futbolunun lokomotifi olduğu ve artık bu denli yüksek meblağlara ulaşan yayınların kalitesini artırmak istemesiyle bu cesur kararın çıkması doğal. Digiturk, çok da ucuz olmayan bir ürün Lig Tv ile birlikte düşünüldüğünde. Bu ürünün müşterisi diyebileceğimiz 850,000 abonenin birçoğunun AB statüsündeki izleyici olduğu hesaba katıldığında Toroğlu'nun yerinin Lig Tv olmadığı da açıkça görülüyor zaten.

Peki Erman Hoca işsiz kalır mı? Kesinlikle hayır. Elini sallasa elllisi diye bir laf var ya, şu durumda tam da Erman Toroğlu için geçerli. Lig TV Müdürü Şansal Büyüka'nın da ayrılma safhasına geldiği konuşuluyor. Bundan 3 sene evvel, ATV'nin Maraton'u transfer edebilmek için Büyüka'ya 5 milyon TL önerdiğini hatırlarsak, Erman Hoca'nın gerek Şansal Büyüka ile gerek tek başına çok rahat iş bulacağını söyleyebilirim. Özellikle Kanalturk'teki Telegol ve türevi programlar Erman Toroğlu'na açık kanalda istediği rahat konuşma, millete laf sokma imkanını vereceğinden hoca için biçilmiş kaftan. Açıkçası kendisini izlemediğim için nereye gideceğiyle çok alakadar değilim.Önemli olan Lig TV'nin nasıl bir ekip kuracağı... Yayın haklarını elinde bulunduran, özet görüntülerinin de en fazla 2 kanalla sınırlandırılmasıyla artık daha çok izleneceği açık olan Lig TV, yine reytingi düşünerek ağzı daha temiz ama ekranlarda laçkalaşmış isimlere mi yönelecek yoksa az önce bahsi geçen Uğur Meleke, Hakan Can, Ogan Tarhan gibi isimlerle ekranlarını daha da zenginleştirme yoluna mı gidecek? Erman Hoca'yı gönderme kararı bu tarz bir icraatla süslenmediği müddetçe açıkçası çok da büyük bir anlam ifade etiyor benim adıma.

FATİH SULTAN TEKKE


Gökhan Ünal'ı gönderme kararı aldıktan sonra Kolombiya gol kralı Teofilo Gutierrez'i alıp gelen Başkan Sadri Şener, daha havaalanında taraftarın "Fatih Sultan Tekke ulan" tezahüratlarıyla karşılaşınca, hem şaşırmış hem de taraftara serzenişte bulunmuştu. Gerçi haklı, 3 gün içinde 50 saat yol gidip çok ümitli olduğun bir futbolcuyu getiriyorsun, taraftar yine aynı mevkide oynayan başka bir adamın adını bağırıyor. İlk bakışta garip gelebilir. Ancak, takımın Trabzonspor, oyuncunun da Fatih Tekke olduğunu hatırladığımızda olayın çok da bir acayipliği yok. Gittiği 2006 senesinden beri, Trabzon taraftarı Fatih'in döneceği günü bekliyor desek yanlış olmaz. Zaten şu anki kadro yapısına da oldukça uygun bir oyuncu olması, Trabzonspor'u adının Fatih olduğunu bildiği kadar iyi bilmesi, teknik direktör Şenol Güneş'le geçmişteki uyumlu çalışması bir araya geldiğinde hocanın Fatih için neden bu kadar bastırdığı ortaya çıkıyor.

Yalnız, Trabzonspor'un bugün yaptığı resmi açıklamadan sonra söylenmesi gereken şeyler var. İlk olarak, Trabzonspor yönetimi bu transferi kendi iradesinde istemiyordu. Önceleri taraftar baskısı, son dönemde de Şenol Güneş'in baskısı Fatih'in hem yönetimin hem de takımın forvetlerinin başının üstünde deyim yerindeyse "Demokles'in Kılıcı" gibi sallanmasına yol açtı. Geçen hafta Ünal Karaman'ın Rusya'ya gönderilmesi, yöneticilerin çabaları vs. Fatih'in istenme nedeni değil de daha çok taraftara ve Şenol Hoca'ya hoş gözükme çabalarının bir sonucuydu. Kısaca yönetim cephesi üzerine düşen hiçbir şeyi yapmadı bu transferde. Fatih Tekke cephesine gelince, tabii ki yönetimin tavırlarına bozulmuştur ama her dönem ben Trabzonspor'un öz evladıyım diyen, gerçekten de öyle olan birinin, yaptığı protokole rağmen fiyat artırması hiç hoş olmadı. Aslında buna inanmak da güç, ilk duyduğumda Fatih Tekke'nin böyle bir tutum içinde olacağına ihtimal vermemiştim ancak iddialara Tekke cephesinden cevap gelmemesi, doğrular nitelikte bu söylentiyi. Fatih Tekke'nin askerlik sorunu var, 5 ay daha yurt dışında oynarsa askerliğini Nihat Kahveci gibi 21 gün yapma hakkını elde edecek. Rubin Kazan'ın da kendisine iyi bir teklif yaptığı biliniyor. Bunlarında büyük bir payı var bu transferin gerçekleşmemesinde. Her şeye rağmen, söz verdikten sonra fiyat artırmak, hele ki bunu yetiştiği kulübe yapmak, kulübün daha şimdiden efsaneleri arasına girmek üzere olan birine hiç yakışmadı. Bu olayda olan hem yönetimden hem de Tekke'den bu transfer için söz alan ama umduğunu bulamayan Şenol Güneş'e oldu diyebilirim. Yine de Tekke'nin 5 ay daha yurt dışında kalarak Temmuz ayında bedava olarak Trabzonspor'a gelme ihtimali de var, her ne kadar bu saatten sonra çok zor olsa da...

19 Ocak 2010 Salı

SERDAR EYLİK ORDUSPOR'DA


Galatasaray A2 Takımı'nın önemli oyuncularından Serdar Eylik Orduspor'a kiralandı. Haberi ilk gördüğüm sitede 1.5 yıllık bir anlaşma oluğu yazılmıştı. Açıkçası böyle olsa anlamsız olurdu.6 aylık bir tecrübeden sonra Turkcell Super Lig seviyesine geçiş yapma ihtimali az da olsa bulunan bir oyuncu Serdar, bu imkan elinden alınmamalıydı. Orduspor'un bu sezon bir üst lige yükselmesinin çok zor olduğunu düşünürsek 6 aylık bir anlaşma en mantıklısı gibi duruyordu. Neyse ki resmi siteden bu senenin sonuna kadar bir anlaşma olduğu haberi açıklandı. Ahmet Akcan - Burak Dilmen ikilisinin Orduspor'da göreve gelmesiyle acaba Galatasaray'dan 1-2 genç takviyesi olur mu diye düşünmüştüm, ilki Serdar ile gerçekleşti belki devamı da gelebilir.Serdar sezon başında A Takım ile hazırlık kampına katılmış, hatta bazı resmi maçlarda Rijkaard'tan forma şansı bulmuştu. A2 Takım performansıyla birlikte düşündüğümüzde diyemiyorum çünkü A Takım ile A2 Takımı arasında gerek konum gerek performans anlamında çok fark vardı bu sezon Serdar için. A2'de direk takımın lideri konumundaydı. Aslında kanat oyuncusu olmasına karşın 10 numara gibi oynattı onu Nedim Yiğit. Hafta sonu A takım maçında ağabeylerinden pas bekleyen toy oyuncu konumundan 3 gün sonra bir anda takım liderliğine geçmek sudan çıkmış balığa dönmek gibi bir şey olmalı. Gerek Bank Asya gerekse Ziraat Türkiye Kupası maçlarına gördüğümüz kadarıylaOrduspor çok sınırlı bir takım. Serdar burada A2 Takım kadar olmasa da en azından ortalama üstü bir oyuncu olabilir. Sezon sonuna kadar her maç forma bulması, asist ve gol istatistikleri tutturması onu gelecek sene yine kiralık olarak bir Süper Lig kulübüne taşıyacaktır. Zaten mevkisinde bu kadar çok yıldızın olduğu bir Galatasaray'da oynamak istiyorsa önce bu tip takımlarda kendini ispatlamalı Serdar, Arda Turan ve Uğur Uçar'ın yaptığı gibi.

18 Ocak 2010 Pazartesi

TARAFTAR DAYAĞI (Cennetten Çıkma)


Futbolda taraftar hep destek figürü olarak görülür. Coşkulu taraftarı olan kulüplerin diğerlerinden bir adım daha önde olduğu zaten gözle görülür bir gerçek. Ancak bu tarz taraftarın coşkusu o kadar büyük oluyor ki, kulüplerinden tatmin göremezlerse büyük bir öfkeyle kendi oyuncularına yöneliyorlar. 1999'daki Pendik şoku sonrasında taraftarın Rüştü'yü Dereağzı Tesileri'nde okkalı biçimde dövmesi hala hafızalarda maalesef. Yıllarca bu olayda yönetimin de parmağı olduğu konuşuldu ama herhangi bir kanıt bulunamadı. Tesislere kadar sızabilen taraftarlar, takımın o dönemdeki tartışmasız en iyi oyuncusunu rahatça tekmeleyebiliyordu, hem de kendi arabasının içinde. O zamanlarda Fenerbahçe gerçekten çok kötü gidiyordu ama maçları farklı kaybetmiyorsa bunun tek mimarı Rüştü'ydü. Bir kaleciden her maç 1-2 olağanüstü kurtarış bile beklenmezken Rüştü'nün 5-6 kurtarışı mağlubiyeti engelliyemiyorsa bunda kalecinin ne suçu vardır diye sormak gerekiyor. Bu olaydan yıllar sonra, 2008'de 1-0 kaybedilen Galatasaray maçı sonrası, bu kez Samandıra Tesisleri'nde taraftar yine beklemiş, dönemin formsuz golcüsü Kezman'ın arabasını durdurarak onunla tartışmıştı. Herhalde Rüştü olayını bilmediğindendir, Kezman da onlara cevap vermişti. Trabzon eşrafı hala Ogün Temizkanoğlu'nun kendilerini satarak Fenerbahçe'ye gittiğini söyler durur. Evet, belki hoş ayrılmamıştır Ogün Trabzonspor'dan ama 1996'da kaçan şampiyonluğun ardından katıldığı bir cenaze namazı sonrası taraftardan yediği dayağın bunda payı az mıdır acaba? Dini ritüeli yerine getirmek üzere gittiği bir yerde, TV çekiminin olduğu bir zamanda, futbolcuyu bütün ülkeye rezil ettikten sonra ondan sadakat beklemek kolay olamasa gerek. Dzevad Prekazi'nin Mehmet Ali Birand'ın hazırladığı Galatasaray'ın 100.Yıl Belgeseli'nde çok güzel bir lafı vardı; "Kulüp 14 senedir şampiyon olamıyormuş, Eskişehir maçını kazanamazsak taraftar sahaya inip bizi öldürecekti" mealinde şeyler söylüyordu 1987 yılında 14 yıl aradan sonra şampiyonluğun kazanıldığı son maç için.

Türkiye'de durum buyken dünyada futbolun Türkiye kadar önemsendiği yerlerde daha farklı olması da beklenemez. Arjantin, Brezilya, Sırbistan gibi ülkelerde de en az bu kadar vahim olaylar yaşanıyor. Hatta Brezilya'da dayak olayları detay kalıyor, futbol cinayetleri az yaşanmadı samba diyarında. En son olaysa İtalya'dan duyuldu. Takımlarının kötü gidişatına dayanamayan Sampdoria taraftarları, arabalarını durduğu Giampaolo Pazzini ve Daniele Mannini'yi kıstırmış. Pazzini yıldız oyuncu statüsünün buradada faydasını görmüş ve sözlü tacizle yırtmış diyelim ama Mannini tartaklanmaktan kurtulamamış. Roma Medeniyeti ve Avrupa Kültürü'nün en önemli öğelerinden olmasıyla her zaman övünen İtalya'da Berlusconi olayından sonra bu olay çok da sürpriz sayılmamalı. İtalya gibi şike, mafya olaylarının kol gezdiği bir ülkede taraftarlar adam dövmüş çok mu diyerek yazıyı sonlandıralım...

17 Ocak 2010 Pazar

GALATASARAY-DENİZLİ BLD & Emre Çolak-Ronaldinho


Sonuçtan ziyade oynan futbolun kalitesinin önemli olduğu bir maçtı Denizli Bld. maçı Galatasaray için. Tribüne gelen az sayıda taraftar galibiyetten ziyade oynanacak güzel futbol ve sahaya sürülecek gençleri görmek için Ali Sami Yen'deydi diyebiliriz bu bağlamda. Çıkan kadroya baktığımızda rakibi ciddiye aldığını hissettirdi Frank Rijkaard. Oyuncular da aynı ciddiyeti gösterince 28 dakikada 3 gol geldi. Bu dakikadan sonra aynı ciddiyet maalesef korunamadı. Galatasaray'ın kadro kalitesi UEFA apoletli kadrodan çok uzakta değil ancak mental olarak, konsantrasyon olarak büyük fark var. Tabii o kadaro çok uzun yıllar birlikte oynadı, Fatih Terim 4 senedir takımın başındaydı, bunlar da çok geçerli sebepler bu farkı açıklamak için. 2.yarıda Emre Çolak'ı oyuna soktu Rijkaard Caner'in yerine. Caner kendisini iyiden iyiye kabul ettirmeye başladı, bugün Uğur Meleke'nin de şu yazısında belirttiği üzere defansif futboluna da bir şeyler katması durumunda çok daha önemli bir oyuncu haline gelecek, bu açık. Emre Çolak sezon başı hazırlık kampında takımda yer buluyordu, sezona da A Takımla girmesi bekleniyordu ama Rijkaard tarafından A2 Takımı'na gönderildi. Bu akşam, ilk kez resmi bir maçta Galatsaray formasını giydi, bir penaltı bir de frikik golüyke taraftarı selamladı. Onun için de güzel bir başlangıç oldu diyebiliriz. Arda abisi gibi devam eder umarım, o da Mleda Boleslav maçında şov yaparak etkilemişti taraftarı. Böyle bir maçın yorumu uzun olmaz fakat Nonda'ya da değinmek lazım. Canı isteyince oynayıp canı istemeyince oynamayan bir isim olduğu hep belliydi. Yeni transfer söylentilerinin ayyuka çıktığı, eldeki tek alternatif olduğu ve en önemlisi TFF 2.Lig'de yer alan bir ekibe karşı oynanan maçta girdiği bu kadar pozisyonu hovardaca harcaması ben dahil çok sayıda taraftarı çıldırttı. Gerçi Sami Yen'dekiler en güzelini yapıp sahip çıktılar ama 1-2 maç daha böyle devam ederse yuhalanması kesin. Transfer olarak Ruud Van Nistelrooy'un adı geçiyor. Çok sevdiğim bir oyuncudur, çok değil daha 2008 yılında tek forvet oynanacaksa bu Nistelrooy olur diyordum arkadaşlarıma. Geçirdiği sakatlıklardan sonra artık Nistelrooy denir mi bu tartışılır tabii ama bizim ligimizde çok gol atacak bir forvet olduğunu konuşmaya gerek yok. Bunun ötesinde alınırsa Linderoth'un gönderilecek olması da başka bir artı. Alınması bana pahalıya patlayacak (1 forma, 1 yemek) ama varsın olsun o kadar.

Bugün değinilmesi gereken bir takım ve bir oyuncu daha var. Milan & Ronaldinho. 2007 yılından beri yokları oynayan, bu seneye de oldukça kötü giren Milan toparlandı. Takımın Güney Amerika'da oyuncu izlemeden sorumlu görevlisi Leonardo'nun teknik direktörlüğe gelmesi, bu ismin oyuncularla arasının çok iyi olması Milan'a yarayacak deniyordu. Sezona hiç de öyle başlanmadı, ama bu aralar iyi gidiyorlar. İtalya gibi bir lig rekabet olmazsa hiç çekilmez, hem biraz rekabet olsun ki Mourinho da sessiz kalmasın. Şaka bir yana bu yükselişte Ronaldinho'nun payı çok büyük. Bu sene silkindi ve kendine geldi Brezilyalı. 2005 Eylül'de Udinese karşısında hat-trick yapmıştı Ronaldinho, yineledi bugün bunu. 2010 Dünya Kupası'nda oynamak istemesinin büyük payı var bunda, bu çok açık. Dunga çağırmıyor ama bu form durumuna da daha fazla kayıtsız kalamaz. Elano, Ronaldinho ile rekabet halinde olduğu hatırlatılınca "Ronaldinho iyiyse o Dünya Kupası'na gider, bunu kimse engelleyemez" demişti. Gerçekten çok haklı. Bu Ronaldinho o kupaya gitmeli.

BU YAZ ÇOK SICAK OLACAKMIŞ


Geçen sezon ülkemizde Galatasaray, dünyada ise sadece Manchester City ve Real Madrid tarafından forse edilen transfer piyasası bu yaz çok daha hareketli olacak gibi görünüyor. Türkiye'de Ali Turan ile start alan gelecek sezon için yapılacak transferlerin dedikoduları, tüm Avrupa'ya yayılmış durumda. Liverpool ve Juventus'un hedeflerinden uzaklaşması, Manchester United gibi büyük kulüplerin finans sorunlarından ötürü kadrolarını revize edecek gibi görünmesi, 2010 Dünya Kupası ve tabii ki Manchester City, Real Madrid gibi maymun iştahlı kulüpler... Chelsea, Lyon, Arsenal'in de son 1-2 senedir bomba patlatmadığını hesaba katarsak bu yaz oldukça hareketli geçecek diyebiliriz. Avrupa'da transfer piyasasının nabzını en iyi tutan sitelerden biridir transfermarketweb.com sitesi. Her çıkan habere rağbet etmez, gerçekleşme ihtimali yüksek olanları sayfalarına taşır. Son olarak da bu yaz transfer yapma ihtimali oldukça yüksek görünen oyuncuları ve kendileriyle ilgilenen kulüpleri derlemişler. ŞURADAN ulaşabilirsiniz.

Listeyi incelediğimizde hepsinin zaten kendini ispatlamış olduğunu görüyoruz belki ama içlerinde futbolseverleri çok çok fazla heyecanlandıracak oyuncular var. Mevki olarak baktığımızda yıllardır Avrupa'ya gelmesi beklenen Akinfeev ve Liverpool'lu Reina, kale için dikkat çekiyor. Akinfeev de Reina da kalelerinde istikrar arayan kulüpler için muhteşem seçim. Liverpool'un Reina'yı göndereceğine çok ihtimal vermiyorum ama Akinfeev'in artık Rusya'dan ayrılma zamanı geldi. Premier Lig'in büyük takımlarının ağırlığını rahatlıkla kaldırabilecek kapasitede bir kaleci, umarım yakında bunu gösterebilme imkanı bulabilir. Kaleci takımın en önemli mevkisi, zaten sadece 3 kalecinin bu listede yer alması da bu mevkideki istikrarın ne denli önemli olduğunun göstergesi.

Defansta dünyanın en iyi sağ beki Maicon'un Chelsea veya Real'e gidebileceğine yer verilmiş. Zaten Maicon kalitesiyle hem Inter'i hem de İtalya'yı aşmış bir oyuncu. Real Madrid'in onu alarak Ramos'u defansın göbeğine çekme ihtimali üzerinde duruluyor geçen yazdan beri. Gerçekleşmesini çok isterim açıkçası. Casillas - Maicon - Ramos - Pepe dörtlüsünün aynı anda sahada olduğunda o takımın yiyeceği gol sayısını görmek gerekiyor. Palermo'nun genç defansı Kjaer de bu yaz büyük denizlere yelken açacaklardan. Liverpool'un adı geçiyor ama mümkünse başka kapıya. Liverpool ne kaybettiyse bu yüzden kaybetti. Bir kere de yıldız al be Benitez. Kjaer çok kaliteli bir savunma oyuncusu olmaya aday, fiziğinin çok iyi olması, daha bu yaşlarda İtalya'da oynayarak defansın anavatanında kendini yetiştirme fırsatı bulması önemli referanslar, ama sadece Liverpool için geçerli değil bu. Martin Demichelis'in de sıla özlemi ağır basıyor herhalde. River'a dönebileceğinden dem vurulmuş. Daha Avrupa'da yapabileceği çok iş var ama belki ülkesini ve eski takımını özlemiş olabilir. Bayern'den ayrılacaksa Galatasaray veya Fenerbahçe için çok makul bir transfer olabilir açıkçası.

Orta sahada oyuncu kalitesi net olarak artıyor. Bir kere Gerrard gerçeği var. Liverpool bu sene gerçekten çok kötü ve bu maalesef en iyi oyuncularını sezon sonunda kaybetmesine yol açacak şiddette devam ediyor. Gerrard'ın şansını İngiltere dışında deneme ihtimali varmış siteye göre. Böyle bir şeyi istememekle birlikte gidecekse de Real Madrid'in tam Gerrard'a göre bir takım olduğu gerçeğini gözden kaçırmamalı. Zaten başkan Perez bu tip transferleri çok sever, Gerrard'ın ayrılma ihtimali belirirse ciddi olarak ilgilenecektir. Yalnız 3-4 sene evvel Liverpool Başkanı'nın "Steven Gerrard, Liverpool'da ölecek" diye bir açıklaması vardı, bu gerçekleşmezse üzülürüm. Yine Mascherano'nun da İspanya'ya transfer olma ihtimali varmış. Gerrard'ın bile adı böylesine ciddi olarak geçiyorsa o takımdan herkes ayrılabilir. Arsenal'in genç İspanyol kaptanı Cesc için de bir kapışma bekleniyor bu yaz İspanyollarla Katalanlar arasında. Arda olsa şimdiye kadar "Real beni unutsun" demişti bile. Şaka bir yana yıllar önce kendilerini onlara göre satarak, Cesc'e göre geleceğini düşünerek İngiletere'ye gitmişti genç oyuncu. Katalanlar affetmişse ve Arsenal'den ayrılacaksa adres Camp Nou olacaktır. Tabii, Franck Ribery ve David Silva'da geçen yaz olduğu gibi gündemi meşgul edecek. İkisi için de Real adı dolanıyor, birini tercih edeceklerdir. Zaten Ribery hangi kulübe giderse gitsin 2 yılda bir transfer yapmak zorunda hissediyor kendisini, Uli Hoeness de sıkılmış görünüyor bu işten, bakalım Almanlar istedikleri 60 milyon avroya ulaşabilecekler mi?

Forvette bir dünya adam var deyim yerindeyse, hepsi de çok kaliteli. Yİne Liverpool'dan Torres, Villa, Pato, Dzeko, Aguero, Robinho... Gündemi en çok sallayan eğer transfer yapacaksa Torres olacaktır belki ama David Villa, Dzeko ve Aguero da en az onun kadar yararlı olacak çapta oyuncular buna şüphe yok. Bülent Uygun hep "M.Yıldız'ı alan takım şampiyonluğu alır" derdi, ben de "Aguero'yu alan takım durdurulamaz" diyorum. İşin en güzel yanı Galatasaray'ın da adının bu listede hem de 2 oyuncuyla birlikte anılması. En yüksek kalibredeki oyuncular bunlar, biraz da kulübün popülerliğini gösteriyor, her an bomba patlatabilecek takım olarak görüldüğünü gösteriyor Galatasaray'ın. Özhan Canaydın döneminde boş geçen transfer dönemlerinden, isabetsiz transferlerden, kaçan oyunculardan bıkmıştık. En azından yine belli bir saygınlığa erişti Avrupa'da Galatasaray. Sırf bu yüzden bile başkan Adnan Polat'a teşekkür etmeli liseci zihniyet. Gerçek, bulunduğu konumun sağlamlığını değil sadece kulübü düşünen taraftar zaten ediyor.

Ve teknik adamlar tabii ki. Her mevkide adı geçti L'pool'un belki ama bu kadar beklenti varsa ve bu kadar başarısız bir sezon geçiriyorsanız, koltuğunuzun sallanması oldukça doğal. Dünyanın en iyi taktisyeni de olsanız, 6 senede gelmeyen şampiyonluktan ötürü sorgulanma hakkınız var. Benitez'e büyük saygım var, o dünyanın en iyisi. Bazen olmayınca da olmuyor. Valencia'yı bile 3 yılda şampiyon yapan Benitez 6 yıldır Liverpool'da ulaşamadı bu başarıya. İleride ulaşamayacağı anlamına gelmiyor bu ama ayrılık vakti de gelmiş olabilir. Hoş, ben olsam göndermem gerçi ancak Liverpool camiası Manchester kadar sabırlı değildir. Juventus veya Real'in adını geçirmiş site. Açıkçası Benitez-Real çok yakışır birbirine. Guus Hiddink'in Liverpool'a gelmesi? Zor bir ihtimal bana göre. Son olarak da Blanc'ın Fransa Milli takımı'na geçeceği söylenmiş. Domenech'in gideceği belli. Yerine en uygun isim de Bordeaux'nun Lyon hegamonyasına son vermesini sağlayan Laurent Blanc. Gözlüklü, sakız çiğneyen, serinkanlı adam Blanc, oraya çok yakışır.

Daha önümüzde bir hayli zaman var. Bu dedikoduların kimi unutulacaktır ve daha çoğu eklenecektir. Ama şu da bir gerçek ki büyük transferler futbolu çok daha zevkli, takip edilesi hale getiriyor.

16 Ocak 2010 Cumartesi

UYUMAYIN - I

Wanderson

Yeni yayın ihalesiyle birlikte artık kulüplerimizin transfer gücü oldukça artacak, Anadolu kulüpleri daha şöhretli, kaliteli futbolcuları bünyesine katabilecek. Ancak bir futbol takımının yarışmacı olabilmesi bünyesindeki star oyunculardan çok diğer oyuncularla ilişkilidir. Kaliteli oyunculara yardımcı olabilecek, onları tamamlayacak oyuncular olduğunda başarının gelmesi çok daha kolay oluyor. Yıldız oyuncu bulmak oldukça kolay, hele ki günümüzün iletişim şartlarını düşündüğümüzde. Bense farkına vardığım yetenekli ve ucuz oyunculara ara ara blogda yer vereceğim bundan böyle. İlk yazı forvetler hakkında.

1-Roberto Mariano Silva Washington

Adından da anlaşılacağı gibi bir Brezilyalı, kısaca Washington. Sırbistan'ın Partizan takımında oynuyor. Washington'u önemli hale getiren özelliği ise boyu. 2.02 boyunda olan 25 yaşındaki Brezilyalı oyuncu 96 kilo aynı zamanda. Bu da ayrı bir çeviklik kazandırıyor ona. Tam bir pivot santrafor olması, Turkcell Süper Lig için biçilmiş kaftan dedirtti bana. Nobre'nin ilk geldiğinde Fenerbahçe'de yaptığı etkiyi rahatlıkla bir Anadolu kulübünde özellikle içeride baskılı oynadığı maçlarda yapabilir. II.Makukula olma ihtimali gördüğüm oyunculardan biri, tabii Makukula kadar becerikli değil ama yüksek boyu ve güçlü fiziğiyle 2 takım arasında büyük bir fark oluşturacak bir futbolcu görüntüsü veriyor izleyenlere. Asıl can alıcı nokta ise fiyatı. En fazla 700-800 bin avro gibi bir paraya transfer edilebilecek bir futbolcu Washington.


2- Francisco Wanderson do Carmo Carneiro

Bir başka Brezilyalı, bu sefer İsveç'ten. Wanderson, Göteborg şehirinin deyim yerindeyse üvey evladı konumundaki GAIS takımında oynuyor. Henüz 23 yaşında ve bu yıl 3.sezonunu geçirdiği İsveç'e tam anlamıyla damga vurdu. Takımı İsveç'in orta sıralarında yer almasına karşın, forvet ve forvet arkasında oynayabilen Wanderson sezonu 18 gol 7 asist ile kapattı. Takımın ligde toplam 41 gol attığı düşünüldüğünde gollerin %61'inin direk içinde bulunduğunu net olarak görüyoruz. Boyu 1,80. Bu özelliği haricinde tekniği ve gol vuruşlarındaki ustalığı ile Alex izlenimi veriyor. Bir ara Chelsea başta olmak üzere İngiliz takımlarının gündemine girdiğine dair haberler okumuştum ama bu haberlerden bir şey çıkmadı. Ara transfer döneminde olduğumuz şu günlerde 1.75 - 2.25 milyon avro verebilecek kulüplerimiz için harika bir transfer olur. En kötü ihtimalle bu yaz İsveç'ten ayrılacaktır ve Süper Lig'e ucuz gelmesi mümkün olmayan topçular arasına girecek.


3- Emiliano Alfaro

Son oyuncu ise Arjantin'den. Oldukça genç bir futbolcu Uruguaylı Emiliano Alfaro, 21 yaşında henüz. Uruguay'ın Liverpool kulübünden Arjantin'in San Lorenzo takımına transferi yeni tamamlandı. Yaklaşık 270bin avro ödendi bu futbolcu için. Uruguay Açılış Ligi'ni 15 maçta 13 golle gol kralı olarak tamamlayan bir futbolcu için az bir ücret gibi görülebilir 270 bin avro belki ama Güney Amerika'da özellikle Brezilya ve Arjantin haricindeki ülkelerde yetenekli futbolcuları bu fiyatlara bulmak mümkün. 1.73 boyundaki Alfaro daha çok hızıyla ön plana çıkıyor. Saha içinde çok çalışmayı seven bir oyuncu ve bencillik emareleri göstermemesi oynadığı mevki de düşünüldüğünde büyük şans. Bu sezon Arjantin Ligi'nde performansını en çok merak ettiğim isimlerin başında gelecek. Burada da bir patlama yapabilirse şimdiki transfer ücretinin en az 5-10 katı fiyata kendini Avrupa'a bulacaktır. 5-10 kat ifadesi belki ilk etapta fazla çarpıcı gelebilir ama hesaplayınca 2 - 2.5 milyon avro yaptığını görüyoruz. Turkcell Super Lig'de bu paraları ödeyebilecek en az 8-9 kulüp olduğu gerçeği düşünüldüğü zaman bu tip oyuncuların orta seviyede bir scout ekibi ile genç yaşlarda ülkemize gelme ihtimali olduğu da çok açık.

Çeşitli mevkilerde, genç ve ucuz olan, gelecek vaat eden oyuncuları bloga taşımaya devam edeceğim. Eğer okuyucularımız arasında da bu oyuncuları takip edenler varsa önerilerine blogda cevap vermek büyük bir zevk olacaktır.

15 Ocak 2010 Cuma

GÖKHAN ÜNAL FENERBAHÇE'DE


Fenerbahçe beklenen forvet transferini Trazonsporlu Gökhan Ünal'ı kadrosuna katarak gerçekleştirdi. Zamanında Gökhan Kayseri'de oynarken de Galatasaray ile birlikte bu oyuncuyla ilgilenmişti Fenerbahçe. Gökhan ise şaşırtıcı şekilde 6 milyon avro civarında bir bedelle Trabzonspor'a gitmişti. Kariyerinde Kayserispor formasıyla gol krallığı bulunan bir oyuncu Gökhan Ünal. Trabzonspor'da bekleneni veremediği tarzında bir hava oluştu belki ancak daha ilk sezonunda 15 gol 8 asiste ulaşmış bir isimden bahsettiğimizi de unutmayalım. Trabzon'un doyumsuzluğu Gökhan'ı başarısız konumunda gösterdi biraz da. Yoksa geçen sene takımın özellikle Ersun Hocayla birlikte ilk 20-22 haftadaki yüksek performansında büyük pay sahibiydi. Geçmişi bırakıp transfere ve Gökhan'ın bundan sonra Fenerbahçe'de neler yapabileceğine bakmakta fayda var. 3.5 milyon avro + 1 oyuncu konuşuluyor. Trabzonspor'un Burak Yılmaz'ı istediğini, Burak'ın da sezon sonuna kadar Eskişehirspor'da olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ya Eskişehirspor ile bir anlaşma olacak ya da Burak Trabzonspor'a gelecek sezon katılacak. Fenerbahçe'nin sisteminde ileri ucun Alex + tek forvet olarak benimsendiğini bildiğimize göre, Güiza ve Semih'in olduğu yerde Gökhan Ünal forma bulabilir mi? Gökhan Ünal, stiline baktığımızda Güiza ve Semih'ten daha teknik bir oyuncu. Güiza kadar hareketli olmasa da ona göre topla daha iyi dribbling yapabilen açıkçası tek forvete daha uygun bir oyuncu. Semih ile karşılaştırırsak da Semih'in daha hareketlisi ama Semih'in gol vuruşlarındaki becerisi Gökhan'a göre biraz daha fazla. Gerçi Daum'un her halükarda Semih'i yedek bırakacağını herkes adı gibi biliyor artık. Normalde Semih'i seven, arkasında olan yönetim ve taraftar cephesi de son yaşanan sözleşme uzatma ihtilafından sonra biraz bozuldu genç(!) golcüye. Dolayısıyla nöbetçi golcü artık 3.tercih diyebiliriz rahatlıkla. İlk tercih yine 14 milyon avroluk bedelinin de etkisiyle Güiza olacaktır ancak Semih'ten sonra ismi hiç de kötü olmayan 2. bir alternatifi daha var artık, en ufak falsosunda yedek kulübesinin tadına bakabilir Güiza da. Açıkçası Gökhan orta vadede Fenerbahçe için iyi transfer olduğunu gösterecek diyebiliriz. Kısa vadede ise hem Güiza'nın arkasında kalacak olması hem de Kayseri'deki performansına dönüşünün bir anda kolay olmaması bu sezon kendini ispatlamasına engel olabilir. Gelecek sezondan itibaren Alex ile oynamaya oldukça elverişli bir oyun stili olan Gökhan Ünal'ı yine 15-20 gol civarında görebiliriz. Gökhan Ünal'ın geçmişte "%80 Galatasaray'dayım" diye bir açıklaması olmuştu. Bu transferden sonra Gökhan'ın ömrü boyunca Galatasaray ile buluşamayacağını %80 söyleyebiliriz.Son olarak, bu transferle birlikte Fenerbahçe'de gol kralı apoleti taşıyan oyuncu sayısı 4'e (Gökhan Ünal, Alex, Semih, Güiza) yükselmiş oldu.

LUCAS NEILL SONUNDA


Yayın ihalesine fazla kapıldık Lucas Neill değerlendirmesi biraz gecikti bu yüzden. Galatasaray son transferini İngiltere Premier Ligi'nde 9 yıldır aralıksız oynayan bir defans oyuncusunu alarak yaptı. Sezon başında Gökhan Zan transferiyle defanstaki gedik kapatılmaya çalışılmıştı. Tabii bedava yapılan bu transferi eleştirmek yersiz ama Galatasaray'ın savunmada topla daha fazla haşır neşir olabilen bir oyuncuya ihtiyacı olduğu da gün gibi ortadaydı. Rijkaard'ın son açıklamasından Servet'i top kullanabilen biri haline getirmek istediği ve buna uğraştığı çıkıyor ama dünyanın savunma anlamında önemli oyuncularından Servet'in bu konuda adam olamayacağı belliydi. 31 yaşındaki Neill defansın sağı orijinli bir oyuncu ama göbekte de sırıtmadan oynayabiliyor. Özellikle bu sezon Everton'da bu görüldü. Defansın kanatlarında da oynayabiliyor olması onun aranan top kullanabilme özelliklerine sahip olmasında büyük paya sahip. Zaten 50 kere milli olmuş 2006 Dünya Kupası'nda yer almış, 2010'da da yer alacak olan, gerek oynadığı kulüp takımlarında gerekse milli takımında kaptanlığa kadar yükselmiş bir oyuncu olması Galatasaray defansının en önemli eksikliklerinen biri olan lider oyuncu ihtiyacını da giderecektir. Son sönemde, Eylül'ün ortasında katıldığı Everton'da formayı kapması Galatasaray'a hazır gelmesini de sağlamış olacak. Hemen Popescu-Bülent ikilisinden bahsedilmeye başlandı, tabii bu etkiyi bırakmak kolay değil ancak Servet ile kısa sürede uyum sağlamaları durumunda oyun stilleri birbirlerini tamamlamaya çok uygun. Zaten taraftarları defansın toparlanacağı, ilk yarıdaki lüzumsuz hataların tekrarlanmayacağı hususunda umutlandıran en önemli konu da bu. Neill'in takımda Harry Kewell ve Johan Neeskens gibi daha evvel çalıştığı isimler olması onun adına çok önemli. Zira, devre arasında dilini bilmediği yabancı bir kültüre transfer olan her oyuncu ne kadar tecrübeli olursa olsun, belli bir destek görmek ister. Bu konuda gerek Kewell'ın gerekse Neeskens'in önemli yardımlarını görecektir.

Neill'in katılımı ve defansta oynayacak olmasından sonra defans hattı Sabri - Neill - Servet - H.Balta dörtlüsünden oluşacak bir sakatlık olmazsa. Sol taraf daha statik sağ taraf ise hücumu daha çok düşünen zihniyete sahip olacak. Gökhan zan, Emre Aşık gibi isimler maalesef bu hız dengesini sağlama konusunda başarılı olamadı. Sabri'nin boşalttığı alanları doldurmak için orada daha dengeli ve hızlı biri olmalıydı, Neill bunu yapabilecek mi göreceğiz ama yapısı diğerlerinden çok daha uygun en azından bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl önemli olay ise Franco- Defans - Arda,Elano - Forvet köprüsünü sağlamak adına ilk yarıda birçok şey deneyen Rijkaard'ın eli daha güçlü olacak. Servet'in çıkarken defansın liderliğini üstlenmesi ve karavanayla sonuçlanan hemen her uzun pasından bıkan Galatasaraylıların bundan sonra daha rahat olacaklarını söyleyebilirim. Neill bu anlamda ayağına oldukça hakim bir isim. Galatasaray'ın önündeki en önemli barajın UEFA Avrupa Ligi'ndeki A.Madrid turu olduğunu düşünürsek, Avustralyalının bu maçlara kadar takımamonte edilmiş olması gerekiyor.

14 Ocak 2010 Perşembe

YOLA DIGITURK'LE DEVAM


Rekabet olmadan hiç bir iş randıman vermiyor. Bir önceki ihaleyi yıllık 140 milyon dolar gibi bir bedelle 2 yıllığına alan Digiturk Platformu, aynı ligin aynı sayıda maçını önümüzdeki 4 yıl için senelik 321 milyon dolar gibi bir bedel ödemeyi taahhüt ederek kazandı. Bir rakip olmasa belki bunun %60'ı civarında bir paraya alacaklardı ama taş gibi diyebileceğimiz bir Türk Telekom çıtanın gerçekten de kulüplerin istediği düzeylere yaklaşmasını sağladı. Sezon başında UEFA Avrupa Ligi'ne katılacak kulüp başkanlarının Star Tv'de Uğur Dündar moderatörlüğünde buluştuğu toplantıda bile seslendirilen rakamların 350 milyon dolarlar seviyesinde olduğunu hatırladığımızda ihale sonucunun önemli bir başarı olduğu çok açık. Avrupa'da son zamanlarda yapılan yayın ihalelerinde genelde düşüşler yaşanırken yapılan zamlar en fazla %15 dolayında seyrediyordu. Türkiye'de bunun %126 olması kriz döneminde önemli bir olay. Tabii burada federasyonun bugünkü başarısını överken, yayınların yıllardır yok pahasına satıldığı, deyim yerindeyse peşkeş çekildiği gerçeği de bir diğer bakış açısı olarak çıkıyor karşımıza. 2001 yılında 175 milyon dolara satılan yayın haklarının 2005'te Türkiye Kupası da dahil olmasına rağmen 140 milyon dolara düşmesinin olumsuz etkilerini aslında bugün ve bundan sonra da hissedecek Türk futbolu. O zaman yapılamayan sıçrama(hatta 35 milyon dolarlık gerileme) rakamların her daim yıllık yaklaşık 100 milyon dolar civarında geride kalmasına yol açacak. Tabii burada bu çıkarımı yaparken diğer Avrupa ülkelerindeki yayın gelirlerine de bakmak gerekiyor. Örneğin bizim ülkemiz gibi ortak yayın havuzu bulunan İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde orta vadede yaşanan değişimler şu şekilde;
Fransa 2001'de 320, 2009'da 668 milyon avro,
Almanya 2004'te 272, 2009'da 425 milyon avro,
İngiltere 2001'de 1,1 milyar pound, 2009'da 2 milyar avro.
İspanya'da ise havuz yok. Kulüpler kendi yayın haklarını kendileri pazarlıyorlar. Bilinen örneklere bakarsak, Real Madrid 155, Barcelona ise 145 milyon avro katıyor her sene kasasına sadece yayın gelirlerinden.

Sonuç olarak bugün atılan imzalarla A-B-C paketleri olarak toplam yıllık 370 milyon dolar gelir elde edecek kulüplerimiz. Bundan böyle ekonomik anlamda daha rahat olacakları kesin. İhale daha yüksek bir bedele satılabilir miydi? Evet, Digiturk belki 400 milyon dolar seviyesine dahi çıkabilirdi ama bunun için en az Turk Telekom kadar güçlü birkaç şirketin daha ciddi olarak bu işle ilgilenmesi gerekiyordu. Türkiye şartlarında şu an için bunun mümkün olmadığını da maalesef kabullenmemiz gerekiyor. Fenerbahçe hariç tüm kulüplerimizin en büyük girdisi yayın gelirleri. En büyük gelir kaynakları tam 2.25 katına çıkmış olan kulüplerimizden ben artık çok daha yarışmacı olmalarını, çok daha akılcı transfer politikaları gütmelerini bekliyorum. Anadolu kulüplerimizin son dönemde ligde yaptığı çıkışları, Avrupa kupalarında da en az 5-6 yıl önceki bir Denizlispor bir Gençlerbirliği kadar ses getirici şekilde tekrarlamalarını hayal etmek biraz daha kolaylaşacak. Son not ise "Digiturk Genel Müdürü olacağıma futbolcu olsaydım keşke" diyen Ertan Özerdem için. Fiyatları %126 artırdınız. Yapacağınız yayınların kalitesinde de aynı oranda bir artış düşünüyor musunuz? Ve son olarak kulüplere fazladan aktaracağınız yıllık 180 milyon doları halka zaten yüksek gelen fiyatlarınızı daha da artırarak mı temin edeceksiniz, yoksa ligin ederi zaten buydu da 9 yıldır bir ucuza getirme ve gereğinden çok daha fazla kar etme mi söz konusuydu?

LIVERPOOL ÖLDÜ


Avrupa'da kupa maçları oynanıyor şu zamanlar. Ben de Bursaspor - Tarsus İdman Yurdu, Fenerbahçe - Tokatspor, Liverpool - Reading gibi güçlü takımlarla zayıf takımların karşılaşmalarını izleme fırsatı buldum. İlginçtir deplasman takımı pozisyonundaki zayıf ekipler 3 maçta da oldukça dirençli bir futbol ortaya koydu. Hatta Reading, Liverpool'u Anfield Road'ta elemeyi başardı. Zaten bu maç Liverpool için bu sezonun tamamen bittiğini gösterdi. Premier Lig, Şampiyonlar Ligi, Lig Kupası ve FA Cup daha Ocak ayında elden kaçtı. Hedefte sadece son 16'da Fenerbahçe ile eşleşme ihtimalinin bulunduğu UEFA Avrupa Ligi kaldı. Son 5 sezonda 2 Şampiyonlar Ligi Finali oynamış bir takım için hiç de teselli edici bir durum değil. Son Reading maçında da sahada olan tek takım deplasman takımıydı zaten. Öne geçmesine rağmen kendi evinde bu avantajı kullanamayan bir Liverpool vardı, Reading son dakikada eşitliği buldu, uzatmada da kırmızıları bitirdi. Ümit Milli oyuncumuz Jem Karacan da ilk 11'de sahaya çıktı ve orta sahada idare eden bir performans gösterdi. Championship dediğimiz, Premier Lig'in bir alt liginde küme düşmemeye oynayan bir takımın gelip Anfield'da Liverpool'u deyim yerindeyse döve döve yenmesi Benitez adına düşündüğümüzde hiç de açıklanabilecek bir olay değil. Artık sadece UEFA Kupası kaldı ama durum orada da pek parlak gözükmüyor, hele ki bu futbolla. Fenerbahçe de umut vermiyor ama 2 takım bir üst turda eşleşirse kimse turun Liverpool adına çantada keklik olduğunu iddia edemez. Premier Lig'de şampiyonluk kazanmak isteyen takımlar bu yorucu ligi kaldırabilmek için çok sayıda yıldız oyuncuya sahip olmak zorunda. Bu zorunluluğa rağmen kadrsounda büyük yıldız diybileceğimiz sadece 2 oyuncu(Gerrard, Torres) barındıran Liverpool'un bir de bu oyuncuları satacağı söylentileri ortaya çıktı. Kulübü küçülteceklerse bunu çıkıp açıklasınlar da bari taraftar beklenti içine girmesin. Hadi ben ve benim gibi İngiltere dışındaki Liverpool sempatizanlarını geçelim, Liverpool taraftarlarına yazık oluyor. 1990'dan beri şampiyonluk göremeyen bir taraftar topluluğundan söz ediyoruz. Tabii ki takımlarını yine yalnız yürütmeyecekler ama Gerrard'a, dünaynın en iyi taktisyeni Benitez'e ve en önemlisi Kop tribününe daha fazla yazık olmaması için önümzüdeki yaz oyuncu satmak yerine sağlam takviyelerle hedefe gitmesini istiyorum Liverpool'un. İstiyorum ama olacağına inanıyor muyum? Maalesef artık hayır.

13 Ocak 2010 Çarşamba

MANİSASPOR 0-0 İ.B.B --- KUPA MESAİSİ


Yağmur çamur demedik ayağımızın tozuyla Manisaspor'umuzu desteklemeye gittik Ziraat Türkiye Kupası maçında. Grupta da iddiası tüm hızıyla sürüyor Manisaspor'un. Gerçi kadrolar açıklanınca Mesut Bakkal'ın bazı yedek oyunculara ve yeni transferlere yer açmaya çalıştığını görüp çeyrek finali garantileme mücadelesinde bunun ne kadar doğru olduğunu tribünde çekirdek çitlerken tartışmaya açan bey amcalarımız oldu ama bu maçların bir anlamda lige hazırlık olduğu da unutulmamalı. Defansa yeni takviye Gabriel, Ersen Martin ve Şener Manisa taraftarıyla buluştu. Şener için çok da yabancı olduğu bir buluşma değildi bu ama olsun, 1,5 senelik bir ara verdi sonuçta. Mesut Hocanın ilk yarıda hemen hiç şans vermediği Dilaver Güçlü de ilk 11'deydi. Ve abartmamak da lazım ama sahanın en iyi ismi açıkça Dilaver'di. 0-0 biten bir maçın en iyi ismi ne kadar etkili oynarsa Dilaver de hem sağ hem de sol kanatta en az o kadar etkili oldu, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bir başka transfer Ersen Martin, Manisaspor'un içerdeki sıkıntısına çözüm olabilir, eğer uyum sağlayabilirse. Manisaspor ilk yarıda genel olarak rakibi bozma anlayışına sahip olduğu için içerdeki maçlarda çok zorlandı,bu derde Ersen gibi uzun boylu pivot tipte bir santrofor belli derecede çare olacaktır, buna şüphe yok. Defansta Gabriel oldukça sağlam durdu. Zaten Belediye maçın nadir bölümleri hariç rakip sahaya doğru düzgün geçemedi. O yüzden Manisa defansı çok zorlanmadı bugün. Ben Yiğit Gökoğlan'ı ilk 11'de bekliyordum ama hocanın Dilaver tercihi, Simpson'dan da vazgeçememesi Yiğit'i dışarıda bırakmış. Üzerinde çok fazla yorum yapılabilecek bir maç değildi, TV'den de yayın olduğu için izleyen arkadaşlar net bir şekilde görmüştür bunu. Manisaspor yaptığı takviyelerle kadroyu dengeli bir şekilde kurarsa 2.yarıda düşme potasının üzerinde kalır, çünkü içerde kaybedilen puanlara kolay çözüm bulunabiliyor, özellikle 2-3 transferin çok şeyi değiştirdiği bizim ligimizde. Belediye içinse her zaman aynı şeyi düşünürüm. Tek yıldızı Abdullah Avcı. Her maçını deplasmandaymış gibi oynayan bir takım. Ekrem Ekşioğlu, Gökhan Süzen, Metin Depe, Rızvan Şahin gibi Turkcell Super Ligi orta üstü takip eden kişilerin ilk defa duyacağı isimlerle her sene ligde kalmayı başaran bir takım oluşturdu Abdullah Hoca. Artık ya bu takımın kadro kalitesini artırmalı ya da en azından baş altı bir takımda şansını denemeli. Belediye'nin de bu sezon ligde herhangi bir sıkıntı yaşamayacağını söyleyebilirim.

Not: Akşam ki Beşiktaş-Kasımpaşa maçından sonra bu grupta işler iyice sarpa sardı. Son maçında TFF 2. Lig ekibi Konya Şeker ile karşılaşacak Manisaspor kazanırsa kayıtsız şartsız grup lideri olarak çıkacak. Ayrıca Belediye de büyük bir avantajı eline geçirmiş durumda. Çok büyük bir sürpriz olmazsa son şampiyon Beşiktaş daha gruplarda kupaya veda edecek.

12 Ocak 2010 Salı

MANİSA AÇILIMI --- M.BATDAL & B.YILMAZ


Mehmet Batdal - Bekir Yılmaz

Transferin en gözde isimlerinden Mehmet Batdal şaşırtıcı bir şekilde Manisaspor ile anlaştı. Trabzonspor ve Fenerbahçe'nin gündeminde olan bir futbolcuydu Mehmet, Manisaspor'un transferde bu oyuncuyu alabilmesi bu anlamda büyük bir başarı. Yalnız burada asıl şaşırtıcı olan 2 büyük kulübün, özellikle de oldukça istekli görünen Trabzonspor'un, oyuncu için belirlenen 500 bin liralık bonservisi vermeye yanaşmaması. Yakın zamanda Alanzinho'ya 4 milyon avro verecek kadar gücü olan bir kulübün fizikli, genç ve patlama yapabilecek bir forvet için 250 bin avroyu gözden çıkaramaması gerçekten ilginç göründü bana. Aynı takımda oynayan genç orta saha Bekir Yılmaz da Manisa yolunu tuttu. 2 oyuncu için toplam 650 bin lira verileceği, oyuncuların sene sonuna kadar Bucaspor'da kalacağı ve maaşlarının da Manisaspor tarafından ödeneceği bilgisi var ortada. Her şeyi toplasak taş çatlasa 1 milyon liraya bitmiş bir transfer Manisaspor adına. Bu oyuncuların takıma faydalı olabilecek potansiyelli oyuncular olduğu, ileride büyük veya baş altı kulüplere satılma ihtimalini olduğu da göz önüne alındığında 1 milyon liralık bu transfer sudan ucuz dahi kabul edilebilir.

Şu gerçek de gözden kaçmamalı ki İzmir kulüpleri oyuncularını pahalı satmıyor. Eren Güngör, Merter Yüce, Gökhan Değirmenci, Rıdvan Şimşek son dönemde İzmir'den oldukça ucuza Turkcell Süper Lig'e yelken açan futbolculardı, bunlara Mehmet ve Bekir de eklenmiş oldu. Manisaspor'un oyun anlayışı temelinde baktığımızda, Mehmet Batdal tarzında bir forvete ihtiyacı vardı zaten bu takımın. İsaac, Simpson, Ergin gibi pır pır diyebileceğimiz oyuncuların yanında daha statik bir oyuncu olmalıydı. Ersen Martin transferiyle bu tipte bir oyuncu alınmıştı gerçi. Gelecek sezon Batdal'ında gelmesiyle bu tip oyuncu sayısı 2'ye çıkmış olacak. Bekir'in mevkisi için Manisaspor kadrosu zaten çok oyuncu barındırıyor. Yiğit İncedemir, Mehmet Nas, Mehmet Güven, Nizamettin Çalışkan hep o bölgenin adamları. Yine de benim bu sezon izlediğim 2 maçta(Göztepe, Galatasaray) gördüğüm kadarıyla Bekir Yılmaz 2.yarıda Buca'da kazanacağı tecrübeyi de ekleyerek bu oyuncularla rekabet edebilecek düzeyde katılacak Manisaspor'a. Orta sahada teknik, fizik, mental hiçbir özelliği üst seviyede olmayan ama hepsinden orta veya orta üstü diyebileceğimiz seviyede bulunduran dolayısıyla kendisini kafa olarak hazırlarsa ligimizde iş yapabilecek bir oyuncu Bekir.

Sonuç olarak Manisaspor iyi bir iş çıkardı. 23 yaşındaki Mehmet ve 21 yaşındaki Bekir'in alınması umarım Manisaspor'un bundan sonraki transfer stratejisini yansıtıyordur. Kayserispor'un yaptığı gibi genç ve yetenekli oyunculara yönelmek şu anda Anadolu takımları için en mantıklı yol gibi gözüküyor. Hele ki büyük takımların ödediği bonservis fiyatlarını gördükçe, bu oyuncuları onlara o fiyatlara satma umudu her yöneticinin rüyası haline geliyordur haliyle. Manisaspor'un Bucaspor'u takip ettiği de bu transferle açıkça göründü, umarım kanatlarda atak oyuncusu olarak görev yapan, Bekir gibi 1988 doğumlu olan Sercan Kaya da bir an evvel memleketimin takımının ilgi alanına girer.

6 Ocak 2010 Çarşamba

JUAN SEBASTIAN VERON - THE CAPTAIN


Büyük futbolcu olmak zor, hem büyük futbolcu hem efsane olmak çok zor... Bunların yanına bir de adam olmayı eklemek ise imkansız gibi. Dünyada yıldız futbolcu çok fazla olmadığındandır herhalde bu 3 özelliği taşıyan kişi sayısı 2 elin parmaklarını geçmez. İşte bunlardan biri de Juan Sebastian Veron ağabeyimiz... Estudiantes takımının beyni, kaptanı, lideri kısaca her şeyi konumunda şu sıralar. Yaş 34 ama hala Avrupa takımlarının transfer listesinde kendine yer bulabiliyor hem de 7 milyon avro gibi rakamlarla. Ne kadar kaliteli futbolcu olduğunu zaten tartışmaya gerek yok. Bunu oynadığı takımlar ve kendisine ödenen bonservis bedellerinden de rahatlıkla anlayabiliriz. Dünyada kendisine en çok bonservis ödenen oyuncu konumunda Veron, son zamanlarda büyük bir değişiklik olmadı ve ben atlamadıysam. Transfermarkt kayıtlarında yaptığı 2 transferin bedeli bilinmemesine karşın 117 milyon avro ödenmiş görünüyor. O transferlerle 130 milyon avro civarına denk geliyor bu para. Oynadığı takımlarsa Boca, Sampdoria, Parma, Lazio, Chelsea, Man. Utd, Inter ve Estudiantes.Ancak Veron'u insanların gözünde Veron yapan nokta ailesinin takımı Estudiantes'e Avrupa'da çok rahat top oynayabilecek konumda olmasına rağmen 30 yaşında dönmüş olması, sadakatini göstermesi. Babası Estudiantes ile 3 kez Copa Libertadores'i kazanmıştı, o da bu geleneği devam ettirdi. Kıtalararası Kupa'da da onca başarıdan sonra bu kupayı kazanması artık zorunluluk(!) olan Guardiola'nın Barcelona'sına uzatmada yenildiler. Aslında öne de geçmişlerdi ama Veron komutasındaki Estudiantes zafere gidemedi. Buna rağmen bu turnuvadan benim aklımda ne Barcelona ne Messi ne de Boselli kaldı. Veron'un turnuva başlamadan önce yaptığı "Biz oraya keyif almaya, dürüstlük, şeref ve barışın bayrağını dalgalandırmaya gidiyoruz. Başarılarımızın ardından yeniden çok önemli bir turnuvadayız ve bu kutlanması gereken bir olay. Estudiantes dürüstlük, şeref ve barış demektir." açıklaması kaldı. Kendini Avrupa'da eğlendirip, bitmiş bir şekilde ülkesine dönen Güney Amerikalılardan olmadı Juan, babasının takımına şampiyonluklar kazandırmak için döndü.

Futbolun böyle adamlara ihtiyacı var, hatta bu dönemlerde çok daha fazlasıyla... Eğer bir sakatlık olmazsa yazının başındaki 3 önemli özelliğin 2sini kendinde barındıran Maradona tarafından Dünya Kupası'na da çağrılacak büyük kaptan. Bu Dünya Kupası'nın Zidane'ı olacak dersem çok da abartmış olmam herhalde...

5 Ocak 2010 Salı

LEMERRE - ÖZAT EL ELE


Ankaragücü her anlamda yeni bir sayfa açmaya çalışıyor. Gökçekler ve ekibine yeteri kadar değindik, gerekirse daha sonra yine üzerinde tartışırız, asıl dikkatimi çeken nokta ise uzun uğraşlardan sonra anlaşılan teknik ekip oldu. Fransa ile 2000 Avrupa Şampiyonası'nı kazanan Roger Lemerre, Ümit Özat ile birlikte göreve geldi. Geçmişinde bir Ordu Milli Takımlar Dünya Kupası, 1 Avrupa Şampiyonluğu, 1 Afrika Uluslar Kupası Şampiyonluğu ve 1 Konfederasyon Kupası Şampiyonluğu bulunan bir ismin bir Anadolu kulübüne gelmesi ilk bakışta kağıt üstünde harika bir iş olarak görülebilir. Hatta Lemerre'in 98 Dünya Kupası zaferinde de Jacquet'nin yardımcısı sıfatıyla önemli bir paya sahip olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Evet ilk bakışta çok önemli bir kariyer ama 87'deki 1 sezonluk Lens kariyerini saymazsak son 24 sezonda hiç kulüp takımı çalıştırmamış bir teknik adam var karşımızda. Yaşı 68. Sıkışık ve yorucu tempodan neredeyse bir ömür kadar uzak kalması Lemerre'in en negatif yönü olarak kabul edilebilir. Tabii yabancı teknik adamların Türkiye'ye getiriliş süreçlerinde ülkemizi ne kadar tanıdığı da oldukçaetkili bir faktör. Bu faktörün de maalesef Lemerre'in pozitif yönleri arasında bulunduğunu söylemek imkansız gibi.

Ümit Özat'ın yardımcı antrenörlüğe getirilmesi ise tamamen doğru bir iş. Geçmişte bizim de dalga geçmişliğimiz vardır Ümit Hocamla her Türk genci gibi ama bu taş gibi oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmez. Gittiği kulüplerde hemen kaptanlığa getirilmesi, futbolculuğundaki olumlu yönleri karakterinde de barındırdığının en büyük kanıtı. Hem Lemerre'e tanımadığı bir ligde yardımcı olacak, hem de tecrübeli bir hocayla çalışarak teknik adamlık kapasitesini artıracak olması onun için de büyük avantaj. Açıkçası Lemerre'in en fazla 1,5 sene çalışacağını düşünecek olursak Ümit Özat'ın Ankaragücü'nde Lemerre'in halefi olacağını bile söyleyebiliriz. Zaten Ümit de Köln'den bu tip ileriye dönük vaatleri duyunca ayrılmayı kabul etmiştir. Kısa Almanya macerasında orada da kendisini kabul ettiren, antrenörlük kapmayı başaran bir kişi oldu zira. Benim teknik adamlık anlamında çok umutlu olduğum isimlerden biri Ümit Özat.

Lemerre-Ü.Özat denemesi ilk bakışta olumlu gibi gözükse de yukarıda bahsettiğim dezavantajlara ek olarak bir de sezon ortasında göreve gelme olumsuzluğunu yaşayacak. Lemerre'in aşırı disiplinli bir teknik adam olması bunu kotarabilecek mi göreceğiz. Açıkçası, 2.yarıda benim en sıkı takip edeceğim 2-3 teknik heyetten biri Ankaragücü teknik heyeti olacak.