31 Aralık 2010 Cuma

GALATASARAY CC 67-56 FB ÜLKER


Çok uzun zaman sonra 11.haftası gelmiş bir sezonda liderlik umudu için sahaya çıktı Galatasaray Erkek Basketbol Takımı. 80’li, 90’lı yılların şampiyon ekibini uzun zamandır bırakalım şampiyon olmayı liderlikte dahi göremiyorduk. Özellikle geçen sene yaşanan fiyasko ve ligde son haftada kalınmasının hemen ardından bu kadar istikrarlı bir çizgi yakalamak… Üstüne son şampiyon ile liderlik maçına çıkabilmek… Kısacası dünkü karşılaşma Galatasaray Cafe Crown için büyük önem taşıyordu. Bunun bilincinde olan taraftar da, Fenerbahçe taraftarının kurallar gereği salona alınmadığı maçta, 12,500 kapasiteli Abdi İpekçi Arena’yı tamamen doldurdu. Hoş, daha küçük salonlarda daha az taraftarla çok daha büyük baskıların kurulduğu maçları izlediğimden, Galatasaray’ın Fenerbahçe üzerinde taraftar anlamında önemli bir baskı kurduğunu söyleyemesem de, ev sahibi takımın oyuncuları için tribünlerin dolu olması dahi başlı başına motivasyon sebebi.

Galatasaray CC liderliğe ve lider olma isteğinin getirdiği baskıya çok fazla alışkın olmadığından olsa gerek, karşılaşma Fenerbahçe kontrolünde başladı. İçerde Ermal’dan bir türlü verim alamayan Oktay Mahmuti, takımı kısaltarak Fenerbahçe’nin üstünlüğünü kırmak istedi. Ermal’da olduğu gibi maçın başında Emir Preldzic’in performansından memnun olmayan Fenerbahçe Ülker ise bu oyuncuyu çıkardığı için Galatasaray’a kısa rotasyonunda cevap veremedi ve bir ara 10 sayıya çıkan fark ilk periyot sonunda kapandı. İlk periyotun en önemli dersi sistem oyununa son derece önem veren Oktay Mahmuti’nin bir anda sistemini değiştirerek maçı dengelemesiydi.

İkinci periyot tamamen dengede başladı. Ancak Galatasaray CC’nin daha iyi ve arzulu oynadığı açıkça görülüyordu zira bu olmasa Galatasaray CC’nin kâğıt üstünde kendisine göre daha iyi bir kadro olan Fenerbahçe Ülker’i zorlaması hiç kolay değildi. Bu periyotta 9 sayı bulan Preston Shumpert zaten çok kısır geçen maçta fark yaratan oyuncu olarak dikkati çekti. Fenerbahçe Ülker’in Galatasaray uzunlarını faul problemine sokmuş olmasına rağmen ısrarla Oğuz Savaş’ı kullanmamasını koç Neven Spahija’nın önemli hatası olarak gösterebilirim. Spahija’nın gelişiyle Tanjevic Fenerbahçe’sinden çok daha farklı bir takıma bürünen sarı lacivertlilerle, Oktay Mahmuti’nin gelişi sonrası küçük bir mucizeye imza atan Galatasaray’ın kora kor mücadelesinde, ilk yarı Fenerbahçe Ülker lehine bu maç için oldukça kısır sayılabilecek bir skor olan 29-27 bitti. Tabii bu skorun oluşmasındaki en büyük etkenler Mahmuti’nin disiplin ve iyi savunmadan asla vazgeçmeyen sistemi ile dünyada hemen hiçbir takım karşısında maçtan kopmayacak bir ekip olan Fenerbahçe Ülker’İn çok iyi kadrosu...

3.periyorun ilk yarısı ilk devreden farklı olarak oldukça skorlu başladı. Bu 5 dakikada frenleri boşalmışçasına sayı bulan 2 takım, sonraki zaman diliminde yine savunmaları ön plana çıkaran oyunlara döndü. Tabii bunda böylesine tempolu bir maçta oyuncuların gitgide yorulmasının ve maçın sonunun akıllarda önemli yer etmesinin payı büyük. Periyot sonunda Fenerbahçe’nin farkı 5 sayıya kadar çıkarması oldukça önemli bir fark oluşturacaktı ki, maçın en önemli oyuncusu Tutku Açık’ın son saniye üçlüğüyle yine denge sağlandı.

Son periyota ise Neven Spahija’nın aldığı teknik faul damgasını vurdu. Orada Galatasaray’ın ekstra bir hücum daha yapmasını sağlayan bu olay, ister istemez Fenerbahçeli oyuncuların dengesini de bozdu. Yine de maçı bırakmayan Fenerbahçe, Kaya Peker – Oğuz Savaş – Mirsad gibi oyuncularıyla Galatasaray’a göre daha etkili olabileceği boyalı alanı zorlayarak savaştı. Burada erken faul almalarına rağmen 5.faulünü 34.dakikaya kadar erteleyen Rancik ve yine aynı durumdayken maçın sonuna kadar sahada kalan Andric takımları adına büyük iş yaptı. Özellikle Ermal’ın sakat olduğu ve tam anlamıyla verimli olamadığı bir maçta bu oyuncuların erken oyundan çıkması, maçı kesinlikle Oğuz Savaş’ın şovuna dolayısıyla Fenerbahçe Ülker’in galibiyetine götürürdü. Fenerbahçe’nin bu maçtaki en büyük sıkıntısı, belki de maçı kaybettiği nokta, serbest atışlardı. 27 serbest atışın 12’sinin kaçması, farkın 11 olduğunu düşününce, bir vahamet göstergesi. Yine üç sayılık atışlarda da %24 gibi düşük bir yüzde sonucu buralara getirdi. Bir başka ilginç nokta ise basketbolda 1 dakikanın inanılmaz uzun bir süre olmasına rağmen, Fenerbahçeli oyuncuların taktik faul yapmayarak skoru asgari farkta tutmak istemeleriydi. Euroleague gibi kısa dönemli turnuvalarda bunlar yapılıyor fakat birçok mucizeye şahit olduğumuz bu sporda özellikle 30 haftalık bir maratonda bu bana oldukça yanlış bir taktik olarak göründü.

Maç sonrası yapılan röportajlarda Galatasaray’ın daha iyi olduğunu ve maç içindeki teknik faulü hak ettiğini söyleyen Neven Spahija’yı tebrik etmek gerekiyor. Takıma yeni gelmesine karşın ülke basketboluna ve en önemlisi kadroya çok iyi intibak etti, Turkish Airlines Euroleague’de bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Her ne kadar son dönemde yoğun temponun etkisiyle sürpriz mağlubiyetler alsa da, Fenerbahçe Ülker devre arasından sonra yine sezon başındaki “buldozer” görüntüsüne kavuşacaktır.

Galatasaray CC, sezon başında Oktay Mahmuti’yi ve geçmiş sezonlara nazaran kaliteli oyuncuları getirmesinin meyvelerini yavaş yavaş topluyor. Sadece kendisinden daha güçlü takımlara karşı sorun yaşayabileceği pota altı mevkii için dışarıdan şut opsiyonu bulunan 1 oyuncu ile anlaşılabilir. Burada Türk Telekom’un yeni transferi Jan Jagla tam aranan özelliklere sahip olduğundan gündeme gelebilirdi.

Açıkçası, Efes Pilsen döneminde takımı bir türlü Final – Four’a sokamadığı için o dönemde Oktay Hoca’ya bir türlü sıcak bakmasam da, Hoca inanılmaz bir gelişim gösterdiğini deyim yerindeyse gözümüze sokuyor. Önümüzdeki dönemde gerek Euroleague’e göre daha rahat tempoda oynanan Avrupa Kupası’nda gerekse ligde Galatasaraylılara hoşa gidecek bir basketbol izleteceğine şüphe yok…

30 Aralık 2010 Perşembe

ÜLKE ve TAKIM PUANLARI'NDA SON DURUM


Ülke puanı olarak 2010 yılının özellikle de 2010-2011 sezonunun Türkiye açısından güzel geçtiğini söyleyebilmek imkânsız. Bursaspor, Fenerbahçe, Trabzonspor, Galatasaray ve Beşiktaş ile çıktığımız Avrupa Kupaları yolculuğunda Şubat ayını sadece Beşiktaş’ın görebilmesi başlı başına bir kâbusken diğer 4 takımımızdan Fenerbahçe, Trabzonspor ve Bursaspor’un daha ilk mücadele ettikleri aşamada, Galatasaray’ın ise yine benzer bir şekilde ikinci aşamada elenmesi Türkiye’yi üst sıraları hedeflemekten ziyade sırasını kurtarmaya çalışan bir ülke konumuna getirdi.

2009-2010 sezonu bittiğinde ülke olarak 11.konumdaydık ve üstümüzdeki takımlarla puan farkımız fazla olmadığından iyi geçirilecek bir sezon bizi 7.sıraya kadar tırmandırabilirdi. Galatasaray’ın son 3 yılda sürekli olarak Şubat ayını görmesi, Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final turuna kadar yükselmesi iyi olabilecek 1-2 sezonla birleşirse Avrupa Kupaları’na 6 takımla katılan bir ülke olabilirdik. Ancak yukarıda değindiğim üzere bu sezonki topluca kötü performansımız dolayısıyla hali hazırda bulunduğumuz 10.sırayı hemen arkamızdaki Yunanistan’a karşı korumak durumundayız. Geçen sezondan 1 sıra yükselmemizin nedeni ise önümüzde bulunan Romanya’nın bu sezon silinen 2005-2006 yılı puanının çok yüksek olması. Normal şartlarda silinen puanlarla Hollanda’nın da önüne geçmiş ve sezona 9.sırada başlamıştık lakin bu sezon şu ana kadar topladığımız 4.600 puan, Hollanda’nın 8.166 puanı karşısında ezildiğinden 9.luğu portakallara kaptırdık. Bu saatten sonra 4 takımımızın tel tel döküldüğü bu sezon için 10.sırayı koruyabilmek başarı sayılacaktır. Tabii ki kalan tek temsilcimiz Beşiktaş’ın alacağı her puan bizim için altın değerinde. Bu sezonun sonundaki sıralama 2012-2013 sezonunu etkileyecek. 2012-2013’te de bu sezonun kalan bölümünde çok büyük bir sürpriz olmazsa Şampiyonlar Ligi’nde 2, UEFA Avrupa Ligi’nde 3 takımla temsil edileceğiz.

Ülke bazında durum bu şekildeyken kulüpler bazında da takımlarımızın kötü performansı onları sıralama olarak aşağı çekiyor, bir başka deyişle takımlarımızın kuralarda seri başı olmaları zorlaşıyor. Son 5 yıl performansına göre oluşturulan sıralamada Türkiye’den en üstte Fenerbahçe yer alıyor, puanı 50.510. Maalesef bu sezon aldığı 2.420 puan 4 yıl boyunca Fenerbahçe’nin hanesinde kalacak. Şu anda 36.durumda bulunan Fenerbahçe’nin yükselebilmek hatta buralarda kalabilmek için bu sezonki düşük puanını önümüzdeki 1-2 yıl içinde telafi etmesi şart. Galatasaray’ın durumu da Fenerbahçe’den çok farklı değil. 42.sırada bulunan Galatasaray da bu sene 2.420 puan toplayabildi. Beşiktaş şu anda 37.010 puanla 55.sırada ancak elenmediği için hala yükselebilme şansı var. UEFA Avrupa Ligi’nde ulaşılabilecek bir çeyrek final Beşiktaş’ı Galatasaray ile hemen hemen aynı puana getirebilir. Diğer temsilcilerimiz Trabzonspor ve Bursaspor ise hem geçmiş yıllardaki puanlarının kötü olması hem de bu sezon önemli başarı elde edememelerinden ötürü UEFA Avrupa Ligi Play-Off’larında dahi seri başı olabilecek konumda değiller. Açıkçası bu durum şu anda ligimizde ilk 2 sırada bulunan ve Avrupa Kupaları’na en yakın olan bu 2 takımımız açısından hiç de iç açıcı değil.

Sonuç olarak, takımlarımız bu sezon kendileri ve ülkemiz açısından oldukça sönük bir Avrupa Kupası performansı sergiledi. Uzun bir zaman sonra Avrupa’ya açılan Bursaspor belki hoş görülebilir lakin yıllardır bu alanlarda yer alan, tecrübeli Galatasaray ve Fenerbahçe’nin kendilerinden oldukça düşük bütçeli ve güçsüz takımlara elenmesi puan olarak bizi zora soktuğu gibi Avrupa arenasında başarılı olmak için ülke futbolunda bir takım şeylerin gözden geçirilmesi gerektiğini de net bir şekilde hatırlatmış oldu.

27 Aralık 2010 Pazartesi

SPORDA ŞİDDET YASASI



Türk Futbolu’nda son yıllarda artan şiddet olaylarını engellemeye ve sporda kalitenin artırılmasına yönelik olarak TBMM bünyesinde “Spor Kulüplerinin Sorunları ile Sporda Şiddet Sorununun Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu” çalışmalarına devam ediyor. Son olarak Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonpor taraftar gruplarının temsilcilerini dinleyen komisyonun kurulduktan şimdiye kadar olan çalışmaların, dinlenen isimlerin tespitlerinin ve bu çalışmadan alınabilecek sonuçların değerlendirmesini yapmakta fayda var.

İçinde bulunduğumuz Aralık ayının başından bu yana çalışmalarını sürdüren komisyon ilk olarak 7 Aralık’ta TFF Başkanı Mahmut Özgener ve TBF Başkanı Turgay Demirel’in bulunduğu heyeti konuk etti. Bu tarihten günümüze değin Voleybol Federasyonu Başkanı Erol Ünal Karabıyık, Prof. Seydi Karakuş, Kulüpler Birliği Heyeti, muhtelif Federasyon Başkanları, yorumcular Hasan Şaş, Rıdvan Dilmen ve Sergen Yalçın, UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik ve son olarak da yazımın başında değindiğim üzere büyük kulüplerin taraftar grubu temsilcileri dinlendi.

Bu komisyonun kurulma amacı tek olmasa da en öncelik verilen amaç sporda şiddet sorununun çözülmesi. Katılımcılar, genel olarak, Spor’da Şiddet Yasası’nın gerekliliği, Adalet Bakanlığı’nın bu konudaki rolü, medyanın şiddete etkisi, kulüpler yasası, altyapı eksikliği, holiganizm, artan imkânlar ve mali koşullar, stat sorunları ve taraftarlar gibi konulara değinerek sorunlara kendilerince çözüm üretmeye çalıştılar.

İlk olarak, TBMM’nin bu işe el atması, çeşitli kesimlerden temsilcileri dinlemesi çok önemli olduğu kadar durumun vahametini ortaya koyan bir gerçek. Ülkemizde sporda meydana gelen şiddet vakaları o kadar artmış durumda ki, soruna kökten çözüm bulabilmek adına TBMM bu duruma el koydu. Üzerinde yıllarca fikir teatisi yapılan ancak hiçbir çözüm üretemediğimiz bu hususlara TBMM’nin yani devletin el atmasıyla olumlu gelişmeler yaşanacak mı, göreceğiz.

Özellikle UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik ve TFF Başkanı Mahmut Özgener’in söylemleri üzerine gidilmeli. Ülkede 40 milyon kadar insanın yakinen takip ettiği futbol müsabakalarının oynandığı statların durumuna dikkat çeken Şenes Erzik, “Statların durumu düzeltilmeli böylece kişilerin daha nezih ortamlarda bulunmaları sağlanarak suça yönelmesi azaltılmalı” diyerek doğru bir noktaya parmak bastı. Yine, kanuna göre, ceza verilmemesinden yakınan, ceza verilen koşullarda ise cezaların hiç caydırıcı olmadığını söyleyen Mahmut Özgener de en az Şenes Erzik kadar haklı.

Gelgelelim, bu sorunun kilitlendiği asıl nokta ise taraftarlar. 23 Aralık tarihinde dinlenen taraftar temsilcileri, Taraftarlar Birliği kurulmasını önerdi. Bu, sorunun giderilmesinde önemli bir nokta oluşturabilir. Ancak, taraftar gruplarının Meclis’e göndermelerini dikkate alarak o grupların en akil adamlarından olduğunu düşündüğüm bu şahıslardan ikisi, Trabzonspor ve Beşiktaş temsilcileri, çözüm üretmek yerine verilen cezaların çok yüksek olduğunu, taraftarların bunları nasıl ödeyeceklerini sordu ve maçlara giden genç toplulukların şımarma ihtiyacı olduğunu ve bunu statta giderdikleri gibi asla ipe sapa gelmeyecek konuşmalar yaptı.

Aslında sadece bu konuşma bile taraftarların doğru yola gelmesinin ne kadar zor olduğunu ortaya koyuyor. Kesin olan, sporda şiddet konusunda alınacak çok yol var ve çok uzun zaman önce olması gerekmesine rağmen son dönemde bu işe el atan Meclis, gerekirse otoritesini de kullanarak, bu konuya bir çözüm üretmek durumundadır. Aksi halde son Beşiktaş-Bursaspor maçından da örnekle ülkemizde başta futbol olmak üzere sporun gidişatı çok büyük tehlike altında.

İLK YARI DEĞERLENDİRMELERİ - FB


2010-2011 sezonunun ilk yarısını Fenerbahçe adına değerlendirebilmek için geçtiğimiz sezonu atlamamak gerekiyor. 2006 yılından sonra 2010’da da son haftaya lider girip şampiyonluğu kaybeden Fenerbahçe’de taşlar yerinden oynadı. Teknik Direktör Christoph Daum zorla gönderildi, yerine ise geçen senenin Sportif Direktörü Aykut Kocaman geldi. Aslında Aykut Kocaman’ın geçen sezon Daum’dan memnun olmadığı ve yerine geçmek istediği sürekli konuşuldu, ben de bu dedikodunun doğru olduğunu düşünüyordum, zaten senaryo harfiyen gerçekleşince bunların doğruluğu da tescillenmiş oldu. Aykut Kocaman’ın daha önce çalıştırdığı takımlarda Fenerbahçe’ye gelmesini sağlayacak herhangi bir başarısı yok. Bu göreve gelmesi tamamen Fenerbahçeliler için efsane konumunda olan bir futbolcu olması ve hemen her futbolseverin kabul edeceği gibi sağlam bir karaktere sahip oluşu.

Tabii ki, Fenerbahçe gibi geçen sezondan büyük arızalarla yeni sezona başlayan bir kulübün teknik direktörlük koltuğunu hocalık başarılarıyla değil de geçmişteki “iyi futbolcu” ve “karakterli adam” etiketleriyle buralara gelmiş bir teknik adama bırakması umut vaat edici değildi. Hele ki Aykut Kocaman’ın takımın 6 senedir sahip olduğu “Alex” sistemine göreve gelir gelmez takındığı tavır işleri içinden çıkılmaz hale dönüştürdü. Şampiyonlar Ligi’nden Young Boys gibi bir takıma daha 2. Ön Eleme Turu’nda kaybetmek, Young Boys’un özellikle sahasındaki maçta Fenerbahçe’yi inanılmaz güç durumlara düşürdüğünü hatırlıyoruz, hemen akabinde UEFA Avrupa Ligi’nde PAOK travması daha sezon başında orada bir terslik olduğunu gözler önüne serdi.

Fenerbahçe’nin sezona çok büyük kadro değişiklikleriyle başlamadığını da göz önüne alırsak daha bu aşamadan Avrupa’ya veda etmek özellikle son yıllarda bu takımın hiç alışık olduğu bir durum değildi. Avrupa Kupaları’ndan elenmenin verdiği korkuyla yapılan Yobo ve Niang transferlerinin neden daha önce düşünülmediğini yönetime ve Sportif Direktör Aykut Kocaman’a ayrıca sormak gerekiyor. Bu sorunun sebebi Yobo ve Niang’ın gösterdiği yüksek performans değil, takımın eksik olduğu düşüncesi varsa neden zamanında takviye edilmediği. Sezon başında Alex’i kulübede oturtan veya 60-70. dakika civarında oyundan alan Aykut Hoca’nın kaybedilen puanlar sonrasında koltuğun zor durumda olduğunu anlayıp Alex’e sarılması da ilk yarının ayrı bir gündem konusuydu.

Son yıllarda her zaman ligde oynadığı büyük maçları kazanıp, Anadolu takımlarına verdiği puanlarla şampiyonluğu kaybeden Fenerbahçe’nin bu sezon en büyük rakipleri diyebileceğimiz Trabzonspor, Beşiktaş, Galatasaray ve Bursaspor ile oynadığı maçlarda sadece 3 puan alabilmesi, bunun yanında Anadolu takımlarına deplasmanlarda sürekli puan vermesi Fenerbahçe’nin liderin 9 puan gerisinde olmasının en büyük sebebi durumunda. Orta sahada Cristian’ın Fenerbahçe’nin arzuladığı sertliği sağlayamayışının ötesinde hücuma da hiç yardımcı olamaması 2004 yılında başlayan Daum döneminden Zico döneminin sonuna kadar devam eden “Orta saha Fenerbehçe’nindir” prensibini tamamen yerle bir etmiş oldu. Bu durum kanatlara transfer edilen Dia ve Stoch’un istenen katkıyı verememesiyle birleşince ortaya özellikle deplasmanlarda mahkûm oynayan bir Fenerbahçe görüntüsü çıktı. Burada Miroslav Stoch’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Bu oyuncu çok dağınık görüntü sergileyen Dia’dan farklı olarak iyi teknik adamların elinde parlayabilecek bir futbolcu. Aykut Kocaman bu durumu fark edebilirse, farklı özellikleri olan, farklı bölgelerde oynayabilen Stoch’un ülkeye ve lige biraz daha alışması ile takıma çok daha faydalı olabileceğini söyleyebilirim.

Forvet konusunu da atlamamak gerekiyor. Kezman - Güiza’dan beri, yani yılladır, forvet mevkiinden mustarip olan Fenerbahçeliler bu sezon daha mutlu görünüyor. Bu oyuncuların yerine alınan Mamadou Niang attığı gollerle taraftarı biraz rahatlatmış durumda. Ancak işin gerçeği şu ki Niang, Kezman-Güiza ikilisinden sonra gelmesinin ekmeğini yiyor. Aykut Kocaman’ın da daha sonra karar kıldığı Alex’li Fenerbahçe taktiğinin forveti olmayan Niang, çok iyi futbolcu olmasının etkisiyle attığı gollerle taraftar ve yönetim bazında kredisini artırmış durumda. Ancak bu taktiksel gerçek gözden kaçmamalı ve Fenerbahçe gerekirse Niang’ı sola kaydırarak işine yarayacak tarzda bir forveti er ya da geç kadrosuna katmalı.

Aykut Kocaman’ı geçmişte bu takımın büyük futbolcusu olması itibariyle Fenerbahçe’nin Fatih Terim’ini bulmak adına göreve getiren Fenerbahçe Yönetimi, son yıllarda sezon ortasında teknik adam göndermeme hususundaki istikrarını, eğer Aykut Hoca kendisi bırakmazsa, bu sezon da sürdürecektir. Ancak, Avrupa kulvarı ve Türkiye Kupası’ndaki sonuçlardan sonra şampiyonluğun da kaybedilmesi halinde Aziz Yıldırım dönemindeki şampiyon olamayan hocayla bir sonraki yıl çalışmama geleneğinin de aynen süreceği kanaatindeyim. Bu kuralın işlemesine kulüp içindeki karizması ve kredisi oldukça yüksek olan Aykut Kocaman ismi dahi mani olamayacaktır.

İlk yarıyı genel olarak sahasında bol gollü kazanan ama deplasmanlarda çok zorlanan bir görüntü vererek geçiren Fenerbahçe’nin bu gidişatı düzeltme ihtimali, forvete transfer olmayacağını hesap edersek, ancak takımda direk forma bulacak 2 transferle mümkün olabilir. İlk yarı A. Santos ve Caner ikilisi ile neredeyse boş gözüken sol bek ve Cristian ile asla istenen verim alınamayan orta saha bölgesine birer transfer yapılması şart. Bu transferler yapılırsa az da olsa Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışında bulunma ihtimali var. Yapılmaması halinde ise 23-24. haftalar itibariyle tüm hedeflerinden kopmuş bir Fenerbahçe ile karşı karşıya kalınması kuvvetle muhtemel.

24 Aralık 2010 Cuma

TRABZONSPOR İLK YARI DEĞERLENDİRMESİ


Geçtiğimiz sezona Hugo Broos ile çok kötü başlayan fakat Şenol Güneş’in dümene geçmesiyle rotasını bularak sezonu Türkiye Kupası ile kapayan Trabzonspor, bu sezonu da yine bir zaferle, Süper Kupa’yı kazanarak açtı. Geçen sezonun sürpriz şampiyonu Bursaspor’u 3-0 yenerek yeni sezona girmek takıma güven vermesinin yanında artık şampiyonluğu neredeyse unutmuş Trabzonspor camiasının da “belki” demesini sağladı. Ligin kendisinden çok şey beklenmesine rağmen bu beklentileri karşılayamamış oyuncularına(Burak Yılmaz, Engin Baytar, Serkan Balcı) hak ettikleri değeri ve ilgiyi göstererek, takımının şu anda belki de ligin en formda, en iyi yerli oyuncu topluluğuna sahip olmasını sağlaması bile tek başına Şenol Güneş’i Trabzonspor’da ilk yarının adamı yapabilecek bir iş. Bunun ötesinde, şampiyonluğu çok özleyenlerin ve göremediği için özlem dahi duyamayanların oluşturduğu bir kulübü 42 puan gibi son yıllarda ligde alınan en iyi ilk yarı sonu puanıyla zirveye oturtmak, eğer bu takım Trabzonspor’sa, hem o kulübü, hem o coğrafyayı hem de futbolu çok iyi bilenin kısaca Şenol Güneş’in yapabileceği bir işti.

Şenol Güneş’ten sonra Yönetim Kurulu’na da değinmek gerek. Trabzonspor’da genele baktığımızda şovenist yöneticilerden oluşan yönetimler görev yapar. Şu anda bu sorunun da üstesinden gelinmiş görünüyor. Başkan Sadri Şener, kendi ön planda kalarak yöneticilerin sadece işlerine yoğunlaşmasını sağlıyor. Bir kişinin ön planda olması normal koşullarda problem yaratacak bir durumken Sadri Başkan, rahat, esprili ve uzlaşmacı tarzı ile bu sorunu da daha ortaya çıkmadan halletmeyi başarıyor.

Elbette yönetim ve teknik heyet ne kadar kaliteli olsa, görevlerini başarıyla icra etse de başarıya giden yolda en önemli unsur sahadaki futbolcular. İlk yarı itibariyle liderin, bazı sıkıntılar yaşanmasına rağmen, bu noktada da gayet iyi durumda olduğunu gözlemliyoruz. Hatta küçük mucizeler diyebileceğimiz oyuncu gelişimleri yaşandı Trabzonspor’da. İzmirli bir delikanlıya, Galatasaray’ın Ufuk Ceylan’da bir türlü yapamadığı gibi, büyük bir güven duygusuyla kaleyi emanet ederek ondan Volkan Demirel’e milli kale için ciddi tehdit oluşturan bir kaleci yaratmak… Fenerbahçe’de taraftarların istemediği oyuncu konumuna gelmiş Serkan Balcı’dan Başkan Sadri Şener’in Trabzon’da maç izleyen Guus Hiddink’e “Hocam, Serkan’ı gördünüz mü” diyebileceği kadar futbol oynayan bir kanat oyuncusu ortaya çıkarmak… Beşiktaş ve Fenerbahçe’de tutunamayan Burak Yılmaz’ın ilk yarı sonu itibariyle ligin en golcü yerli futbolcusu olmasını sağlamak gibi. Bu örnekler Selçuk İnan, Egemen Korkmaz, Engin Baytar, Umut Bulut gibi oyuncularla daha da zenginleştirilebilir.

Oyuncuların hemen hepsinden bu kadar yüksek verim almayı başarabiliyorsanız, saha içi işlerinin kötü gitmesi için çok da sebep kalmıyor aslında. İlk yarı boyunca saha içine baktığımızda futbol oynamak isteyen, genelde ön libero mevkii dediğimiz genelde oyunun sadece savunma yönünü iyi oynayan bir oyuncunun yer aldığı pozisyonda oyuncu kullanmayan, bunun yerine ayağına daha hakim, oyunun iki yönünü oynamayı bilen futbolcu kullanan, tempolu bir Trabzonspor gördük. Ön bölgede hücumu düşünen 4 oyuncunun arkasında Selçuk İnan ve Colman gibi ayağı oldukça düzgün oyunculara yer vermesi Trabzonspor’a deyim yerindeyse sınıf atlattırdı. Zaman zaman istedikleri tempoyu yakalayamamaları ve oyunun kontrolünü kaybetmeleri en büyük handikapları. Teker teker baktığımızda Milli Takım için düşünülmesi zor görünen oyunculardan Milli Takım’a neredeyse 6-7 futbolcu gönderecek form durumunda bir takım oluşması acaba zaman içinde bir form düşüklüğü yaşanır mı sorusunu akıllara getiriyor olsa da, 17 hafta boyunca devam ettirilebilen bu performans ikinci yarıya da elbette taşınabilir. Sezon içinde yaşanan Teofilo ve Jaja krizlerinin tekrarlanmaması, Engin Baytar’ın anlamsız hareketlerinin kontrolünün sağlanması, özellikle Teo’nun gidişinden sonra çok eksik kalan hücum hattının takviye edilmesi halinde saha içi uyum olarak Trabzonspor’un geleceğinin aydınlık olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

1984 senesinden beri, 27 sezondur, şampiyonluk bekleyen bir kulüp olarak Trabzonspor, özellikle son 1-1,5 yılda kaydettiği önemli aşamayla şampiyonluğun en önemli favorisi haline gelmiş durumda. Tabii ki, bu inanılmaz gelişimde Şenol Güneş en önemli başrol oyuncusu. Geçen sezonun sonuna doğru oturmaya başlayan sistem bu sezon daha da yerleşti. Şenol Hoca “Barcelona gibi oynayabiliriz” demişti, mevcut durumları Barcelona’nın 2 gömlek altına kadar gelmiş durumda, ikinci yarıda daha da ileri gidebilecekler mi, göreceğiz.

19 Aralık 2010 Pazar

GALATASARAY KONYA’DA KAZANDI


Tarihinin en kötü ilk yarılarından birini, belki de en kötüsünü, deplasman galibiyetiyle kapattı Galatasaray. Devre arasına girerken averajının eksilerde kalması Galatasaray’ın ne durumda olduğunun en net göstergelerinden biri. Çok çabuk unutmak isteyeceği ama bir daha bu durumlara düşmemek için asla unutulmaması, çok önemli dersler çıkarılması gereken bir ilk yarı yaşandı Galatasaray adına. Galatasaray’ın bu sezon yenilgiyi sonuna kadar kanıksamış sistemine küçük bir müdahalede bulundu bu akşam teknik direktör Hagi. Bu akşam ismi herkesin ağzında olan Anıl Dilaver’in yanında Cem Sultan ve Musa Çağıran’ı da kadroya alarak gençleri hatırladı. Blogda A2 Takımı’na ve gençlere verilmesi gereken önemden defalarca bahsetmiştim, takip edenler hatırlar. Gençlere ve yerlilere verilen bu önem 2.yarıda da artarak devam ettirilmeli Gheorghe Hagi tarafından, hele ki Tugay Kerimoğlu gibi A2 Takımı’nı çok iyi bilen biri yanındayken.

Gençleri kadroya almanın yanında 1-2 oyuncunun mevkilerini değiştirerek takımda sirkülasyon yapmayı düşünmüş Galatasaray. Lucas Neill’ı sağ beke, Hakan Balta’yı orta sahaya çekmenin takıma belki yeni bir hava getirebileceği hesaplanmış. Karşısında Konyaspor gibi ligimizin hücum gücü en zayıf takımlarından biri olduğu için bu maçtan Galatasaray savunması hakkında bir görüş elde etmek fazla mümkün değil. Savunma anlamında sadece Neill’ın sağ bekten hücuma daha fazla destek verebildiğini, Çağlar Birinci’nin ise formayı almak için büyük bir hırsa sahip olduğunu rahatlıkla gözlemledik. Orta sahayı 2 savunma gücü ön planda olan(Cana, H.Balta), bir de hangi yönünün güçlü olduğunu anlaması zor olan oyuncuyla(Ayhan) tutmaya çalıştı Hagi. Az önce de belirttiğim gibi Konya’nın ofans gücü sınırlı olduğu için bunda da başarılı göründü. Ancak bu orta saha ve defansla Galatasaray’ın düzelmesi, istenilen seviyeye gelmesi mümkün değil, bunu herkes görüyor.

Bu maçta ancak Galatasaray’ın hücum gücü ve takım felsefesi değerlendirilebilir. Teknik Direktör Ziya Doğan’ın dahi kadronun yetersiz olduğunu defalarca söylediği Konyaspor karşısında bulması gerektiği kadar pozisyon bulamasa da diğer maçlardan daha üretken görünen bir Galatasaray vardı. İlk kez A Takım formasını hem de ilk 11’de giyen Anıl Dilaver, 2 kez Harry Kewell’ı pozisyona soktuktan sonra kendi girdiği pozisyonu gole çevirerek bulduğu şansı iyi değerlendirmiş oldu. Daha sonra Aydın Yılmaz’ı %100’lük gol pozisyonuna itmesi de cabası… Türkiye’de maalesef genç oyuncular çok fazla şans bulamıyor, bulduklarını değerlendirmek zorundalar. Anıl bu şansı iyi değerlendirdi. Her ne kadar Anıl Dilaver’in uzun vadede Galatasaray’ın direk santraforu olması konusunda ciddi şüphelerim bulunsa da, yıllardır A2 Takımı’nda oynayarak A Takım için hazır hale gelmiş, Ümit Milli Takım formasını kendi kulüp takımının A Takımı’nda oynamamasına rağmen giymiş bu oyuncu bu şansı hak ediyor. Hatta daha evvel dahi forma verilebilirdi. Anıl Dilaver’e ek olarak bu akşam yedek olan Cem Sultan, Musa Çağıran ve A2 Takımı’ndan Sinan Osmanoğlu, Berkin Arslan, Y. Onur Arıkan, Cumhur Yılmaztürk gibi oyuncular da ligin 2.yarısında A Takım için düşünülmelidir.

18 Aralık 2010 Cumartesi

GALATASARAY ve ARA TRANSFER DÖNEMİ


Galatasaray, yönetiminden taraftarına kadar çok büyük bir sınav veriyor son dönemde, deyim yerindeyse herkes “dokunsanız patlayacak” durumda. Türk Telekom Arena’ya geçişin yaşanacağı bir döneme böylesine dibe vurmuş şekilde girmek Galatasaray’ın en son isteyeceği şey olurdu herhalde. İşte tam burada işlerin bir nebze düzelmesini sağlayacak veya daha da kötüye götürecek “ara transfer” dönemi var. Galatasaray kenar yönetiminin kadrodan memnun olmadığı aşikâr. Evet, bu kadro şampiyon olabilecek bir kadro değil lakin ligde 10. sırada sürünecek bir kadro hiç değil. Yine de Galatasaray’ın hedefi her zaman zirve olduğu ve olması gerekeceği için kadroya ara transferde takviyelerin yapılması, bu takviyelerle, kaybedilen bu sezonun ardından gelecek sezonun temellerinin atılması ve mümkün olursa da Türkiye Kupası aracılığıyla Avrupa Kupası biletinin alınması gerekiyor.

Yapılması gereken transferlere yoğunlaşırsak, Galatasaray’ın önceliği kadrodaki yerli sıkıntısına vererek bu sıkıntıyı çözmesi lazım. Türkiye’de takımlar sahada bulunan kadroda en fazla 6 yabancı bulundurabiliyor. Bu da en az 5 yerli oyuncunun sahada olması anlamına geliyor ki başarılı olabilmek için yerli seçiminde en az yabancıda olduğu kadar yüksek isabet kaydetmeniz gerekiyor. Galatasaray’ın ligde ve Avrupa’da fırtına estirdiği dönemleri düşündüğümüzde de hep yerli kadrosu çok iyi takımlarla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla Gökhan Zan, Hakan Balta, Mustafa Sarp, Ayhan Akman, Serdar Özkan gibi oyunculardan oluşan yerli kadro Galatasaray’ı başarıya götürmek için yeterli değil. Bu sezonun Galatasaray için geride kaldığını düşünüyorsak, ara transfer dönemini yerli oyuncu iskeleti kurarak geçirmeli Sarı-Kırmızılı yönetim. Alınacak yabancılar olursa ki bence olmamalı, bunlar şu anda ligimizde oynayan, çok kolay uyum sağlayabilecek oyunculardan seçilmeli. Son 3-4 yıldır yapıldığı gibi yıldız yabancı kumarına “ya tutarsa” umuduyla girilmemeli. Şimdi alınabilecek yerli oyuncuları inceleme zamanı… Biraz isim bombardımanı olacak ama Galatasaray için ihtimalleri değerlendirmekte fayda var.

Spor-Toto Süper Lig son dönemde kaliteli oyuncular çıkarmakta zorlanıyor. Bunu Guus Hiddink’in ilk etapta dış ülkedeki gençlerimize yoğunlaşmasından daha da iyi anlıyoruz. Galatasaray için de bu yolu takip etmek şu aşamada çok daha mantıklı gözüküyor. Ligimizde kapıları çok yüksek fiyatlardan açan kulüpler tarafından “kazıklanmaktansa” yurt dışındaki oyuncularımızı ilk etapta düşünmek akıl karı. Bu aralar gazetelerde de ismi geçen Almanya’da oynayan oyuncularımız Taner Yalçın(orta saha) ve Tunay Torun(ofansif orta saha) sözleşmelerinin sezon sonunda bitmesi itibariyle maliyet olarak da oldukça mantıklı olacak transferler. Yine Almanya’dan Deniz Naki(ofansif orta saha, forvet), Tolga Ciğerci(orta saha), Burak Kaplan(orta sahanın her bölgesi) Galatasaray’ın çok fazla para harcamadan, 2-3 milyon avro civarında bitirebileceği genç yetenekler. Fransa 2.Ligi’nde banko forma giyen Atila Turan(sol bek), Hollanda’da Ajax A Takımı’nda son 1 aydır maçlara çıkan Aras Özbiliz(kanatlar), Belçika’nın Standard Liege takımın 2 sezondur kalesini koruyan Sinan Bolat, İngiltere’de oynayan ve Hiddink’in de takibinde olan Reading’den Jem Paul Karacan(orta saha) ve Portsmouth’tan Nadir Çiftçi(forvet) de Galatasaray için “okazyon” olarak değerlendirilebilecek gurbetçiler. Leverkusen’den 2 sene önce Chelsea’ye transfer olan üstün yetenek Gökhan Töre’nin(ofansif orta saha) de henüz A Takımı zorlayamadığını göz önüne alırsak Galatasaray’ın bu oyuncu için hala bir şansı olabilir.

Daha kelepir ve genç olan bu gurbetçilerle birlikte bunlara nazaran daha fazla fedakârlık yaparak alınabilecek yerli gurbetçi oyuncularımız da mevcut. Her ne kadar sürekli Türkiye’de oynamayacağını belirtse de sezon sonu sözleşmesi bitecek Hamit Altıntop, İsviçre Milli Takımı’nın kaptanı Gökhan İnler, Freiburg’un Hiddink’in de gündemindeki defans oyuncusu Ömer Toprak, Stuttgart’tan Serdar Taşçı, PSG’den Mevlüt Erdinç belli bonservis bedelleri ödenerek kadroya katılabilecek oyuncular. Ancak yerli oyuncu kalitesinin gerekliliğini düşündükçe ve geçen son 2 kâbus seneyi hatırladıkça bu oyuncuların önemi bir kez daha anlaşılıyor. Gurbetçi oyuncularımızdan son demet ise hala genç olan ama son dönemde çıkış yaparak fiyatını biraz yükseltmiş isimler... Nürnberg’den Mehmet Ekici ve İlkay Gündoğan(orta saha), bu sezon UEFA Avrupa Ligi’nde Beşiktaş ile aynı grupta bulunan Rapid Wien’den Veli Kavlak(sol açık), Yasin Pehlivan(ön libero) ve Tanju Kayhan(sol bek) Galatasaray’a fayda sağlaması muhtemel isimler. Bu oyunculardan en az 3-4 tanesinin kadroya dâhil edilmesi yerli kalitesinin yükselmesi açısından çok büyük önem arz ediyor.

Her ne kadar çok kaliteli olmadığından dem vursak da ligimizde de Galatasaray tarafından izlenmesi gereken oyuncular mevcut. Kasımpaşa’nın biri A diğeri Ümit Milli oyuncuları Yekta Kurtuluş ve Şahin Aygüneş, Kasımpaşa ligde sonuncu olsa da dikkat çekmeyi başardı. İ.B.B’den İbrahim Akın ve eski Galatasaraylı Gökhan Süzen, Abdullah Avcı’nın disiplinli futbolunda öne çıkan isimler oldu. Gaziantepspor’da orta sahanın dinamosu Murat Ceylan ve futbolculuğunu her zaman çok beğendiğim Serdar Kurtuluş, Ali Turan-Ayhan Akman’ı düşününce bana Cafu ve Emerson gibi geliyor(?!). Gençlerbirliği’nin çalım operatörü Hurşut Meriç ve defansın her bölgesinde ustalıkla oynayan Aykut Demir kadroyu genişletecek, ucuz ve kaliteli oyuncular. Manisalı Yiğit İncedemir ve yine eski Manisalı şimdiki Eskişehirsporlu Sezer Öztürk de Galatasaray kadrosuna gelebilecek oyuncular. Bu listeye Bursasporlu Volkan Şen ve Sercan Yıldırım’ı ekleyebiliriz. Yine Bursaspor’un sözleşme imzalamadığı için kadro dışı bıraktığı Muhammet Demir(forvet) ve İ.B.B.’nin Nike U17 turnuvasında ABD karşısında izleme fırsatı bulduğum 16 yaşındaki oyuncusu Cenk Enver Şahin(sol bek, sol açık, forvet) genç oyuncu kontenjanı için biçilmiş kaftan. Aslında Trabzonspor ve Kayserispor’da da kaliteli yerli oyuncularımız var ama biri zirve yarışında diğerinin de Galatasaray ile ilişkileri malum olduğundan bu takımlardan şu aşamada oyuncu alabilmek çok zor. Melih Gökçek’in işleri arapsaçına döndürdüğü Ankaragücü’nden de genç oyuncular Uğur Uçar ve Özgür Çek düşünülebilir. Uğur zaten GS taraftarının hala gönderilmesini içine sindiremediği bir oyuncu, göz bebeği.

Yazının başlarında yabancı transferini ara transfer için veto ettim ama ligden alınabilecek yabancılar diye bir parantez açmayı da ihmal etmemiştim. Ankaragücü’nde serbest kalacak Marek Sapara ile Karabükspor’dan Emenike hem ligi bilen hem de takıma çabuk uyum sağlayabilecek oyuncular. Tüm bu isimlerin dışında takviye yapılmak isteniyorsa tek adres A2 Takımı olmalıdır. Orada artık profesyonel takımlarda oynamak için hazır olan Sinan Osmanoğlu(stoper), Y.Onur Arıkan(sağ bek), Berk Neziroğluları(sol bek), Cumhur Yılmaztürk(ön libero), Berkin Arslan(sol açık), Musa Çağıran(orta saha), Cem Sultan(forvet) ve Anıl Dilaver(forvet) gibi isimler var. Galatasaray yaklaşık 50 kişiyi bulan bu oyuncu envanterinden kendisini düzlüğe çıkaracak yerli oyuncuları seçip bulabilecek, bulması gereken bir takım. Son yıllarda yapılan transfer yanlışlarını çok iyi biliyoruz, umarım bu kez doğru yolu bulacaklar. 1 Şubat’ta transferlerin doğruluğuna bakmak üzere…

11 Aralık 2010 Cumartesi

HAYIR MI ŞER Mİ BİLMEM AMA...


Ali Sami Yen Stadı'nda son lig maçı... Bu stattaki son Fenerbahçe, son Avrupa Kupası ve son Beşiktaş karşılaşmalarını kaybeden Galatasaray, yetmezmiş gibi son lig maçını da yitirerek veda etti neredeyse tüm önemli başarılarını yaşadığı stadına. Oynanacak son bir Beypazarı Şekerspor maçı var, her ne kadar şu anda elde kalan tek hedefin Türkiye Kupası olması bu maçı belli miktada önemli kılsa da, B.Şekerspor Galatasaray kalibresine yaklaşacak bir takım değil. Keşke Galatasaray bu son lig maçını kazanabilse, tüm bu kötü duruma rağmen taraftar sahaya koltuk atarak, protesto ve küfür ederek değil de şarkılarla, marşlarla veda edebilseydi M.United, Real Madrid, Barcelona, Milan, Roma maçlarını yaşadığı, evi gibi gördüğü stada. Maça gelirsek daha 35. saniyede gol yiyen bir takım için ne söylenebilir ki? Her zaman sabredilmesi gerektiğini söylediğim, Volkan Demirel gibi birinin dahi sabredildiğinde kaleci olabildiği örneğini verdiğim Ufuk Ceylan oynadıkça daha da hatalı goller yiyor. Ufuk'u Manisa yıllarından çok iyi bildiğim için halen daha kaybedilen bir şey olmadığını, Ufuk'un Galatasaray'ın kalecisi olabileceğini düşünüyorum ancak tren yavaş yavaş kaçmaya başladı. Bu akşam, o da Leo Franco'msu bir şekilde ıslıklandı. Gökhan Zan, Ayhan Akman, Serdar Özkan, Mustafa Sarp, Hakan Balta gibi oyuncuların gönderilerek kadroda bir ferahlama çalışması yapması lazım Galatasaray'ın. Galatasaray, başarılı olduğunda çok mücadeleci, "Gayın-Sin" armasının değerini anlamış bir yerli oyuncu kadrosuna ve buna ek olarak da takımdaki birlikteliği sağlayan ağabey(ler)e sahip olmuştur. Futbol takımında halledilmesi gereken en büyük sıkıntı kesinlikle budur. Yoksa dünyanın parası ödenen Misimovic'i aldıktan 2 ay sonra kadro dışı bırakarak, Elano'yu göndererek veya Keita'yı transfer ederek bu kangrene çare bulunması mümkün değildir. Buradan açıkça yazıyorum, eğer yönetim devre arasında yine taraftarın gözünü boyayacak yabancı transferine yönelir, yerli sıkıntısına kesin bir çözüm getirmezse, Galatasaray'ın bu kayıp yılına daha birkaç sene ekleyecektir. Gelen seri mağlubiyetler, şu anda görevde bulunan ve futbol takımımızda bazı şeyleri çok geç anladığı açık olan sorumluların gerçekleri görmesini sağlayacaksa, içimiz kan ağlamasına rağmen, hayırlı olarak dahi addedilebilir.

Türk oyuncuların pahalı gelmesi, iyi yerli oyuncu bulunaması gibi sorunlarla karşılaşılması durumunda ise adres A2 Takımı olmalıdır. Oradan gelecek oyuncularla Hagi-Tugay Kerimoğlu-Sabri-Neill-Arda-Cana önderliğinde kurulacak, ölümüne mücadele edecek bir takıma yeni stadımızda tüm taraftarlar sahip çıkacak, en az onların sahadaki mücadelesi kadar ölümüne destek verecektir, bundan zerre şüphem yok.

8 Aralık 2010 Çarşamba

BURSASPOR ve PUAN


Bursaspor son maçında aldığı 1 puanla Şampiyonlar Ligi'nde grupta "0" çeken takımlar arasına girmekten son anda kurtuldu. Bursaspor-Glasgow Rangers maçı 2 tarafın durumu da önceden belli olduğundan şeklen bir formalite maçına dönüşmüş olsa da Bursaspor için oldukça büyük önem taşıyordu. Daha önceki 5 maçın kaybedilmiş olmasından ötürü, Bursaspor bu sıfırcı takımlar arasına girmemek için sahadan en azından beraberlikle ayrılmak zorundaydı. Daha önce 1997-1998 sezonunda Kösice, 2001-2002'de Fenerbahçe, 2004-2005'te Anderlecht, 2005-2006'da Rapid Wien, 2006-2007'de L.Sofya, 2007-2008'de Dinamo Kiev ve geçen sezon(2009-2010) Debrecen ve M.Haifa "0" çeken takımlar olarak Şampiyonlar Ligi tarihine geçtiler. Bursaspor'un 0 çekmemesi Türkiye'nin bu listede 2 takımla yer almaması açısından da oldukça iyi oldu. Hali hazırda Fenerbahçe'nin bulunduğu listeye bir de Bursaspor eklense futbolumuzun imajı açısından hiç de hoş olmayan bir durum ortaya çıkacaktı.

Aslında Bursaspor, bu grupta 1 puan alacak, sadece 2 gol atabilecek bir futbol oynamadı. İlk maç olan Valencia ve deplasmandaki Manchester maçları dışında deplasmanda 6-1 kaybedilen Valencia maçı da dahil olmak üzere hep arayan, isteyen bir takım gördük. Bursaspor'da Şampiyonlar Ligi hatta Avrupa Kupası tecrübesi olan çok az oyuncu olması ister istemez bu sonuçların gelmesinde baş aktör oldu. Ertuğrul Sağlam'ın da dediği gibi bu sezon Bursaspor'un için biraz acı ama güzel bir tecrübe oldu. İleriki sezonlarda Avrupa Kupaları'na katılacak bir Bursaspor daha iyi sonuçlara imza atabilir. Bursaspor hakkında tek üzülebileceğimiz nokta, gelecek sene UEFA Avrupa Ligi Play-Off Turu için seribaşı olabilecek kadar Avrupa takım puanı toplayamamış olması. Şampiyonumuz haricindeki takımımızın Şampiyonlar Ligi gruplarına katılma şansının az olduğu bu Şampiyonlar Ligi Eleme formatında o puanları elde edebilse önü daha açık bir Bursaspor var diye düşünebilirdik.. Yine de, bu ilk sezonları için canları sağ olsun diyelim...

7 Aralık 2010 Salı

2018 RUSYA ve 2022 KATAR


Dünya Kupaları'nın, Sepp Blatter döneminde başlayan, sürpriz ülkelerde düzenlenmesi geleneği büyük bir hızla devam ediyor. Güney Afrika 2010'dan sonra Blatter başkanlığındaki FIFA İcra Kurulu 2018 Dünya Kupası'nı Rusya'ya, 2022 Dünya Kupası'nı da Katar'a verdi. Genelde "Size bir güzel bir de kötü haberim var" derler, bu da o hesap. Biz güzel haberden başlayalım; 2018 Dünya Kupası'ndan. Rusya uzun zamandır başta zengin petrol şirketlerinin sponsorluğu olmak üzere futbola büyük yatırım yapıyor. Bunun da meyvelerini CSKA Moskova ve Zenit ile 2 kez UEFA Kupası'nı kazanarak aldılar. Yıldız oyuncuları ülkeye getirmeyi başardılar. Ancak asıl nokta bununla sınırlı kalmayıp, ülke futbolunu, futbol mantalitelerini, statları geliştirdiler, geliştiriyorlar. Dünya Kupası düzenleme hakkını elde etmeleri, tüm bu konularda birkaç basamak daha ileri gideceklerinin çok açık göstergesi. Rusya dünyanın en büyük ülkesi konumunda. Şehirlerin arasındaki mesafe çok uzak olsa da böylesine bir ülkeye bu kupanın çok yakışacağı kanısındayım. Turnuvanın düzenleneceği şehirlere baktığımda Ekaterinburg ile Kaliningrad arası mesafe yaklaşık olarak 2500 km ve bu Türkiye'nin doğu-batı ucu arasındaki mesafenin 1.5 katı. Dolayısıyla FIFA'nın çok sevdiği hızlı trenden ziyade Rusya'da ulaşım için başlıca tercih uçak olacak. Rusya'nın çok soğuk bir ülke olması ilk etapta bir endişe uyandırabilir ancak kupanın düzenleneceği aylarda Rusya'da hava ve saha şartları futbol oynamaya çok müsait(?) oluyor. Kupaya daha çok zamanımız olduğu için şehirlere, statlara girmeyeceğim ancak tarihi dokusu, kültürü, nüfusu, gelişmişliği ve en önemlisi futbola olan açlığıyla Rusya, 2018 Dünya Kupası için bence harika bir tat olacak.

Dünya Kupası düzenleyecek bir diğer yeni ülke ise Katar. Açıkçası ben Katar'ı kara haber olarak değerlendiriyorum. Birincisi Katar için ülke demeye maalesef 1000 şahit gerekiyor. Yüzölçümü olarak memleketim Manisa'dan dahi küçük olan Katar'ın nüfusu ise 1,700,000 civarında. Seyirciler biraz zorlarsa, Dünya Kupası boyunca ülkeye gelecek taraftar sayısı yerel halk nüfusundan daha fazla olacak. Bir diğer sıkıntılı nokta ise Katar'ın iklimi ve yapılacak olan statlar. Kupanın düzenleneceği dönemleri baz aldığımızda Katar'da sıcaklıklar mevsim normallerine göre 50 C ve üstü civarında olacak. Katar'lı yetkililer hiçbir fedakarlıktan kaçınmayıp tüm teknolojik imkanlarını kullanarak, statlarda sıcaklığı 28 C'ye sabitleyeceklerini açıkladılar ve bu taahhüt kupayı almalarını sağlayan en önemli faktörlerden biri oldu lakin bu kupa sadece statlarda başlayıp orada bitmiyor. Oraya gelen seyirciler belli bir süreyi o ülkede geçirecekler ki, bu konuda sıkıntı yaşanacağı aşikar. Ülke aşırı küçük olduğu için mecburen birbirine çok yakın yapılacak ve milyarlarca dolar harcanacak olan statlardan bazıları kupanın sona ermesinden sonra "gereksiz" oldukları sebebiyle yıkılacak. Sadece bu dahi asıl gereksiz olanın Katar'da kupa düzenlemek olduğunu ortaya koyuyor. Ülkede sanıldığı gibi alkol problemi yok. Alkol hoş karşılanmasa da ülkede yasak değil ve kupa boyunca da kısıtlama olmayacak. Katar, İsrail'i tanımamasına rağmen bu ülke kupaya katılma hakkını elde ederse kapılarını sonuna kadar açacağını da FIFA İcra Kurulu'na önceden bildirmişti. Bu tarz idari konularda hiçbir sıkıntı olmasa da Katar, maalesef Dünya Kupası kaldıracak kapasitede bir ülke değil. Nasıl bir tecrübe olacağını göreceğiz.

5 Aralık 2010 Pazar

TOLGA CİĞERCİ SAHNEDE


Blogda sık sık Avrupa'da çıkış yapan, genç futbolcularımıza yer vermeye çalışıyorum. Bu sezon şu ana kadar Almanya Bundesliga'ya damgasını vuran Nuri Şahin, İlkay Gündoğan, Mehmet Ekici ve Ömer Toprak'tan sonra şimdi de bir başka genç oyuncumuz Tolga Ciğerci sahneye çıkmaya başladı. Wolfsburg'un son 2 maçında teknik direktör Steve McClaren'in banko oynattığı Tolga, bu haftaki Werder Bremen maçında orta sahada Diego'nun arkasında oynayan 3'lüden biri olarak forma buldu. Orta sahanın her bölgesinde görev alabilmesı, gayet düzgün bir fiziğe sahip olması, savunma yapabilmesi, top taşıyabilmesi komple bir orta saha oyuncusu olabileceğinin sinyallerini veriyor. Özellikle W.Bremen maçında sol kanada yakın oynadığı dönemde sol bek Marcel Schafer'le girdiği varyasyonlar Tolga'nın asıl mevkisi olan orta sahanın ortasının yanında orta sahanın her bölgesinde oynayabileceğinin sözde kalmadığının en büyük kanıtı. Defansif yönünün de hiç yabana atılmaması gerektiğini savunma yapmayı zerre kadar sevmeyen Diego'nun arkasında bu görevi Josue ve Pekharik ile birlikte başarıyla yerine getirmesinden çok net bir şekilde çıkarabiliriz. Sezon başındaki hazırlık maçlarında McClaren'den şans bulması Tolga'nın sezon içinde değerlendirileceğine dair ipuçları vermişti. Tolga da son 2 maçta 90'ar dakika sahada kalmayı başararak bulduğu bu şansı oldukça iyi değerlendirdi. Almanya U19 Milli Takımı'nda forma giyen Tolga, Aralık 2009'da gurbetçi futbolcularımızı açık ara en iyi takip eden site olan yetenekliturkfutbolcular.de.tl 'ye verdiği röportajda Türk ve Alman Milli Takımları arasında kalması durumunda Türkiye'yi seçeceğini söylemişti. Fikri değişmemişse yakın gelecek diyebileceğimiz 1-2 yıl içinde Milli Takımımız yeni bir orta saha oyuncusu kazanabilir hem de en çağdaş olanından.

Son günlerde Tolgay Ali Arslan özelinde Almanya basını tarafından çalmak, ayartmak gibi kelimelerle kavga olarak gösterilen Türkiye-Almanya futbolcu çekişmesi var. Özellikle Alman basını bu olayı çok büyütüyor ve bir yerde futbolcuları kazanmaları için görevlilerine baskı yapıyor. Tolgay Ali Arslan, Genç Milli Takımlar'da Türkiye için oynamasına rağmen kat'i tercihini Almanya'dan yana kullandı, geçtiğimiz ay Türkiye'yi tercih eden Mehmet Ekici gibi tercihini değiştirdi ve netleştirdi. Tolgay Ali orta sahanın hücum yönünde oynayan, bunun yanında golü koklama özelliği oldukça yüksek olan bir oyuncuydu. Milli Takım oyuncu havuzumuzda bulunsa elbette iyi olurdu ama kesin tercih böyle olduktan sonra yapacak fazla bir şey kalmadı. Erdal Keser ve ekibinin Mesut Özil kaybından sonra çok daha iyi çalıştığı ortada umarım bu da kısa ve orta vadede Türk Milli Takım'ına yeni gurbetçi oyuncuların kazanımı anlamında çok olumlu yansıyacaktır.

4 Aralık 2010 Cumartesi

KASIMPAŞA 0-3 GALATASARAY --- Sonuç Aldatmasın


Hemen baştan söylemek gerek, rakibi karşısında 10'a yakın net pozisyon bulan, kalesinde hemen hiç pozisyon vermeyen ve gol görmeyen, 3-0 gibi farklı bir skorla kazanan Galatasaray kimseyi aldatmamalı. Takımda 2-3 hafta öncesinden farklı olan çok bir şey yok. Burada Kasımpaşa'nın güç olarak oldukça zayıf olmasına ek olarak kapanan bir oyun anlayışı yerine açık oynamayı tercih etmesinin bu skorun ortaya çıkmasında payı çok büyük. Yılmaz Vural'ın geçen sezon 6.haftada 0 puanı varken aldığı ve oturttuğu bu sistem bu sezon işlemiyor. Sezon başında 4 tecrübeli oyuncusunu (Murat Erdoğan, Koray Avcı, Ali Güneş, Emre Toraman) gönderen Yılmaz Vural, yerine yerleştirdiği oyuncularla bu sezon ilk yarıda istediklerini yapamadı. 2.yarıda geçen sezonki başarılarını yakalayabilecek mi göreceğiz ama bunu yapmaları için çok aşama kaydetmeleri gerektiği kesin.

Daha maçın 1.dakikasında Kasımpaşa'nın yerleşme hatalarıyla pozisyon bulan Galatasaray'ın bu maçta geçen haftalardaki pozisyon kısırlığını yaşamayacağı hissedildi. Normal şartlarda bu kadroyla Galatasaray'ın pozisyona girme ihtimali yüksek değil ama Kasımpaşa savunması yerleşme hatalarının yanına bireysel hataları da ekleyince maç Galatasaray adına çok rahatladı. İlk yarıda son dönemde alışık olmadığı bir şekilde 2-0'ı bulan Galatasaray 2.yarı için oldukça rahatladı. Takımda en dikkat çeken oyuncular ilk yarı için Aydın Yılmaz ve Lorik Cana oldu. Aydın'dan artık büyük bir patlama yapmasını beklemiyorum ara sıra böyle vasat üstü karşılaşmalar oynasın yeter. Lorik Cana'ya gelince bu adam nedense medya tarafından sevilmiyor. Bir tanesi Cana'dan 50 tane bulacağını iddia ediyor, diğeri "oyuncu değil" diyor. Bugün de maçı anlatan Melih Şendil ilk yarıdan sonra Cana'yı yaptığı 2-3 pas hatası nedeniyle eleştirdi. Bunu yaparken Cana'nın takımın en çok mücadele eden oyuncusu olduğunu, önemli toplar çaldığını ve çok yararlı olduğunu görmemesi şaşırtıcı. Bu sezonun önemli transferi olan ancak Rijkaard döneminde takıma intibakı sağlanamayan Cana, Hagi ile yavaş yavaş kendini buluyor. Bu oyuncuyu oldukça iyi tanıyan biri olarak rahatlıkla daha da iyi olacağını hatta Hagi'nin sistemine takımın en kilit ismi olacağını söyleyebilirim.

2.yarıda skorun etkisiyle daha rahat olan Galatasaray çok çok net pozisyonlar yakaladı. Ancak genelde bu pozisyonları yakalayan Pino son vuruşlarda çok beceriksiz bir oyuncu. Tek forvet olarak kesinlikle değerlendirilmemesi gerekiyor. Harry Kewell, Mehmet Batdal hatta A2'nin forvetleri Cem Sultan veya Anıl Dilaver dahi oynasa Pino'dan çok daha verimli olur o bölgede. Pino kanatlarda açık olarak veya forvetin arkasında gezinerek oynayabilecek bir oyuncu asla forvetin merkezinde oynatılacak bir adam değil. Attığı 3 golün yanında 7 tane çok net pozisyonu da kaçıran GS bu maçta o pozisyonları aramadı lakin diğer maçlarda bu kadar golü kaçırırsa sonuç geçtiğimiz haftalardan çok farklı olmayacaktır. Hagi'nin özellikle devre arasına kadar üzerinde en çok düşünmesi gereken nokta bence bu...

ŞENOL GÜNEŞ DEVAM, BENİTEZ?


Bu akşamın 2 önemli maçı için, önce Trabzonspor-Buca sonra da Lazio-Inter, TV karşısına geçtim. Türkiye Ligi'nin bu sezon lideri olan ve bunu sonuna kadar hak eden, Şenol Güneş'li Trabzonspor ile başlamak gerekiyor. Sezon başında üst üste 7 galibiyet alan Mainz takımı için bir yazı yazmıştım. Bundan sonra her maçı kaybetseler dahi bu sezona iz bırakmayı başardıklarını anlatmaya çalışmıştım o yazıda. İşte Trabzonspor da şu ana kadar oynadığı futbolla bu sezon içinde ayrı bir yer almayı şimdiden hak etti. Sezon sonunda şampiyon olurlar olamazlar ancak futbol oynamaya çalışan ve bunu başaran bir Trabzonspor izliyoruz sezon başından bu yana. Geçen sene Hugo Broos'tan deyim yerindeyse enkaz devralan Şenol Güneş'in 1 yıl içinde ulaştığı bu başarı gerçekten büyük bir saygıyı hak ediyor. Bucaspor maçına da rakibin katı savunmasını hesap edip erken gol bulma amacıyla çıktı Trabzonspor. Nitekim 6.dakikada, bulduğu 6.pozisyonu gole çevirerek istediğini de elde etmiş oldu. Futbolcular da Şenol Hoca'nın hafta arası yaptığı "Barcelona gibi olabiliriz" açıklamasından nasibini almış olacaklar ki, ilk devre Bucaspor'a neredeyse top göstermedi. Selçuk ile başlayan, Colman, Yattara, Jaja ve Alanzinho'yu içine alan harika oluşumlar kurdular, mükemmel paslar hatta pas silsileleri yaptılar. Maçı görüp ilk yarıda Trabzonspor'a gıpta etmemek mümkün değildi.

İkinci yarıda yine pas yapmaya çalışsa da ilk yarıya oranla oyunu biraz daha rölantiye almış bir Trabzonspor vardı. Bu yarıya Alanziho-Engin Baytar değişikliğiyle başlayan Trabzonspor'da Engin'in önemi de bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Engin sorumsuz bir futbolcu ama hem kanatta oynayabilen hem de direnciyle orta alana yardım edebilen bir isim. İşte bu yüzden de Şenol Güneş yapmaması gereken hareketlere rağmen bu oyuncudan kolayca vazgeçemedi. Genel olarak yine kendi üstünlüğüyle geçen 2.yarıda hekem Cüneyt Çakır'ın uydurduğu penaltı golüyle farkı 2'ye çıkaran Trabzonspor bu haftayı da lider bitirmeyi Cuma gününden garantiledi. Geçen sezon enkazdan Türkiye Kupası ile çıkmayı başaran Şenol Güneş, bu sezon bence çok hak ettiği şampiyonluğa ulaşabilecek mi, göreceğiz. Ancak dediğim gibi Trabzonspor bu seneye adını yazdırmayı başardı.

Bu maçtan hemen sonraki maç ise sezona gayet iyi başlayan Lazio ile Galatasaray benzeri durdurulmaz bir düşüş yaşayan Inter arasındaydı. Geçen sezon sonunda alabileceği bütün kupalara uzanan ve tulum çıkaran Inter'in bu sene o performansının altında kalacağını tahmin ediyordum ancak bu kadarını beklemiyordum. Her ne kadar bir çırpıda aklıma gelen eksikler listesi J.Cesar, Maicon, Samuel, Chivu, Mariga, Mancini, Suazo, Milito ve Eto'o artı hatırlayamadıklarım şeklinde uzayıp gitse de muhteşem bir sezondan sonra bu duruma düşmek taraftarlar ve özellikle sahip Moratti için çok zor. Bu maç da genelde Lazio'nun kontrolü altında oynandı. Lazio, gerekli gördüğü zamanlarda Hernanes ve Zarate ile pozisyonları ve golleri buldu. Özellikle Hernanes orta sahadaki maestroluğuyla şov yaptı desem yanlış olmaz. Maçta aklıma sürekli Türk takımları neden bir Zarate bulamaz sorusu gelip durdu. Gerçekten bir Zarate çok mu bizim takımlarımıza? Son olarak, teknik adam olarak çok sevdiğim ama son yıllarda şirazeden çıktığı bir gerçek olan Benitez yarını görürse Moratti çok değişmiş demektir hem de çok...

3 Aralık 2010 Cuma

GALATASARAY'DA MUHALEFET


Yılmaz Toköz'ün "Özhan Canaydın'ı Anma" amacıyla düzenlediği organizasyona yönetime muhalif isimlerin hemen hemen tamamı katıldı. Toplantıda konuşanların değindiği konu mevcut yönetimin yetersizliği ve bir an evvel olağanüstü kongreye gidilmesi gerektiği. Başta bana göre Galatasaray tarihinin en önemli başkanı Faruk Süren olmak üzere, bir sonraki kongrede başkan adayı olması beklenen Ali Dürüst ve bu yönetimden istifa eden Cemal Özgörkey yaptıkları konuşmalarda yönetimi haklı olarak eleştirdi ve artık kongre kararı alınması gerektiğini söyledi. Genelde tam itiraz edilecekken kullanılan bir klişe vardır; "Buraya kadar her şey normal". Ancak maalesef bu toplantıda buraya kadar her şey normal değil. Birincisi, Yılmaz Toköz'ün düzenlediği Özhan Canaydın'ı Anma Toplantısı'nın şu anda yapılmasının amacı ne? Canaydın'ın ölüm yıl dönümü değil, Galatasaray için özel bir gün değil. Bir diğer nokta, mevcut yönetimde Özhan Canaydın'ı anacak bir tane dahi Galatasaraylı yok mu ki, bu toplantıya herhangi bir yönetici davet edilmedi? Özhan Canaydın son derece başarısız başkanlık dönemlerine karşın Galatasaray'da her zaman sözü geçen, büyük ağırlığı olan bir isim olmuştur ancak bu kadar baskı altında ve Türkiye'de yönetimlerin başarı ölçütü olan futbol konusunda çok başarısız olan bir yönetime aba altından sopa göstermek için Özhan Canaydın'ın isminin kullanılması doğru mu? Yılmaz Toköz'ü de geçelim, koskoca Faruk Süren veya başkanlığa son dönemde sürekli yeşil şık yakan, adaylığı muhtemel Ali Dürüst "Adnan Polat'ı İstemiyoruz" konulu bir toplantı düzenleyecek gücü kendinde görmüyor mu?

Toplantıda yapılan konuşmalarda Özhan Canaydın'ın doğru düzgün adı geçmiyor. Mikrofonu eline alan aslında haklı olarak yönetime sallıyor ama yöntem yanlış olunca yapılan bu haklı eleştirilerin de hiçbir anlamı kalmıyor. Kısacası şu anda ekonomik, reklam, sponsorluk anlamında başarılı olsa da genel olarak sınıfı geçemeyen bir yönetim var ancak bu yönetime en ciddi muhalefeti oluşturması gereken Galatasaray'ın önemli isimleri, yapmaları gereken muhalefet işini dahi maalesef doğru düzgün yapamıyorsa Galatasaraylıların gelecek için çok da umutlu olma imkanı kalmıyor.

1 Aralık 2010 Çarşamba

HAKAN ŞÜKÜR SONRASI DÖNEM ve GS YÖNETİMİ


Galatasaray maçlarını tek tek yazmak normal şartlarda büyük keyif. Ancak artık bu maçlar aynı fabrikadan çıkarmışçasına aynı sonuca gidiyor; Mağlubiyetten ziyade Galatasaray'ın rakibi karşsısında üstün olamadığını görmek, bunun sadece o maçlığına olmadığını bilmek... Asıl sıkıntı veren, durumu vahim yapan bu. Rakip Trabzonspor, Manisaspor veya Antalyaspor olmuş çok fark eden bir şey olmuyor. Peki, Galatasaray Futbol Takımı bu hale nasıl geldi, bu hale gelişteki en önemli kararlar, virajlar nelerdi, son şampiyonluğumuzu kazandığımız 2007-2008 sezonundan itibaren hatırlamakta fayda var. 2006 senesinde son haftada gelen mucizevi şampiyonluktan sonra takımdaki son kullanma tarihi o dönem için geçmiş futbolcular(Orhan Ak, Cihan Haspolatlı) gibi oyuncuların yanına Inamoto, Tolga Seyhan, Carrusca gibi hiçbir fayda sağlamayacak oyuncular alınmıştı. Kısaca mucize şampiyonlukla birlikte o kadro zaman kazanmış, aslında çok gerekli olan revizyon ertelenmişti. Ertesi sezon çok başarısız geçince Galatasaray Yönetimi 2007 yazıyla birlikte bugün dahi halen sonu gelmeyen bir operasyona başladı. Takıma birçok oyuncu katıldı, teknik direktörlüğe Kalli getirildi. Yeni bir yapılanma başlatıldığı, bunun meyvelerinin en erken 2-3 sene sonra alınacağı söylense de, sezon sonuna doğru Kalli'nin gönderilmesiyle kazanılan ivme bir şampiyonluk daha getirdi Galatasaray'a. Bu şampiyonluk maalesef yönetimin elini daha da güçlendirdi. Yine 2008 yılının Mart'ında tek sorumlu yöneticilikten başkanlığa terfi eden Adnan Polat, elinin güçlenmesiyle, kim ne derse desin hem saha içi hem de saha dışındaki üstün gayretleriyle 2006 ve 2008 sezonlarındaki şampiyonluklarda en büyük paya sahip isimlerden biri olan Hakan Şükür'ü takımdan gönderdi. Hakan Şükür yaşı gereği futbolu bırakacak konuma gelmişti ama hala takımına yararlı bir oyuncuydu. Burasının idari bir tercih olduğunu kabul ederek geçebiliriz lakin oyunculuğunun ötesinde yıllardan beri Galatasaray'ın içinde bulunan bir ağabey olarak oyunculara yaptığı önderlik rolünü bir anda geçmek mümkün değil. Galatasaray 2006 yılındaki neredeyse 8-9 ay süren parasızlığa, 2008'deki teknik adam boşluğuna karşın gelen başarılara şu anda ulaşamıyor. Bunda bilinçsiz, plansız yapılan Hakan Şükür operasyonun rolü sanıldığından çok daha fazla.

2008 yılında takımın lideri gittikten sonra teknik adam tercihini de liderlik özelliği asla bulunmayan Skibbe'den yana kullanılınca, Baros-Kewell-Meira-Sanctis gibi transferlere rağmen istenen düzen bir türlü oturtulamadı. İşlerin kötü gittiğini ancak Şubat sonunda anlayan yönetim lider eksiğini Galatasaray'ın en önemli kaptanlarından Bülent Korkmaz ile kapatmaya çalıştı ama Bülent Korkmaz'ın işinin sadece oyuncuları deyim yerindeyse gaza getirmek olmadığını, taktik-teknik ve daha birçok yönden oyuncularla uğraşması gerekeceğini hesaplayamadı. Sezonun bitişiyle Bülent Korkmaz ile birlikte kadrodaki bir ağabey daha(Hasan Şaş) ayrıldı takımdan. Bülent Hoca'dan sonra Frank Rijkaard'ın takımın başına gelişi açıkçası ben dahil herkesin dibini düşürdü. Rijkaard'ın Barcelona'daki uzay futbolunun temellerini atması aynı şeyin Galatasaray'da da olacağını hayal ettirdi herkese ama kimse Rijkaard'ın stilinin Türk Futbolu'na hiç uygun olmadığını düşünmedi. Frank Rijkaard, Türkiye'nin deyimiyle total futbol oynatmaya çalışan, başka bir mantığı, sistemi asla kabul etmeyen bir hocaydı. Yani sonradan herkesin anladığı üzere Türkiye'de başarılı olma ihtimali yok gibiydi. Şimdilerde Schuster'in de olmadığı gibi. Aslında Frank Rijkaard'ın getirildiği anda bu yönetimin futboldan anlamadığını, dönemin şartlarına göre iş yaptığını, rüzgar nereden eserse ona göre gittiğini anlamak gerekiyordu. Önce mücadele futbolunu benimseyen bir Kalli ile yeniden yapılanmaya giden, hemen ardından Skibbe gibi daha narin, ayağa pas oyununun bir temsilcisini göreve getiren, ardından yine mücadele futbolundan başka bir tarz oynattığını görmediğimiz Bülent Korkmaz'ı biraz da kaptanlık kisvesinin arkasına saklanarak tekrar kulübe kazandıran, en son olarak da "Bu da olmadı, gelsin oynamaya çalışan, ayağa pas futbolunun şu dönemdeki en önemli adamı Rijkaard" diyen bir yönetim.

Evet, Hakan Şükür'ün gönderilmesiyle Futbol Takımı'nın girdiği karanlık yol, yapılan bu birbirine taban tabana zıt 4 teknik direktör hamlesiyle daha da berbat bir hale geldi. Rijkaard'ın gönderilmesinden sonra Hakan Şükür'e yapılan sportif direktörülük teklifi de maalesef yönetimin hatasını anladığını hissettirmemeli kimseye. Dönemin koşulları çerçevesinde, taraftar tepkisini azaltmak için yapılmış şovenist bir hamle, aynı Fatih Terim'e yapılan teklif gibi. Tabii Hakan Şükür de onca zaman hakkında alenen kötü konuştuğu, yanlışlarını söylediği daha da önemlisi sportif başarı için gerekli koşulları taşımayan bu yönetimle çalışmayı kendine yakışanı yaparak reddetti. Bunca yıl boyunca kazandığı saygınlığı, bir teklifi kabul ederek, kolaya kaçarak zedelemedi. Yazının konusu olan Futbol Takımı'na gelirsek en azından 2012 Mart'ına kadar düzeleceğini zannetmiyorum. Daha sonrası ise Allah-Kerim.

2012 Mart'ı derken kongreden yani bu yönetimin gidişinden bahsettiğim açık. Ancak ortada bir gerçek var ki, her ne kadar futbol konusunda aşırı derecede başarısız olsa da, bu yönetim Galatasaray Spor Kulübü'ne çağ atlattı. İdari, mali, sponsorluk, reklam, pazarlama gibi konularda Galatasaray şu anda olması gerektiği noktaya doğru emin adımlarla ilerliyor. 2006 Mayıs'ında son hafta gelen şampiyonluğun verdiği 1 haftalık coşkuyu saymazsak, bir Galatasaraylı'nın o döneme göre kulübüyle şu anda daha fazla iftihar etmesi gerektiği aşikar. Fotomaç gibi yazdığı asparagas transfer haberi sayısı bir önceki günden daima fazla olan bir gazete dahi, "Günün Şakası: Galatasary Ludovic Giuly'ye Gitti" tarzında haberler yapıyor, Avrupa Futbolu'ndaki miadını doldurmuş Kily Gonzalez için 1 ay Inter'in kapısında yatılıyor ama sonuç alınamıyordu. Daha bunun gibi birçok kokuşmuş olayı herkes bildiği için tek tek hatırlatmaya gerek yok. İşin daha da kötüsü artık Galatasaray adını duyunca parasını alamayacağını bilen oyuncu ve kulüpler vardı. Neyse ki şu anda o döneme göre kulüp olarak çok daha ileri bir konumda Galatasaray.

Adnan Polat yönetimi futbol konusunda çok başarısız hatta belki de Galatasaray tarihinin en kötüsü. Değindiğim gibi Hakan Şükür'ün plansız bir şekilde gönderilmesiyle başlayan hatalar zinciri bugüne kadar uzayarak geldi ve artık dibe vuruldu. Bu durumdan, futbol takımı olarak, bu yönetimle çıkmak oldukça zor, çıkılması için 2006 şampiyonluğundaki gibi bir mucize lazım. Ancak kulüp genel durumu düşünüldüğünde 2012'ye kadar olan görev süresini tamamlaması ve bu süreçte Galatasaray'a kurumsallaşma sürecini tamamlattırması gereken bir yönetim bu.

ELANO SONUNDA SANTOS'A GİTTİ


Olacağı aylardır belli olan bir şey oldu; Elano Blumer Galatasaray'dan ayrıldı. Sezon başında elden çıkarmak için Galatasaray'ın çok fazla uğraştığı bir oyuncuydu Elano, 7-9 milyon avro gibi bonservis bedelleri konuşulmuştu. Son dönemde kulübünde hiçbir şey yapmamış, sadece Milli Takım'ında 2 iyi maç oynamış bir oyuncuya hiçbir takımın bu parayı vermeyeceği aşikardı, doğal olarak kimse vermedi. Aradan geçen 4 ayla birlikte Elano'nun değeri 3 milyon avroya kadar düşmüş demek ki. Bu akşam 3 milyon avroluk bedelle çok istediği, alt yapısından yetiştiği Brezilya ekibi Santos'a transfer oldu sonunda Elano. Rahatlamıştır, emin olsun ki biz de rahatladık. Takıma önemli yıldız statüsünde, Brezilya Milli Takımı oyuncusu olarak gelen ancak hemen hiçbir katkı sağlayamayan, buna karşın yıllık 3.5 milyon avro alan biri takım içindeki arkadaşlarından tutun tribündeki taraftara kadar herkesi rahatsız edecekti, nitekim ediyordu da.

Evet, Elano'nun ödenen 7 milyon avro bonservis bedeli üzerinden 4 milyon avro zararla gidişi Galatasaray'ın transferden sorumlu adamı Adnan Sezgin'in aldığı sayısız tepkiye yenilerini ekleyecektir haklı olarak. Ancak Galatasaray'ın Elano'dan kurtulması gerektiği de ortada apaçık duran bir gerçekti. Sahada potansiyelinin yarısını dahi ortaya koymayan, üstüne oyundan alınınca da sanki sahanın açık ara en iyisiymişçesine tepkiler koyabilen bir futbolcuya evrildi Elano Galatasaray'daki 1.5 yılında. Galatasaray'ın Brezilyalı futbolcularda genelde sorun yaşadığı gerçeğinin de son halkası oldu.

Elano'nun gönderilmesi, Misimovic'in kadro dışı bırakılması ve daha gitmesi muhtemel çok sayıda yerli-yabancı oyuncu... Şu anda Galatasaray'dan hangi futbolcu giderse gitsin kimsenin şaşırmayacağı bir ara transfer dönemine gidiyoruz. Gelen birçok yeni isim de olacaktır. Bundan önceki suların nispeten daha durgun olduğu transfer dönemlerinde dahi doğrunun bulunamadığını düşünüce bu transfer döneminden daha bir ürkmek, korkmak gerekiyor sanki. Ne diyelim bugün itibariyle Ocak 2011 transfer döneminin startını verdik, umarım hayırlısı olur...