27 Kasım 2009 Cuma

BURSASPOR 1-0 GALATASARAY --- BU KADARI FAZLA


Böyle bir şey yok diyesi geliyor insanın. Fatih Terim ayrılıp, Ancelotti Milan’a antrenör olduktan sonra zaman zaman tek forvetle sahaya çıkıyordu. Takımın sahibi Silvio Berlusconi işte tam bu noktada “Milan tek forvetle sahaya çıkacak takım değildir, en az 2 forvetle oynaması gerekir” demişti ve Ancelotti bir daha çok çok elzem durumlar hariç tek forveti düşünemedi bile. Koskoca Galatasaray’ın sahaya hiçbir forveti olmadan çıkması kabullenilecek durum değil. Baros’tan sonra Nonda da sakat bile olsa, ki değil, alt yapıdan Cem’i oynatırsınız yine de orada bir forvet bulunur. Forvetsiz maç kazanmayı düşünmek hele hele bunu Türkiye gibi sert savunma yapılan bir ülkede yapmak intiharların en büyüğü. Dolayısıyla Neeskens bugün sınıfta kalmıştır. Rijkaard kadar önemli olduğunu düşündüğümüz Neeskens, ne yazık ki ne taktik seçimine ne de oyun içi müdahalelerde gerekli başarıyı sağlayamadı. Rijkaard için aynı şeyleri söylemenin biraz erken olacağını düşünüyorum hala ama Neeskens tek maçla ne olduğunu demeyelim ama ne olmadığını açıkça ortaya koydu. Galatasaray son 2 haftada sadece kenar yönetimi hataları yüzünden tam 5 puan kaybetti. Şampiyonluk yolunda inanılmaz öneme sahip bir 5 puan. Bu hovardaca dağıtılan puanlar sayesinde Beşiktaş hatta Bursa dahi en az Galatasaray kadar yarışta iddialı konuma geldi.

Tabii Galatasaray’ın hem çağ hem de akıl dışı oyun anlayışını eleştirirken, Bursaspor’un hırslı, tempolu oyununa da değinmemek olmaz. Galatasaray’ı iyi süzmüşler. Galatasaray’ın her maç nasıl olsa 1 gol yediğini, önemli olanın kendilerinin takım savunmasını nasıl uygulayacağı olduğunu Ertuğrul Sağlam çok iyi anlatmış oyuncularına. Dolayısıyla ileride Kewell, Keita ve Arda gibi oyuncular da olsa forvetsiz olduğunda bir takımın gol atması neredeyse imkansızlaşıyor. Bu da hedefini zaten gol yememek üzerine kuran takımların ekmeğine ballı yağ sürüyor. Son dakikada tam Galatasaray kulübesi önündeki olayda Sabri'ye sert giren Ozan İpek'e de fiziki müdahalede bulunda Hollandalı yardımcı hoca. Takımın başında verdiği ilk sınavı kaybetmenin verdiği sinirle bunu yaptığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Galatasaray Teknik Direktörü konumundaki bir insana hiç yakışmayacak bir hareketti. Normal şartlarda sarı kartla geçiştirilecek bu hareketi, son dakika olması ve Neeskens'in çok sinirlenmesi sebebiyle kırmızı kart olarak değerlendiren Halis Özkahya da eyyamın kralını yaptı.

Galatasaray, uzun yazmaya değmeyecek kadar kötü yönetildi, belki o derece de kötü mücadele vermedi ama iyi hiç değildi. Takımın sezon başındaki en diri oyuncusu Kader Keita’da büyük düşüş var. Bu sorunun bir an evvel üstüne gidilmesi gerekiyor. Ama kısa vadede en önemli olay bu takımın bir an önce Rijkaard’a kavuşmasıdır. Zira, Feldkamp zihniyetiyle kadro belirleyen bir Neeskens’i çok fazla kaldıracak durumu yok Sarı-Kırmızılıların.

24 Kasım 2009 Salı

İŞİN ZOR be UŞAĞUM


Sadri Şener, Nuri Albayrak’tan sonra başkanlık koltuğuna oturduğunda Trabzonspor taraftarı derin bir nefes almıştı. Benim de hemfikir olduğum, Nuri Albayrak’ın Trabzonspor’u gerçekten kötü yönettiği düşüncesi tüm Trabzonspor taraftarlarında hakimdi. Zaten Sadri Şener daha evvel de başkanlık yapmıştı ve 1996 yılında son haftada şampiyonluğu kaybeden takımı kuran başkan olarak hafızalarda yer etmişti. Böyle bir başkanın hele ki Nuri Albayrak’tan sonra göreve gelmeyi kabul etmesi, Trabzonsporlulular tarafından bulunmaz bir nimet olarak kabul edildi.
Göreve geldiğinde, o dönem kötü günler geçiren takımdan Ersun Yanal’ı göndermemesi doğruydu. Ersun Hoca yeni gelmişti, takımın enkaz olduğu da düşünülürse dengeli kurulan bir takımla önemli işler yapması muhtemeldi Ersun hocanın. Ayrıca Rubin Kazan’a gönderilen Gökdeniz’den elde edilen 9 milyon avroluk gelir, daha evvel ki Fatih Tekke ve Stepanov’un girdileriyle birleşince ortaya çok iyi bir bütçe de çıktı. Ertesi sezon hedefi 3.lük olarak belirleyen Şener yönetimi 20 küsur transferle Yanal önderliğinde kurulan takımın lige iyi başlamasıyla havaya girdi. Başlarda adı geçmemesine rağmen 11-12.haftadan itibaren şampiyonluk sözleri literatüre yeniden girdi. Gerçekten de Trabzon 1-2 maç dışında çok da puan kaybetmedi. Ersun Yanal’ın ilk 10 haftadan sonra düşüşe geçen takım portresi bu kez son 10 haftaya kadar hortlamadı. Ligde ilk 3 hedefini hemen hmen gerçekleştirmesi kesinleşen takım son 10 haftada bir anda kötü gitmeye başladı ve Ersun hocayla yollar hemen ayrıldı. Yerine geçen genç Ahmet Özen ile işler rayında gitti ve Trabzon sezonu 3.sırada tamamladı. Son hafta galip gelse 2.bitirecek durumu da vardı.

Ama ne olduysa buradan sonra oldu. Sadri Başkan bu dakikadan sonra icraatlarında istikrarsızlğa doğru yol aldı ne hikmetse. Ahmet hocanın yerine tecrübeli bir teknik adam gelecekti ama bunun Samet Aybaba olacağının açıklanması camiada büyük bir kavga başlattı. Yönetimden Samet Aybaba’yı veto eden isimlerin büyük baskısıyla Samet Hoca’dan vazgeçildi. Bu karar doğruydu zira Samet Aybaba o dönemde psikolojik olarak çökmüştü. Bırakalım Trabzon gibi üst sıralara oynayan bir takımı, düşmemeye oynayacak bir takıma dahi verecek bir şeyi yoktu. Açıkçası futboldan anlayan o birkaç yöneticinin olağanüstü kongreyle kulüpten uzaklaştırılması, Sadri Başkan’ın çevresine karşı ne kadar kapalı olduğunu gösteren bir faktör olarak kaldı.

Türkiye’yi tanıyan teknik direktörler dahi Trabzon’da başarısız olabiliyorlar. Trabzonspor’un başarılı olduğu hocalar hep yerli ve Trabzon’u bilen isimler. Ahmet Suat Özyazıcı, Özkan Sümer ve Şenol Güneş... Bunların yanına bir de Ziya Doğan’ı koyabiliriz. Dolayısıyla bırakalım Trabzon’u ve Trabzonspor’u, Türkiye’yi bile ne kadar tanıdığı şüpheli olan Hugo Broos’un göreve gelmesi ne kadar doğruydu? Hazırlık maçlarında alınan iyi skorlar göz boyadı belki ama bu skorlar lige bir türlü yansıtılamadı. Sabırsız Trabzon halkı da bir yere kadar dayanabildi ve Bross da gitti.

Şimdi yine Şenol Güneş’in, Fatih Tekke’nin döneceği söyleniyor. Güneş Ve Tekke illa ki bir yer kadar çare olacaktır, başarılı isimler bu kişiler zira. Ancak asıl önemli olan ise eleştirilere çok takmaması gereken Sadri Şener’in bir an evvel ilk geldiği günlerdeki gibi pozitif bir havaya bürünebilmesi. Ancak bu olduğunda kaybolan bu sezonun ardından gelecek sezonun temelleri sağlam bir şekilde atılabilir. Aksi halde Şenol Güneş de daha evvel 3 kez olduğu gibi ayrılmak zorunda kalacaktır.

22 Kasım 2009 Pazar

GALATASARAY 1-1 MANİSASPOR ---- DOST KURŞUNU


Lig başlamadan Galatasaray puan kaybedecekse kime kaybetsin diye sorsalar hiç düşünmeden memleketimin takımı Manisaspor derdim. Eğer böyle bir kayıp olacaksa Manisaspor’a keybetsin. Ama kaybettikten sonra yine sanki normal bir takıma kaybetmişçesine üzülmek... Daha evvel de Manisa Galatasaray’dan puan çaldığında yaşadığım bu duyguyu yaklaşık 2.5 sene sonra yine tatmak durumunda kaldım. Galatasaray’ın puan kaybının baş sorumlusu ise tereddütsüz Dutchman yani Rijkaard. Rijkaard sezon başında hata da yapsa eleştirilmiyordu, buna hakkı da vardı. Tanımadığı, sistemini bilmediği bir ülkeye gelmişti ve alışacaktı. Ancak üzerinden 6 ay geçtikten sonra halen alışma sıkıntısı yaşaması garip. Alışma sıkıntısı diyorum çünkü bu akşam Manisaspor gibi görevi sadece rakip takımı ısırmak olarak kurgulanmış bir takıma karşı sizi ısırtmayacak en önemli oyuncu olan Keita’sız oyuna başlamak bir intihar. Daha önce de yazdım, bu takımda Keita varsa, hazırsa kesin oynamalıdır. Ayhan Akman her hafta olduğu gibi yine bir traktörcesine yavaş. Takımı atağa kaldırması gerekiyor ama onu kim uykudan kaldıracak? Her teknik direktörün bu adamı bir şekilde oynatmasına bugüne kadar hep çok şaşırdım, artık tepem atıyor.

Maça aslında hızlı başlayamadı Galatasaray. Ali Sami Yen’de her zaman hızlı başlamasına karşın bunu bu kez başaramadı. Yine de ilk yarının orta ve son bölümünde bunu telafi edecek pozisyonları yakaladı. Hatta Manisaspor’un sol beki Eren Aydın’ın hatasında Kewell ile öne de geçti. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, Türkiye’deki beklerin ters ayaklarını kullanma konusundaki beceriksizliği. Eğer ortalama bir sol bek olan Eren ters ayağını kullanabilse o pozisyonun gol olmasına imkan yok. Hocalarımız bu kadar fizik gücü aşılayacaklarına biraz da oyuncularının fundamentallerine yönelseler Türk futbolunun geride kalmışlığına da belki bir çare bulabilirler. Manisaspor özellikle büyük maçlarda, skor berabere iken bunun üzerine yatmaya çalışan, ancak mağlup duruma düştüğünde ise oyunun hakimiyetini eline alan bir takım. Saracoğlu’ndaki Fenerbahçe maçından sonra Ali Sami Yen’de de aynı senaryoyu oynadılar, yine aynı dakikalarda beraberliği yakaladılar. 45.-80. dakikalar arası Manisaspor üstünlüğü barizdi. Kötü Ayhan’ın yerine Linderoth’un oyuna girmesi nasıl bir mantık? Zaten elde Sarp ve Topal gibi 2 ön libero var. Bir de Linderoth’u almak üstelik bunu Ali Sami Yen’de yapmak nasıl bir mantık? Kader Keita’nın oyuna girişinin 70’i bulmasına da inanmak çok güç. Bu Rijkaard’ın Manisa üstünlüğünü süzmesinin 25 dakika aldığının çok açık bir göstergesi. Lider olacağı maçta, kendi evinde oynadığı maçta Galatasaray’dan bu hataları görmek gerçekten sıkıntı verici. Dünya çapında bir teknik adamla her hafta daha iyiye gitmesini beklediğim Galatasaray belli bir çizgide devam ediyor. Uefa’da üst turu en erken garantileyen takımlardan biri olması çok iyi ama üstüne koymazsa Galatasaray’ın üst turlarda işi yine zorlaşacak. Daha da kötüsü ligde bu tür puan kayıpları yaşanmamalı. Kadro kalitesi olarak açıkça iyi olunan Fenerbahçe ve Beşiktaş ile oyun kalitesinde de gözle görülür bir fark olmalı ve bu puan tablosuna da yansıtılmalı bir an evvel. Brezilya milli takımında ilk 11 oynayan Elano, bugün o takımdaki yerinde yani sağ açıkta oynadı. İlk yarı Sabri ile alış-verişleri, attığı ters toplar iyiydi fakat bu bile Elano gibi biri için yetersizken, 2.yarıda yine tamamen kayboldu. Elano’yu kazanmak için tek yol onu orta sahada Ayhan’ın olduğu mevkide oynatmak gibi geliyor bana. Rijkaard bunu Strum Graz maçının 2.yarısında denemişti, daha sonra yine bir maçta daha denediğini hatırlıyorum. Anlamadığım nokta ise kötü bir sonuç vermemesine karşın bu mantıktan neden vazgeçildiği?

Evet Rijkaard hatalıydı, aynı şekilde kulübedeki kurmayları da onun hatalarını düzeltme konusunda çok da gününde değillerdi. Bunlar eleştiri için yeterli sebepler. Tüm bu kötü görünen koşullara rağmen, bugün iyi olmasa da Galatasaray’ın 2.yarının ilk haftalarına kadar toparlanacağına, bu kaliteli kadrosuyla Avrupa’da geçen seneki başarısının üstüne çıkacağına inanıyorum.

18 Kasım 2009 Çarşamba

YAZIKLAR OLSUN! GEÇMİŞ OLSUN!


Türk siyasetinde, sporunda çok sık karşılaştığımız "gereken cezayı çekmeme" durumu bu kez yaşanmadı. 527 yıllık Galatasaraylılık etiğinden resmi sitede belirtildiği gibi nasibini alamayan kişiler yüzünden koskoca Galatasaray adı sahtekarlıkla yanyana anıldı ve görünen o ki önümüzdeki belli bir süreçte de anılacak. Galatasaray Basketbol Takımı oyuncusu Cemal Nalga'nın cezalı olduğu halde başka bir oyuncu(kaptan Tufan Ersöz) kimliğinde Almanya'da Murat Didin'in takımı Skyliners ile oynanan hazırlık maçında sahaya sürülmesi Türk Basketbolu ve Galatasaray adına çok büyük bir leke ne yazık ki. Hem Galatasaray hem o zamanki idareciler hem de Frankfurt Skyliners koçu eski Galatasaraylı Murat Didin (lisansı TBL'den olduğu için) ceza alacak gibi görünüyor. Bu cezalardan önemli olan ise Galatasaraylı olmanın vazifesini üzerine alamayan, bu hatada payı olan herkesin kulüpten bir an evvel uzaklaştırılması gerektiğiydi. Galatasaray yönetimi de hemen bu yönde bir karar aldı. Galatasaray Basketbol Takımının verilebilecek en büyük cezalardan birini almasını istiyorum. Her ne kadar bu cezadan canı çok fazla yanacak biri olsam da hatalı olan kendi kulübüm dahi olsa Türkiye'de zaten az oranda yerleşmiş olan temiz sporculuğun bekası için böyle bir kararın alınmasının şart olduğuna inanıyorum. Bu kadar rezil bir olayda payı olan herkese, oynayan oyuncuya, oynatan koça, izin veren yöneticiye kadar herkese yazıklar olsun diyorum. Son kazanılan Fenerbahçe maçında takımın en iyilerindendi Cemal. Murat Özyer ile birlikte Galatasaray'a büyük umutlarla gelmiş ve son 2 sezonda çok büyük bir gelişim kaydedememişti. Son maçlarda bize acaba mı dedirtti ancak, suçluysa ve sarı-kırmızıya yakışmıyorsa değil Cemal, Kobe Bryant olsa cezasını çekmek durumunda.

Bir başka yıkıcı haber ise futbol takımızın kaptanı Arda'dan geldi. Son günlerin en başa bela konusu bildiğimiz gibi domuz gribi. Ülkemizin hemen her tarafına sirayet eden bu hastalık maalesef Galatasaray kaptanını da bulmuş. Sevgili kaptanımız zaten form düzeyinde dalgalanmalar yaşıyordu umarım bu onun için daha büyük bir engel olmaz. Galatasaray doktorlarının olabildikleri kadar(!) seferber olup Arda'nın bir an evvel o hastalıktan kurtulmalarını sağlamaları en büyük arzum şu anda. Oynanacak maçlardan ziyade, az bir oranda da olsa ölümcül olabilecen bu hastalıkla Galatasaray kaptanının adının aynı anda anılması bile sporseverler için tüyler ürpertici.

14 Kasım 2009 Cumartesi

AKŞAMA ZİYAFET VAR


Bugün futbola doyma günü. Milli takımımızın Dünya Kupası’na gideceği umudunu taşıyan TFF sezon başı fikstür planlarını yaparken doğal olarak Play-off’a denk gelen bu hafta sonunu pas geçti. Dolayısıyla ligimizde maç yok. Dünya Kupası için son Play-offlar ve hazırlık maçları var. Önemli olan da hazırlık maçları çünkü Play-off maçlarını gölgede bırakacakları kesin. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’na katılamayarak dibe vuran ancak Capello’nun işbaşı yapması ile adeta bir silindire dönüşen İngiltere ve Brezilya Katar’da karşılaşacak. Dunga bir takım arayışlar içinde. Capello ise az çok oturttuğu sistemini güçlü rakibi karşısında deneyecek. Steven Gerrard’ın olmaması hem Capello hem de biz izleyiciler için büyük kayıp ama sahada gözümüzün pasını silecek o kadar çok futbolcu olacak ki. Brezilya’da Elano kadroda Dos Santos ise bu kez çağrılmadı. İngilizlerle Robinho için de bir sürtüşme içinde Brezilya. Ama Robinho’nun bu maçta oynatılması gerçekten riskli olur. Tam da Barcelona dedikodusu varken. Bu arada Brezilya için bir not da Ronaldinho ile ilgili. Bu formunu sürdürürse Dünya Kupası öncesinde Dunga’nın planlarını bir hayli zorlayacak.

Günün diğer maçı da oldukça bomba. İspanya ile Arjantin, İspanya’da karşılaşacak. Açıkçası Maradona’nın gelişinden sonra gerek basınla olan ilişkileri gerekse anlamsız kadro seçimleri ile Arjantin irtifa kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Son maçta alınan Dünya Kupası bileti Maradona’yı şimdilik kurtardı ama Dünya Kupası’nda bu kafayla hiç şansı olmaz. Arjantin Ligi’nde 2-3 maç parlayan oyuncuları hemen kadroya dolduramazsınız. Hele ki Maradona yaşa başa hiç bakmadan 35-36 yaşında olan ve milli takım tecribesi neredeyse 0 oyuncuları bile kadroya alıyor. Her ne kadar geleceğin önemli oyuncusu olacak olsalar da Brezilya maçında defansın göbeğinde Otamendi ve Dominguez’i oynatması, her maç kaleci değiştirmesi Arjantin gibi bir milli takımı deneme tahtasına çevirdiğini gösteriyor. İspanya maçı öncesi son bombası ise 17 yaşındaki Gonzalo Olid’i kadroya çağırması oldu. Bu saatten sonra ilk 11 oynatması bile benim için büyük sürpriz olmaz. İspanya ise son 3 yıldır oldukça rahat. Makine düzeninde oynuyorlar. Dünya Kupası’na da oldukça hazır olduklarını söyleyebilirim. Bu elbette kupanın en büyük favorisi oldukları anlamına gelmiyor ama İspanya en hazır takımlardan biri.
Brezilya-İngiltere maçı saat 19.00’da NTVSpor, İspanya-Arjantin ise 21.45’te Kanaltürk’ten yayınlanacak...

12 Kasım 2009 Perşembe

EL CLASICO 29 KASIM'DA SİNEMALARDA


Son zamanlarda ilginç şeyler oluyor hem bizde hem de dünyada. Alman kaleci Robert Enke’nin ölümü bu olayların başını çekiyor. Kariyerinin zirvesindeyken özel hayatındaki problemleri nedeniyle intihar etmesi gerçekten tüm futbol dünyasını hem şoke etti hem de yasa boğdu. Dünya Kupası’nda Almanya’nin 1.kalecisi olma ihtimali çok yüksekti Enke’nin. Şimdi kader bir anlamda genç Rene Adler’in önünü açtı. Almanya’dan bir diğer garip haber de Klose ailesinden geldi. Son günlerin en başa bela vak’ası domuz gribine topluca yakalanmış Klose ailesi. Karantina altındalar ve kısa vadede durumlarının ne olacağı çok net değil. Melih Gökçek’in olaya el atmasıyla Ankara’da futbol garip bir hal almıştı. Ankaraspor’un küme düşmesiyle devam eden ilginçlikler silsilesinin son bombası Hikmet Karaman olayında yaşandı. İdman saatlerinin değiştirilmesi, oyuncuların tesislere alınmaması gibi futbolun “f”si ile alakası olmayan bu olaylar Ankaragücü gibi 100 yıllık tarihi olan kulübe yakışmıyor belki ama işin içinde Gökçekler olunca herkes anlıyor neyin ne olduğunu.

Asıl bomba ise İspanya’da patladı. Real Madrid – Barcelona maçı sinemalardan da yayınlanacak. İspanya’da maçları yayınlayan kuruluş buna izin verdi. İspanyollar alacak mısırını, çayını, birasını kurulacak sinemaya ve görüp görebilecekleri en güzel filmi seyredecek. Sahiden böyle bir filmi, 7 oscar almış bir filme değişecek olan var mı?

9 Kasım 2009 Pazartesi

İYİYDİNİZ ÇOCUKLAR


Yazık oldu. U17 Dünya Kupası’nda çeyrek finalde Kolombiya ile karşılaşan milli takımımız penaltılar sonucunda turnuvadan elendi. Daha evvel turnuvanın başında 2005 yılında bu turnuvaya katılan takımımızı şu yazıda tanıtmış, turnuva sonrasında şu anki takımımızla alakalı bir değerlendirmede daha bulunacağımı söylemiştim. Ne yazık ki turnuvaya beklediğimden erken veda etmiş olduk.

İlk olarak oyuncuları arasında kalite olarak çok fazla uçurum olmayan bir jenerasyon geliyor. 2005 yılındaki takımımızda kaliteli orta sahanın yanında bu kaliteyle boy ölçüşemeyecek kadar vasat bir defans hattımız vardı. Bu takımda öyle değil. Belki hiçbir mevkimiz o zamanki orta saha kadar kalite kokmuyor ancak bu takımımızda çok daha fazla bir senkronizsyon olduğu turnuvada açıkça görüldü. Bir kere son maçta hiçbir penaltı kurtaramasa da kalecimiz Deniz Mehmet oldukça iyi. İngiltere’de West Ham alt yapısında şu anda. 17 yaşında ama boyu 1,92. Savunmaya baktığımızda her zaman sıkıntı yağadığımız bir mevki burası ülke olarak. Ancak bu takımda gerek fizik olsun gerekse hız olsun iyi sayılabilecek stoperler var. Hiçbiri bir John Terry olacağının sinyallerini vermese de bu genç yaşlarında sağlam durdukları kesin. Özellikle Beşiktaşlı Sezer çok güçlü bir fiziğe sahip. Beklerimiz Onur ve Okan da iyiydi. Özellikle Okan kademeye girişi olsun, bindirmeleri olsun çok göze çarptı. Türkiye teknik bir takım olmasıyla bilinir, dolayısıyla orta sahası her zaman en çok göze çarpan bölge olur her yaş grubunda. Bu takımda ise bu böyle olmadı. Orta saha da diğer mevkiler kadar göz önündeydi. Engin Bekdemir, Berkin Arslan ve Ufuk Özbek orta sahada iyi görünen isimlerimizin başında geldi. Özellikle Berkin’in kumaşı oldukça sağlam. Abdullah Ercan bazı maçlarda yedek soyundurdu ama ilerde önemli yerlere gelme ihtimali yüksek bu jenerasyonda Galatasaray’ı tek başına temsil eden sol kanat oyuncumuzun. Forveti ise tek başına kaptanımız Muhammet Demir domine etti. Gerçekten de her türlü özelliği az çok bünyesinde barındırıyor. Fatih Tekke’yi anımsattı zira bu haliyle. Çok çok uzun olmamasına rağmen kafa toplarında da etkili. Ertuğrul Sağlam’ın ona ligde forma şansı vermesini dört gözle bekliyorum.


Millilerimizin turnuvadaki performansına baktığımızda grupta nispeten daha zayıf görünen Kosta Rika, Burkina Faso ve Yeni Zelanda ile oynadık. Gruptan 2 galibiyet ve 1 beraberlikle rahatça lider olarak çıktık. Son 16 diyebileceğimiz 2.turda rakibimiz Birleşik Arap Emirlikleri oldu. Onlar karşısında da çok uzun süre 10 kişi oynamamıza rağmen zorlanmadık ve 2-0 kazandık. Çeyrek finaldeki rakibimiz Kolombiya da son 16’da Arjantin’i 2-0 geriden gelerek 3-2’lik sonuçla saf dışı bırakmıştı. Nitekim yarı final maçına da hızlı başlayan taraf bizi olduk ve kaptanımız Muhammet ile öne geçtik. Maçın son dakikasında beraberliği yakalayan Kolombiya penaltılarda gülen taraf oldu. Ancak maç içerisinde Kolombiya’lı oyuncuların birbirlerine olan bağlılığının bizimkilere göre daha fazla olduğunu gözlemledim. Bu da önemli bir nokta.

Bu tip turnuvaları kazanmak tabii ki çok önemli ama asıl amaç A Milli Takımlarda ve kulüplerin A Takımlarında oynayabilecek oyuncular yetiştirmek. Geçen turnuvadaki Nuri Şahin örneğinde olduğu kadar çok fazla parlayan bir oyuncumuz belki yok ancak 4 yıl sonra bu takımı değerlendirdiğimizde A Takımlarda oynayan oyuncu sayısının kendilerinden 4 yaş büyük ağabeylerine göre daha fazla olacağı kanısındayım.

8 Kasım 2009 Pazar

DİYARBAKIR 1-2 GALATASARAY - DOĞU ZAFERİ


Üst üste kazanılan 3 zaferden sonra taktiği bozmamak adına cezalı Mustafa Sarp’ın yerine Ayhan ile oyuna başladı Galatasaray. Ayhan’ın savunma ve savaşma yönü Mustafa Sarp ile asla mukayese edilemez. Aynı şekilde bu eksiğini kapatacak kadar iyi bir tekniğinden de söz edemeyiz. Dolayısıyla son haftalarda Ayhan’ın kulübede oturtulması ne kadar doğru bir kararsa bu akşam 11’de şans verilmesini de bir o kadar yanlış bir karar olarak görüyorum. Ayhan’ın yerinde oyuna başlayacak bir Elano takımı dikine daha rahat hücuma kaldırabilirdi. Elano’nun şimdiye kadar istenen performansı veremediği teziyle karşı çıkılabilir belki ama Elano ofansif orta saha mevkiinde oynadığında çabalamayan ve rakip defansın arasında kaybolan tipte bir oyuncu. Tam ortada oynadığında ise oradan atacağı ters toplar ve yapacağı belli bir miktar presle Galatasaray’ın çok rahat kaldırabileceği bir lüks konumunda. Maça dönecek olursak iyi başlamayan Galatasaray karşısında Diyarbakır gayet organize bir atakla golü buldu. Golde Hakan Balta’ya kademe yapmaya çalışan Ayhan’ın niyeti iyi belki ama rakibin yanında bu kadar yavaş kalması açıkçası hiç iyi değil.İlk yarım saatte çok iyi basan bir Diyarbakır takımı vardı. İlerdeki 3 oyuncuyu, Kewell, Arda ve Nonda, çok net bir biçimde kilitliyorlar, onların kreatif yönünden mahrum bıraktıkları Galatasaray karşısında da Şener Aşkaroğlu’nun kontra paslarında Tazameta ve golü atan Mendoza’yı kaçırmayı hedefliyorlardı. Bunu gol dışında pek beceremediler ama golü bularak hedeflerine ulaştılar.

İlk yarım saatten sonra ise ibre Galatasaray’a döndü. Yenen golün de etkisiyle oyuncular biraz daha inisiyatif almaya başladı. Özellikle Harry Kewell istekli ve özverili olduğunda Galatasaray’ın çehresi kesinlikle değişiyor. Günün kötü isimlerinden Ayhan’ın ortasında son haftaların parlayan ismi Sabri’nin ayakiçi vuruşu beraberliği getirdi. Sabri hemen hemen 6 senedir Galatasaray A Takımı’nda ve ben Sabri’nin ayağının içi olduğunu yeni öğreniyorum. İlk yarı tamamlanmadan gelen gol Galatasaray’ın 2.yarı beraberliği almış bir şekilde sadece galibiyete odaklanması adına çok önemliydi. 2.yarıya ise gerçekten umulduğu gibi daha diri girdi Galatasaray.Çok net pozisyonlar bulamasa da, ki Nonda orta saha gibi oynarken bu çok kolay değil, topu rakip sahada tutuyor ve böylece Diyarbakır’ın çıkmasını kesin olarak engelliyordu. Sahanın çok kötü olduğunu ve oyuncuların sık sık kaydığını da belitmeliyim. İşte bu kaymaların birinde Harry Kewell’ın kafa pasında topla buluşan kaptan Arda Galatasaray’a rahat nefes aldırdı. Arda sezon başında asistleriyle çok ön plandaydı, şimdi bunlara ara verdi. Attığı golden sonraki sevinci ne kadar hırslı olduğunu gösterdi belki ama bu hırsı son haftalarda formsuz olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Golden sonra da oyun aynı şekilde devam ederken bu akşam garip bir şekildeçok fazla agresif görünen Barış Özbek, büyük bir sorumsuzluk yaptı ve kırmız kart gördü. Barış’ın son karşılaşmalarda orta sahaya bir dinamizm getirdiği gerçeği var ama böyle sorumsuzluklar yaparsa takımda tutunması oldukça güç.Bu karttan sonra da oyunda Diyarbakır üstünlüğü olmadı. Rijkaard’ın Nonda’yı çıkarıp Linderoth’u sokması ise yoldan geçen adamın bile yapabileceği bir değişiklikti. Dutchman’in olaya daha farklı müdahale etmesini bekliyordum açıkçası.Son dakikada net bir pozisyon verilse de Galatasaray 3 puanı ummadığı bir şekilde zorlanarak hanesine yazdırdı. Fenerbahçe’nin bay geçerek 3 pan aldığı haftada bu oldukça önemliydi. İlk yarının kalan haftalarında Bursaspor harici ekstra zor maçı bulunmuyor Galatasaray’ın. Ve bu avantajını çok iyi kullanıp liderliği ele almalı Galatasaray, şampiyonluk yolunda avantaj sağlayabilmek için.

İLK HEDEF İLK 10


Uzun zamandır ülke puanları hakkında yazı yazmamıştım. Yerimizde bir değişiklik yok halen 11.sıradayız ve 12.konumdaki İsviçre ile aramızda 4 puandan fazla bir fark var. Bu fark yerimizin sağlamlığı açısından oldukça büyük önem taşıyor. Hemen önümüzde yer alan Portekiz ve Hollanda ile büyük bir rekabet içerisindeyiz. Bütün bir sezon boyunca da bu amansız rekabet devam edecek gibi gözüküyor. Sivasspor ve Trabzonspor’un elenmesi, Beşiktaş’ın da maalesef elinin kulağında olması bizi zor duruma düşürmüş olsa da Galatasaray ve Fenerbahçe’nin bu seneki şimdilik gayet üstün olan performansları umutlarımızın diri kalması için yeterli. Öncelikle takımlarımızın durumuna bakalım.

Galatasaray bu sezon çıktığı 10 Avrupa Kupası maçında da mağlubiyet yüzü görmedi. Kurallar gereği ilk eleme turlarından puan taşıyamayan Galatasaray, şu ana kadar takım puanı olarak 8.120 puan toplamayı başardı. Galatasaray’ın daha 4.grup maçından bir üst tura çıktığını da hatırlayacak olursak gelecek aylarda alacağı bir çok puan olacağından bahsetmemiz mümkün. Geçen sene son 16’yı görerek 15.400 puan almıştı Galatasaray. Bu sezon en az çeyrek final oynamasını bekliyorum açıkçası. Bu durumda da bu puanın dahi çok çok üstüne çıkabilecek Cim-Bom. Şu anda genel takımlar sıralamasında 43.durumda bulunuyor ve bu ancak Şampiyonlar Ligi’nde 3.torba için yeterli. Gelecek sezon için kurulan Şampiyonlar Ligi hayallerinin daha fazla gerçekçi görünmesi adına 2.torbaya geçebilecek puanların toplanması harika olur. Galatasaray, ülkemizin bu sene topladığı 5.600 puanın 2.400’ünü kazandırmış durumda.

Fenerbahçe de evinde mağlubiyetle başladığı UEFA Avrupa Ligi Grupları’nda üst üste 3 maç kazanarak durumu toparladı ve sadece lige bağımlı olmadığını da ortaya koydu. Daum, Avrupa’da sınırlı başarı kazanabilecek bir hoca olmasına rağmen Fenerbahçe’nin de Galatasaray gibi bir üst tura çıkması kesinleşmek üzere hem de lider olarak. İlerleyen turlarda neler yapabileceği hakkında ise çok fazla umutlu olmamak gerekiyor. Zira Daum’lu Fenerbahçe, bundan çok daha güçlü bir kadroyla(Appiah, Anelka, Tuncay) Avrupa’da son 32’den öteye geçememişti. Bu sezon şu ana kadar takımlar bazında 7.120 puan alan Fenerbahçe sıralamada 34.konumda. Ülke puanımıza yaptığı katkı ise 1.800 puan.

Beşiktaş’ın işi bayağı zor artık. Kur’alar çekildiğinde bu gruptan Avrupa Ligi’ne geçiş yapacağını düşündüğüm Beşiktaş’ın halen daha böyle bir şansı var ancak kendi evinde oynadığı 2 maçtan da puan alamamsı durumun vehametini açıkça ortaya koydu. Deplasmandaki M.United ve İnönü’deki Moskova maçları da hiç kolay olmaz. Wolfsburg deplasmanda Moskova’yı geçebilirse bu ülke puanımız ve Beşiktaş adına harika bir haber olur. Şampiyonlar Ligi’nde kur’aya 3.torbadan giren Kartal bu sezon 6.120 puantopladı ve 58.sırada. Genel olarak ülkemize de 1 puanlık katkı yaptı.

Takımlar bazında durumumuz bu ve 6 takımdan 4’üyle yola devam eden Portekiz olsun, yine 6 takımından 5’i ile yoluna devam eden Hollanda olsun bizden sayıca avantajlı olsa da başarılı olacak bir Galatasaray ve Fenerbahçe bizi rahatlıkla onların önüne taşıyabilir. Gelecek sene yüksek puanları silinecek olan Romanya ve Rusya’yı da geçeceğimizi düşünürsek 2 sene içerisinde kendimizi 7.sırada bulabiliriz. Bu da Avrupa Kupalarına 6 takımla katılmamız anlamına geliyor. Tabii ki geçmiş yıllarda olduğu gibi Trabzonspor, Gençlerbirliği, Denizlispor sürprizlerinin gelmemesi bizi olumsuz etkiliyor. Ancak büyük takımlarımızın her sezon belli bir çizgiyi tutturması bile bizi bulunduğumuzdan çok daha üst seviyelere çıkarmak için yeterli olacak. Son 3 sezonun ikisinde 2, birinde 1 takımımızın Şubat ayını görmesi dahi bizi başaltı ülkelerle mücadeleye sokmaya yetti. Bu çizgimizin 2-3 sezon daha sürmesi, kalite ve rakamsal değerler bazında Avrupa’da ilk 7’de olan ligimizi puan sıralamasında da aynı konumlara getirmeye yetecektir diye düşünüyorum...

5 Kasım 2009 Perşembe

DİNAMO 0-3 G.SARAY - Cim-Bom Turladı


Sivas maçından sonra 2.maçını da gol yemeden bitirdi Galatasaray. Yazıya direk giriş yapılacak kadar önemli bir olay bu. Çünkü takım savunmasında başarı sağlanmadıkça göze hoş gelen futbol oynayabilir, bol gollü zaferler elde edebilirsiniz ancak kayda değer hiçbir başarıya ulaşmak mümkün değildir. Zaten maçtan sonra Frank Rijkaard da takım savunmasının öneminden dem vurarak bu kurgunun ne kadar mühim olduğunun da altını çizdi. Takım savunmasının son 2 karşılaşmada oldukça iyi görünmesinde orta sahada 3 savaşçı oyuncuyla oynamanın verdiği rahatlığın, rakibi bozma gücünün payı çok yüksek. Mehmet Topal, Barış Özbek ve Mustafa Sarp gerçekten harika pres yapabilen oyuncular. 3 oyuncuyla oynandığında topla çok fazla oynama gereği duymayan Mehmet Topal da asıl görevlerine yani alan daraltmaya, top kapmaya çok daha fazla önem verebiliyor. Son 2 maçta eski günlerine dönüş sinyali vermesinin ana sebebi bu nokta. Burada Elano da oynatılabilir. Belki bir Barış kadar, Sarp kadar pres yapamasa da forvet arkasında olduğundan çok daha fazla koşması sağlanarak, onun kreatif özelliklerinden faydalanılabilir. Bir de Sabri Sarıoğlu gerçeği var tabii. Son 2 aydır inanılmaz yükselen bir form grafiği var ve bu umarım devam eder.

Dinamo Bükreş maçının geneline bakacak olursak deplasmanda oynamasına rağmen %60-65 civarında topa sahip olma yüzdesiyle oynadı Galatasaray. Bu da rakibi çok fazla mahkum ettiğinin göstergesi. Orta sahada savaşçı oyuncu sayısını artırdığınız zaman ilerden bir oyuncu eksilmiş oluyor doğal olarak. Bu maçta Harry Kewell, Arda ve Nonda gol pozisyonu anlamında çok verimli olamadılar. Zira Nonda genelde orta saha oyuncularının arasında dolaşan bir oyuncu konumunda. Bu çift forvet sistemiyle oynayan takımların forvetleri için önemlidir ama tekli sistemde oyuncunun çok fazla geriye gelmesi hücum gücünü oldukça azaltır. Nonda’nın bu sezonki gol vuruşu performansını düşündüğümüzde ileride daha çok topla buluşması G.Saray adına gol pozisyonu anlamında çok daha faydalı olacaktır.Harry Kewell’ın golüne ise diyecek yok. O kontrol, ters ayakla o vuruş ancak Kewell, Alex tarzı oyuncuların yapabileceği bir iş. Yine son golde Mehmet Topal’ın vurduğu şut enfesti. Topal’ın genelde direği sıyırarak auta giden bu tarz şutlarından birinin bir gün gol oalcağı belliydi. Dinamo ise kendi sahasında oynamasına rağmen maçın hiçbir bölümünü Galatasaray yarı sahasında oynayamadı. Bu da G.Saray’ın en çok isteyeceği iş. Rakibi kendi sahasıana hapsettiği zaman öldürücü ayaklarıyla inanılmaz etkili bir takım Cim-Bom. Başa çıkmanın yegane yolu onun hücuma çıkmasını engellemek. Dinamo da bunu başaramayınca bu seyircisiz maçta yenilgi onlar adına kaçınılmaz oldu.

Galatasaray bu galibiyetle bir üst turu garantiledi. Ancak kalan maçlar grup birinciliği adına önemli. Zira grup birincisi olmak diğer grupların ikincilerinden biriyle eşleşebilmek adına oldukça büyük önem taşıyor.

2 Kasım 2009 Pazartesi

GENÇLERBİRLİĞİ 0-2 MANİSASPOR


Memleketimin takımını yalnız bırakmak olmazdı. Hele ki FM Araştırması’nda sorumlu olduğum bir diğer takımla karşılaşırken. Ankara’da bulunan 20 Manisalı’dan biri olarak ben de 19 Mayıs Stadı’nın ,bilenler için söylüyorum, saatli kale arkasında yerimi aldım. Karşılaşma öncesi sayıları çok fazla olmayan Gençlerbirliği taraftarlarının Mesut Bakkal’a yaptığı tezahüratlar görülmeye değerdi. Eski hocalarını unutmamışlar. Maça Manisaspor hızlı ve golle başladı. Yiğit Gökoğlan’ın serbest vuruşunda top Ergin’in önüne düştü ve gol oldu. Ergin bu maçta iyi dribblingler yaptı, gol de attı ama hala Süper Lig için yeterli olduğu kanısında değilim. Thomas Doll ile birlikte iyi görüntü vermeye başlayan Gençleri bu maçta tanımak imkansızdı. İnanılmaz kötü oynadılar, takımda ayakta kalmaya çalışan oyuncular 2 gol yemesine rağmen yedek kaleci Ulaş, ve çalım makinası Hurşit Meriç’ti. Ulaş demişken as kaleci Serdar’ın babasının ölümü nedeniyle oynayamadığını, Hurşit demişken de G.Birliği seyircisinin mağlup durumdayken dahi sadece Hurşit’i alkışladığını belirtmek isterim. G.Birliği seyircisi, aslında böyle bir topluluk olup olmadığı da ayrıca tartışılır, yeri geldi küfür etmeden alkışlarla tepkisini gösterdi, yeri geldi takımına önemli destek de verdi. Manisaspor uzun süren duraklama dönemini Kayseri deplamanında rakibi kupadan eleyerek aşabileceğini göstermişti. Ankara’dan rahat bir futbolla alınan 3 puan da harika oldu. Manisaspor’da en çok göze çarpan oyuncu ise tartışmasız Kalabane idi. Hiçbir topu rakibe vermedi. Özellikle kafa toplarında savunmada ve hücumda çok başarılıydı. 2 gol bulmasına ve daha fazlasını kaçırmasına karşın Manisaspor’da herhangi bir hücum oyuncusu çok fazla göze çarpmadı. Bu da takım oyununun sahaya güzel bir yansıması olarak kabul edilmeli. Tabii takımlarımızın en büyük sıkıntısı güzel futbollarını uzun haftalara yayamamaları. Bakalım Manisaspor bunu başarabilecek mi?

İlhan Cavcav’ın son yıllarda birkaç başarısız sonuçta hocayı gönderme gibi bir alışkanlığı var. Uarım 1-2 başarısız sonuç daha gelse bile Thomas Doll gibi bir hocayı göndererek Gençlerbirliği’nin uzun vadedeki yüksek ihtimalli çıkışını engellemez. Son yorumlarım da biraz FM gözlüğüyle izlediğim 3 oyuncu için. Maniaspor’dan Yiğit Gökoğlan, Gençlerbirliği’nden Hurşit ve Aykut Demir. Bir kere Aykut ve Hurşit Hollanda çıkışlı. Yani gurbetçi futbolcularımız. Açıkçası ikisi de ülkemize gelene kadar buradalarda çok tanınan futbolcular değildi. Her ne kadar Aykut ümit milli takımımızda oynasa da ümit futbolcularımızı ne yazık ki çok fazla takip eden bir futbol kitlemiz yok. Bu sezon büyük çıkışı var 2sininde. Bu maçta da Hurşit arkadaşlarından yeteri kadar top alamasa da elinden geleni yaptı. Çalım attı, orta kesti, çabaladı. Aykut sezon içinde sürekli defansın kanatlarında görev yapmıştı. Bu maçta göbekte oynadı. Açıkçası çok parlak değildi. Ama sağlam, kafası yukarda oynayabilen bir futbolcu. Yiğit Gökoğlan da genelde sonradan oyuna girerdi ama bu maçta 11 başladı ve 1 asisti var. Çok hızlı, rakibi yıpratan bir oyuncu ancak orta yapma ve kondisyon konusunda önemli eksikleri var. Ayrıca önemli bir kulübe transfer yapmak istiyorsa biraz daha güçlenmeli. Sonuç olarak soğuk havada da olsa zevkli bir Turkcell Süper Lig maçıydı. Manisaspor’u tebrik etmek gerekiyor.