20 Ağustos 2011 Cumartesi

ÜNAL AYSAL'IN İLK 100 GÜNÜ


Ünal Aysal başkan olduktan sonra önüne çok ciddi hedefler koydu ve bunları uzun vadede 3 yıla yaydığını belirtti. Ancak ilk gösterdiği zaman dilim dilimi ise 100 gündü. Yani 14 Mayıs’ta başkan seçildiği tarihten itibaren 100 gün içinde Galatasaray’ın belli oranda yol alacağını belirtmişti Ünal Aysal. Bu 100 günlük süreç 22 Ağustos’ta doluyor. Bakalım geride kalmak üzere olan bu dönemde Galatasaray’da neler oldu?

Tabii 100 günlük bir süreç, kulübü baştan sona değiştirmek, düzeltmek adına asla yeterli bir zaman dilimi değil, hele ki Ünal Aysal’ın Galatasaray’ı ibra dahi edilemeyen bir yönetimden devraldığını düşünürsek. İlk olarak kulübün en önemli figürü olan futbol takımı üzerine yoğunlaşmak gerektiğinin bilincinde olan başkan, göreve gelir gelmez Fatih Terim ile çalışacağını açıkladı. Tabii sadece Fatih Terim’in yeterli olmayacağı 2002-2004 yılları arasındaki dönemde açıkça görüldüğünden Ünal Aysal’ın ciddi bir kadro planlaması da yapması gerekiyordu. Geçen sezon ligi 8. bitirerek Galatasaray’ın en kötü durumlarından birisine düşmesine sebep olan oyuncu güruhundan şu ana kadar 10 isimle yollar ayrıldı ve 9 oyuncu transfer edildi. Daha da en az 2 veya 3 oyuncu ile anlaşılacağı gerçeği var.

Oyuncu transferi konusunda Ünal Aysal’ın tartışılmayacak isimler almak istediğini biliyoruz ama buna şu anda set çeken 2 faktör var. Bunlardan ilki Aysal’ın kulüp yöneticiliğinde son derece tecrübesiz oluşu. 70 yaşında ve eski Galatasaray Liseli olmasına rağmen sadece 11 sene önce kulübe üye olan Aysal, başkan olma hakkını elde eder etmez de bu göreve geldi. Henüz kulüp yöneticiliğinin muhtevasını kavrayabilmiş değil ancak yılların verdiği yöneticilik tecrübesiyle hızlı öğrendiğini ve öğreneceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Tabii bu tecrübesizlik atılacak adımların netliği konusunda bazı sıkıntılar doğuruyor. Bunun dışında bir de teknik direktör Fatih Terim’in tercihleri ve sınırlamaları oluyor. Bunlarla birleşince transferi erkenden noktalayacağını açıklayan Aysal da daha 2-3 transfer yapacak haldeyken Ağustos 20leri gördü. Ben 100.günde yani 22 Ağustos’ta önemli bir transferin açıklanacağını düşünüyorum. Söz konusu 2-3 transfer de yapılınca kadro olarak Fatih Terim’in eline önemli bir oyuncu topluluğu verilmiş ve saha içi anlamda görev yerine getirilmiş olacak.

Ancak futbolda başarı sadece saha içi örgütlenmeyle kazanılmıyor. Tabii burada son aylarda ortaya çıkan örgütlenmelerden bahsetmiyorum. Futbolda başarıya gidebilmek için saha içinde mücadele eden teknik kadro ve futbolcuları çok iyi biçimde destekleyen, kulübün idari ve ekonomik yönünü çok iyi yönlendiren bir yönetim kuruluna ihtiyacı var. Aysal yönetimi ilk 100 günde bu anlamda bazı hatalar yaptı. Yönetim içinden daha fol-yumurta yokken Fatih Terim’e salvolar yapılması, özellikle yönetim kurulunda dahi olmayan Bülent Tulun ile Fatih Terim arasında yaşanan hizipleşme ve Fatih Terim’in deyim yerindeyse Tulun’u nakavt etmesi, Galatasaray’ın her daim en büyük derdi olan içten çökertilme sorununun bu dönemde de yaşanabileceğinin göstergesi. Ünal Aysal’ın ilk yapması gereken iş kendi yönetimi içinde mümkün olan maksimum uyumu bir an önce yakalamak. Yoksa bugüne kadar her daim başka alfabeleri kullanmış Adnan Öztürk, Ali Dürüst, Bülent Tulun gibi isimlerin çok iyi geçinmesi büyük sürpriz olur.

Tabii bir de bu 100 günlük dönem için hiç hesapta olmayan şike soruşturması ortaya çıktı. Daha yeni olan bir yönetime göre oldukça iyi bir duruş sergilendiğini düşünüyorum. Özellikle TFF Başkanı’nın Galatasaray’ın bir açığını kolladığını hissettiren davranışlarına ve daha da önemlisi bir ara kulübün aranmasına rağmen soğukkanlılığın korunması ve Digitürk’ün verdiği iftar yemeğine varan süreçte hep sağlam durabilmek artı puanlar. Tamamen hakları yenmesine karşın pisliğini yaptıktan sonra toprağı örten kedi misali bu olayı örtmeye çalışan kulüp başkanlarının aksine Ünal Aysal’ın ve Galatasaray’ın adaletin yanında yer alan açıklamalarını alkışlamamak elde değil.

Tabii ülkemizde kulüp başkanlarının tavrı, mimikleri, ifadeleri ve ne kadar göz önünde oldukları da büyük önem arz ediyor. Ünal Aysal bugüne kadar çok fazla öne çıkmamayı tercih etti. Çok sert mizacı olmamasına rağmen Serhat Ulueren’e ve “Bu ateş üfleyerek sönmez” diyerek TFF’ye verdiği ayarlar, gerektiğinde şahinleşebileceğinin göstergesi. Uzun yıllardır çok kötü takımlarla hazırlık maçı yaparken Galatasaray’ın bu sene önemli takımlarla lige hazırlanması ve “Avrupa’ya gidemedik ama Avrupa bize gelecek” sözü Aysal’ın geniş vizyonunun göstergesi. Ünal Aysal geldiğinde Galatasaray son derece yorgun ve bitmiş bir haldeydi. Bu enkazı tekrar ayağa kaldırmak için belki de çok daha fazlası gerekecek. Ancak bu, Aysal’ın ilk 100 günde kötü olduğu ve umut vermediği anlamına gelmemeli.

18 Ağustos 2011 Perşembe

BU İŞ NEREYE GİDİYOR


Uzunca zamandır kopan gürültüden sonra TFF bir karar vermeliydi ve göreve geldiği Haziran sonundan beri çelişkili ifadeler vermeye devam eden başkanının yaptığından çok da farklı olmayan şekilde ilk etapta risk almamayı, topu taca atmayı tercih etti federasyon yönetimi. Aslında topu taca atarken geride kalan süreçle birlikte ülke futbolunun önündeki süreci de oldukça yakından etkileyecek bir karara imza attı ama yönetimdekilerin bunun ne kadar farkında olduğu konusunda ciddi şüphelerim var.

Özellikle Etik Kurul raporunun sonunda yer alan “şike ve teşvik içeren bulgular olduğu” tefsirindeki ifadeden sonra işler kesinlikle karıştı diyebilirim. Şu anda federasyon dürüstlük, adalet, marka değeri, lig ekonomisi, Digiturk, taraftarlar ve UEFA arasında sıkışıp kalmış durumda. Bu uzuvların arasında en önemli olanı UEFA gibi görünse de gerçekte durum bu değil. Dürüstlük ve adalet hepsinin önünde geliyor ve işin güzel yanı UEFA da bu olayda bu kavramlarla aşağı yukarı eş anlama tekabül ediyor. Bu kadar nokta arasında kafası karışan TFF, olayı biraz daha ertelemeyi, en azından iddianame gibi daha resmi bir kaynağa dayanarak karar vermeyi tercih etti diyebiliriz. Ancak iddianamenin de buradaki şüphelileri kesin suçlu sınıfına sokmayacağı aşikâr. Burada federasyonun tek amacı, olayın biraz daha soğumasını, ilgili kulüp ve kişilerin kamuoyu nezdinde suçlu oldukları biraz daha kanıksanmasını beklemek gibi görünüyor. Böylece verdikleri karar sonrası oluşacak depremin şiddetinin azalacağını hesaplıyorlar.

Açıkçası, ilgili kulüplerin bu kararla biraz daha zaman kazanması bu takımların para edecek futbolcularını elden çıkarması, gelecek adına kendi ayarlamalarını yapması açısından önemli. Ancak tam bu noktada da 2 sorun ortaya çıkıyor; karar vermeyi ötelemek, eğer düşürme cezası gelirse, bu kulüplerin 1 yerine en az 2 senesine mal olacak. Sezon ortasında küme düşürülen takımlar aynı Ankaraspor örneğinde olduğu gibi o sezonu boş geçirip ertesi sene Bank Asya’dan başlayacaklar. Bu da kaybedilen ekstra 1 koca sezon demek. Hazır Ankaraspor demişken bu takımın zamanında alelacele düşürüldüğünü, iddianame dâhil hiçbir belgenin beklenmediğini de hatırlatmakla fayda var.

Bu noktaya kadar her şey Türkiye içi olaylarla ilgiliydi. Ancak, Türkiye uluslararası platformlarda yer alan bir ülke ve bu işin bir de beynelmilel boyutu mevcut. 2006 yılında İtalya’da yaşanan Calciopoli skandalından sonra UEFA işi daha sıkı tutmaya başladı. Artık takımlardan kendi ülke federasyonundan da onaylı bir “şikeye karışmadım” belgesi alınıyor. Tabii bu belgenin yalan çıkması halinde kulübe 5 yıla varan Avrupa Kupaları’na katılamama cezaları var. Türk kulüplerinin bu tarz cezalar alması elbette her Türk vatandaşını üzer ama UEFA’nın verecek olduğu cezalar burada bitmiyor ve bundan ötesi düşünüldüğünde buraya kadar olanlar sadece teferruat kalıyor. “Şikeye karışmadım” belgesini onaylayan federasyona ve elbette o ülkenin milli takımlarına da kupalara ve elemelere katılmama cezası verebilir UEFA.

Şu ana kadar kulüpler taraftarlar, federasyon, yorumcular arasında şike yapıldı-yapılmadı, küme düşürülecek-düşürülmeyecek şeklinde yapılan yerel tartışmalar bir anda A Milli Takım’a ve olası 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası şansımıza sıçrarsa bunun hesabını ne TFF ne de şikeye karışan kulüpler verebilir. Bu gerçeğin asla gözden kaçırılmaması gerekiyor.

Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

KAPTAN DEFOUR - MANGALA - PORTO


Yıllardır çok ucuza aldığı futbolcuları oldukça pahalıya satmasıyla ünlenen ve bu sayede son 8 yılda müzesine 3 Avrupa Kupası getirmeyi başaran Porto, son olarak Standard Liege’den kaptan Steven Defour ve defans oyuncusu Eliaquim Mangala’yı transfer etti. Özellikle Steven Defour son 3 yıldır Belçika Ligi’ni domine ediyordu dolayısıyla Belçika Ligi’nin çoktan üstüne çıktığını söyleyebiliriz. 6 milyon avroluk transfer bedeli Porto için çok önemli değil, özellikle Defour’un Avrupa piyasasındaki ismini düşündüğümüzde önümüzdeki yıllarda 15 milyon avro ve üzerinde bir transfer yapma ihtimali de hiç azımsanacak boyutta değil.

Eliaquim Mangala da yine Standard’tan alınan ve geleceği parlak bir defans oyuncusu. 1.87’lik boyu ciddi bir avantaj oluşturuyor. 7 milyon avroluk bir transfer bedeli söz konusu. Defour ile karşılaştırıldığında biraz fazla gibi gelebilir ama Mangala’nın Avrupa’nın first-class kulüplerine gitme ihtimali çok genç yaşı (20) dolayısıyla çok yüksek. Şike muhabbetinden önce ismi Fenerbahçe ile de anılmıştı ve gerçekleşse Fenerbahçe için çok önemli bir transfer olurdu. Açıkçası daha şimdiden toplamda 13 milyon avro tutan bu iki transferin Porto’ya olacak dönüşünü çok merak ediyorum.

Porto’nun yıllardır sürdürdüğü transfer politikasına hayran olmamak elde değil. Fazla harcama yapmadan aldıkları oyunculardan hem maksimum verimi almayı başarıyorlar hem de oldukça yüksek bedellere satabiliyorlar. Bu sistemin ülkemiz futboluna da yerleştirilmesi gerekiyor elbette ama şu anda hiçbir ekibimizin dünya çapındaki en önemli alt yaş turnuvası olan U20 Dünya Kupası’nda gözlemcisi bulunmadığı noktasında olduğumuzu da bilmemiz gerekiyor. Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde bulunan Türk pasaportlu genç oyuncuları bulup getirmeyi başaran takımlara inanılmaz büyük alkış tutan bir ülke konumundan dünya çapında genç yıldızlarla başarıdan başarıya koşan ve bu isimlerden ciddi paralar kazanan bir futbol ülkesi noktasına gelebilmek için kat etmemiz gereken çok yol var.


6 Ağustos 2011 Cumartesi

YİNE BİR "AHH BE" ÇEKTİK (U19)


İspanya Milli Takımı bütün yaş kategorilerinde kazanmaya devam ediyor. Son olarak da U19 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı kazandılar ve ne kadar klas jenerasyonlara sahip olduklarını bir kez daha gösterdiler. Aslında bu turnuvada benim Türkiye U19 Milli Takımı adına çok ciddi bir umudum vardı. Genelde genç yaş kategorilerinde bize üstünlük sağlayan Almanya’yı geride bırakarak turnuvaya katılmamız bu umudumu perçinlemişti.

Hele ki, Sırbistan, Belçika ve İspanya’nın bulunduğu grupta İspanya ile oynayacağımız müsabakayı kazanacağımızı önceden söyleseler, grubu kesinlikle birinci bitireceğimizi düşünürdüm ama bu galibiyete rağmen gruptan çıkmayı başaramadık. İspanya gibi bu turnuvayı da kazanmayı başarmış bir jenerasyon karşısında 3-0’lık galibiyet alıp gruptan çıkamamak bazı şeylerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini yine gözler önüne serdi diyebilirim rahatlıkla. Bizim oyuncularımızda ciddi bir motivasyon sorunu var. Örneğin İspanya karşısında motive olmayı başarıp skor alabilirken, şansların eşit olduğu veya favori olduğumuz maçlarda aynı konsantrasyonu sağlayamıyoruz.

Bu, her ne kadar genel olarak ülke futbolumuzun büyük bir sorunu olsa da bu turnuva özelinde bu konuda fatura elbette teknik direktörümüz Kemal Özdeş’e çıkacak. Aslında Kemal Hoca da elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı ancak içinde Orhan Gülle, Sezer Özmen, Okan Alkan, Engin Bekdemir, Kamil Ahmet Çörekçi gibi madenler bulunan bir jenerasyon çok daha iyisini yapabilmeliydi. Tabii burada oyuncular kadar Kemal Özdeş’in de çok önemli bir fırsatı kaçırmış olduğu gerçeği var. Kendisi ciddi şampiyonluk şansıyla geldiği bu turnuvayı kazansa Abdullah Avcı’nın 2005 yılında yaptığı açılımın çok daha büyüğünü yapacak ve “artık en üst düzey için hazırım” diyebilecekti.

En önemli silahımız Muhammet Demir’i ilk 2 maçta kullanamamamız bizim için ciddi bir dezavantaj oluşturdu ve sonuç olarak gruplarda 3-0 yenmeyi başardığımız İspanya’nın şampiyon olarak tamamladığı bu turnuvada gruptan çıkamadık. Bazı şeyler elde etmeye bu kadar yaklaşmışken ve önemli şansa sahipken üzücü olsa da genç kategoriler için her zaman en önemli şey, oyuncuları A Milli Takımlar’a hazırlamaktır.

Son not da Kemal Özdeş’in kariyeri ile alakalı olsun… Hikmet Karaman’ın istifası sonrası memleketi Manisa’nın takımı Manisaspor için en öncelikli adaylar arasında yer alan Kemal Özdeş, bu turnuvayı kazanarak Manisa’ya gelse çok daha kredili bir başlangıç yapabilirdi belki. Yine de asla azımsanmayacak milli takımlar ve Trabzonspor tecrübesiyle gelmiş olacağı görevinde bizlerin, tüm Manisalıların yanında olması gerekmekte…

2 Ağustos 2011 Salı

YENİ SEZONDA GALATASARAY


Şike soruşturması başladığından beri bir şeyler karalamak gelmedi içimden. Sadece bir yazı dışında sessiz kalmayı tercih ettim. Futbolu senaryosu önceden yazılan sinemaya, tiyatroya döndürmeye çalışan adamlardan tiksinmekle geçirdim zamanımı desem asla yalan söylemiş olmam. Ancak uzun zaman sonra ilk defa içimin yine futbolla ısındığına şahit oldum Perşembe akşamı. Liverpool maçında tribündeki yerimi aldım ve geçen sezon hatta 3 sezondur dökülen Galatasaray ile Türk Telekom Arena Stadı’nı izlemeye koyuldum.

Açıkçası, çok sevsem de Fatih Terim’in 3.kez göreve getirilmesine karşı duran biri olarak bu sezondan çok da umutlu biri değilim. Ancak gerçekleri olduğu gibi aktarmak, kişiler hakkındaki olumlu ve olumsuz önyargıları bir kenara bırakmak çok önemli. Eğer santradan sonra skorboarda ilk baktığımda dakika 25’se orada güzel bir şeyler var demektir.

Twente ile yapılan karşılaşma da dâhil olmak üzere 3 hazırlık maçı oynayan Galatasaray, bunların hiçbirinde geçen sezondan farklı olmayı isteyen bir futbol oynamamıştı. Ancak Inter ve ardından gözümüzün önünde oynanan Liverpool maçları diğer maçlardan çok daha farklı izler taşıdı, burası kesin. Fatih Terim’in en iyi başardığı şey olan agresif, rakibi ısırmaya çalışan, önde basan hücum anlayışını takıma yedirmeye başladığını gördük. Liverpool’da Reina, Carragher, Agger, G.Johnson, Gerrard, Meireles ve Suarez gibi skora direkt etki edebilecek oyuncular oynamadı belki ama Galatasaray’ın ortaya koyduğu arzu ve baskı geçen sezon ligin sıradan takımlarına özellikle deplasmanlarda teslim olan Cim-Bom’dan çok farklıydı. Sahaya çıkan Doni, Kyrgiakos, Poulsen, Aquilani, Kuyt, J.Cole, Carroll gibi oyuncuların Süper Lig seviyesinin oldukça üstünde olduğunu düşünürsek en azından Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’daki maçlarda Galatasaray’ın rakipleri çok hırpalayacağını ve özellikle ilk 15 dakikada boğmaya çalışacağını bekleyebiliriz.

Bu karşılaşmada açıkça görüldü ki, Fatih Terim orta sahayı 3 çift yönlü oyuncu ile(Sabri, Selçuk, Melo) parselleyecek. Bu anlayışa çok fazla itiraz edilemez zira Fatih Terim’in düşüncesi bu sistemi elinde uygun oyuncular olmamasına rağmen ısrarla deneyen Frank Rijkaard’tan daha farklı. Orta sahadaki oyuncu eksiğini koşarak, mücadele ederek, yardımlaşarak ve pres yaparak kapatmayı düşünüyor Fatih Terim. 96-00 yılları arasında başardığı bu işi şu anda başarma ihtimali bence o yıllara göre daha düşük, yapabilir mi bekleyip görmek gerek.

Eğer transferi gündemde olan Lass Diarra veya onun tarzında bir oyuncu alınırsa Sabri sağ beke çekilecek ve böylece Ujfalusi de defansın göbeğine geçmiş olacak. Sözü defansa getirmeye çalışıyorum zira o bölgede oynayan 2 oyuncuya, Gökhan Zan ve Hakan Balta, ilk 11 oyuncusu gözüyle bakabilmek mümkün değil. Özellikle sol bekte Fatih Hoca’nın ilk tercihi gibi görünen Hakan Balta’nın uygulamaya konmak istenen baskılı hücum futbolunu kaldıramayacağı aşikâr.

1 hücumcu ve 1 de sağ bek oynayabilen bir isimle transferin sona erdirileceği gündemde ama Galatasaray’ın gelecek sezon sadece Spor Toto Süper Lig’de oynayacağını düşündüğümüzde eldeki Baros-Elmander-Stancu-Anıl-Kazım 5’lisi ileri uç için oldukça yeterli. Yönetimin kafasında Adebayor, Forlan, Fred tarzı kaliteli oyuncular olsa da bu finansmanın Galatasaray’ın çok daha fazla ihtiyaç duyduğu stoper olarak da oynayabilen hareketli bir sol bek ve hücum yönü zayıf olmayan bir orta saha için kullanılması çok daha yerinde olur.