18 Ağustos 2011 Perşembe

BU İŞ NEREYE GİDİYOR


Uzunca zamandır kopan gürültüden sonra TFF bir karar vermeliydi ve göreve geldiği Haziran sonundan beri çelişkili ifadeler vermeye devam eden başkanının yaptığından çok da farklı olmayan şekilde ilk etapta risk almamayı, topu taca atmayı tercih etti federasyon yönetimi. Aslında topu taca atarken geride kalan süreçle birlikte ülke futbolunun önündeki süreci de oldukça yakından etkileyecek bir karara imza attı ama yönetimdekilerin bunun ne kadar farkında olduğu konusunda ciddi şüphelerim var.

Özellikle Etik Kurul raporunun sonunda yer alan “şike ve teşvik içeren bulgular olduğu” tefsirindeki ifadeden sonra işler kesinlikle karıştı diyebilirim. Şu anda federasyon dürüstlük, adalet, marka değeri, lig ekonomisi, Digiturk, taraftarlar ve UEFA arasında sıkışıp kalmış durumda. Bu uzuvların arasında en önemli olanı UEFA gibi görünse de gerçekte durum bu değil. Dürüstlük ve adalet hepsinin önünde geliyor ve işin güzel yanı UEFA da bu olayda bu kavramlarla aşağı yukarı eş anlama tekabül ediyor. Bu kadar nokta arasında kafası karışan TFF, olayı biraz daha ertelemeyi, en azından iddianame gibi daha resmi bir kaynağa dayanarak karar vermeyi tercih etti diyebiliriz. Ancak iddianamenin de buradaki şüphelileri kesin suçlu sınıfına sokmayacağı aşikâr. Burada federasyonun tek amacı, olayın biraz daha soğumasını, ilgili kulüp ve kişilerin kamuoyu nezdinde suçlu oldukları biraz daha kanıksanmasını beklemek gibi görünüyor. Böylece verdikleri karar sonrası oluşacak depremin şiddetinin azalacağını hesaplıyorlar.

Açıkçası, ilgili kulüplerin bu kararla biraz daha zaman kazanması bu takımların para edecek futbolcularını elden çıkarması, gelecek adına kendi ayarlamalarını yapması açısından önemli. Ancak tam bu noktada da 2 sorun ortaya çıkıyor; karar vermeyi ötelemek, eğer düşürme cezası gelirse, bu kulüplerin 1 yerine en az 2 senesine mal olacak. Sezon ortasında küme düşürülen takımlar aynı Ankaraspor örneğinde olduğu gibi o sezonu boş geçirip ertesi sene Bank Asya’dan başlayacaklar. Bu da kaybedilen ekstra 1 koca sezon demek. Hazır Ankaraspor demişken bu takımın zamanında alelacele düşürüldüğünü, iddianame dâhil hiçbir belgenin beklenmediğini de hatırlatmakla fayda var.

Bu noktaya kadar her şey Türkiye içi olaylarla ilgiliydi. Ancak, Türkiye uluslararası platformlarda yer alan bir ülke ve bu işin bir de beynelmilel boyutu mevcut. 2006 yılında İtalya’da yaşanan Calciopoli skandalından sonra UEFA işi daha sıkı tutmaya başladı. Artık takımlardan kendi ülke federasyonundan da onaylı bir “şikeye karışmadım” belgesi alınıyor. Tabii bu belgenin yalan çıkması halinde kulübe 5 yıla varan Avrupa Kupaları’na katılamama cezaları var. Türk kulüplerinin bu tarz cezalar alması elbette her Türk vatandaşını üzer ama UEFA’nın verecek olduğu cezalar burada bitmiyor ve bundan ötesi düşünüldüğünde buraya kadar olanlar sadece teferruat kalıyor. “Şikeye karışmadım” belgesini onaylayan federasyona ve elbette o ülkenin milli takımlarına da kupalara ve elemelere katılmama cezası verebilir UEFA.

Şu ana kadar kulüpler taraftarlar, federasyon, yorumcular arasında şike yapıldı-yapılmadı, küme düşürülecek-düşürülmeyecek şeklinde yapılan yerel tartışmalar bir anda A Milli Takım’a ve olası 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası şansımıza sıçrarsa bunun hesabını ne TFF ne de şikeye karışan kulüpler verebilir. Bu gerçeğin asla gözden kaçırılmaması gerekiyor.

Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: