30 Ekim 2009 Cuma

BUGÜNÜN KÜÇÜKLERİ YARININ YEDEKLERİ


17 Yaş Altı Dünya Kupası Nijerya’da devam ediyor. Yukarıdaki kadro da bu turnuvaya 4 sene önce iştirak eden milli takımımız. 2005 yılında Peru’da düzenlenen turnuvaya Abdullah Avcı’nın teknik direktörlüğünde katılmış ve yarı final oynamıştık. 2009 turnuvasını değerlendirmeden önce o turnuvaya katılmış ve şu anda 21 yaşında olan oyuncularımızın durumunu hatırlamakta, gelişimlerini incelemekte fayda var. Nitekim kendi yaş kategorisinde dünya 4.sü olan o takımımız oynadığı futbolla herkesi kendine hayran bırakmıştı. Brezilya’ya kaybettiğimiz yarı final karşılaşmasında 10 kişi kalmamıza rağmen maçı 3-0’dan 3-3’e getirmiş, şu anda Manchester United forması giyen o turnuvanın yıldızı Anderson’un son dakikada attığı golle yıkılmıştık. Böylesine önemli bir gelecek vaat eden o jenerasyon bakalım geçen 4 senelik süreçte nerelere gelebilmiş?

Kalecilerimizden başlarsak Volkan Babacan ve Onur Kıvrak büyük takımlarımızda yer almayı başardılar. Volkan alt yapısından yetişmiş olduğu Fenerbahçe’nin yedek kalecisi. Formayı kapma ihtimali yok gibi. Ancak herhangi bir Süper Lig kulübünde forma şansı yakalayabilecek kapasitede. Onur ise Karşıyaka’da yakaladığı çıkışın ödülünü Trabzonspor’a transfer olarak aldı. Şimdi orada Tony Sylva’nın arkasında yedek bekliyor. 3.kalecimiz Eray ise büyük bir sıçrama yapamadı. Arada kısa bir Samsunspor macerası(kiralık) yaşadı ama o da şu anda Konyaspor’un yedek kalecisi.

Defans bölgesine geldiğimizde ise yine bir istikrar göremiyoruz. Şu anda düzenli Süper Lig’de düzenli olarak forma giyen sadece Aykut Demir var. Gençlerbirliği’nde oynuyor. Savunmanın her bölgesinde oynayabilen, oldukça sağlam ve güven veren bir oyuncu. Mehmet Yılmaz şu anda Siiertspor’da. İlk 11’e girmekte zorlanıyor. Ferhat Bıkmaz da Almanya’dan sezon başında Sivasspor’a katıldı. Forma şansı bulamıyor. Sivas’taki şu çalkantılı dönem devam ederse bulması da çok zor görünüyor. Erkan Ferin o yıllarda Galatasaraylıların çok şey beklediği bir defanstı. Ancak şu anda Trabzon Karadenizspor’da forma bulmaya çalışıyor.Serdar Kesci geçen sene Galatasaray’ın Beylerbeyi’ne verip boşa kürek çektiği futbolculardan şu anda Orhangazispor’da. Harun Karadaş Darıca G.Birliği’nde nadiren oynuyor. O takıma biraz da Trabzonspor’da olmasının avantajıyla giren Cengiz Çoban ise TFF 2.Lig’de E.Şeker formasını düzenli olarak terletiyor. Normalde Gençlerbirliği’nin oyuncusu olan, defansın hem göbeğinde hem de sağında oynayabilen Emre Balak ise kardeş kulüp Hacettepe’de kiralık oynuyor. Aykut Demir ve biraz da Emre Balak harici karavana diyebileceğimiz bir bölge takımımızın defansı.


Orta sahaya geldiğimizde yüzümüz biraz gülüyor. Caner Erkin, Manisaspor’da parladıktan sonra hatırı sayılır bir paraya CSKA Moskova’ya gitmişti. Sezon başında kiralık olarak Galatasaray’a gelen genç oyuncunun geleceği oldukça parlak. Aydın Yılmaz da alt yapısından yetiştiği Galatasaray’da oynuyor. Oldukça yetenekli olmasına karşın bunu profesyonelliğiyle birleştiremeyen Aydın için Galatasaray taraftarının umutları gitgide azalmakta. Murat Duruer de alt yapısından yetiştiği kulübü henüz terk etmeyenlerden. Belki çok büyük bir patlama yapamadı ama Ankaragücü ile Süper Lig’de ilk 11’de forma bulmayı başarıyor. Anıl Taşdemir küme düşürülen Ankaraspor’da başarıyla forma giyiyordu. Herhangi bir transfer de yapmadı. Bakalım Ocak ayında durumu ne olacak? İsviçre çıkışlı Ergün Berisha Grasshoppers’da İtalyanların dikkatini çekti ve Udinese’ye transfer oldu. Şu anda ümit milli takımımızda da forma buluyor. Ve Nuri Şahin. Bu takımın tartışmasız en iyi ismiydi. Hatat turnuvanın en iyi oyuncularındandı. Aldığı Bronz Ayakkabı ile bunud a ispatlamıştı zaten. Alman Bundesliga’da Borussia Dortmund formasını banko giyiyor Nuri. Ve ne yazık ki bu kadrodan geçtiğimiz 4 senede Fatih Terim’in dikkatini bir tek o çekebildi.

Forvette ise 3 oyuncumuz vardı. Özgürcan Özcan Galatasaray’ın çok şey beklenen oyuncularından biriydi. Pek bu beklentileri karşılayan bir performans veremiyordu ama geçen sezon Sakaryaspor’da ortaya koyduğu performans acaba mı dedirtmedi değil. Sezon başında Rijkaard’ın kamp kadrosunda yer almasına rağmen formayı kapamadı ve Ç.Rizespor’a kiralık verildi. Tevfik Köse’nin durumu biraz sıkıntılı. Aslında çok önemlib ir oyuncu olacağı düşünülüyordu. Gerçi halen ümit milli oyuncumuz ama o beklenen patlamayı bir türlü yapamadı. Türkiye’de Ankaraspor ve G.Antep’e de kiralık geldi. Şu nada B.Leverkusen’in 2. Takımında oynuyor. Ve son olarak Deniz Yılmaz. Bayern Münih’te. Orada oynaması imkansız. O da ümit milli oyuncumuz. Alman 3.Ligi’nde düzenli olarak oynuyor.

Görüldüğü gibi kaleci ve defansta düzenli olarak oynayan oyuncu çıkarmakta her jenerasyonda olduğu gibi yine zorlanmışız. Özellikte defansta 8 oyuncumuzun sadece biri Turkcell Super Lig gibi bir yerde oynayabiliyor. Orta sahada işler gayet iyi. Oyuncularımız bir şekilde kendilerini kabul ettirmişler. Forvete de durum defans ve kaleye göre iyi gibi görünse de aslında hiç iç açıcı değil. Şu anda ve gelecekte A Milli olabilecek 5(Aykut, Nuri, Aydın, Ergün, Caner) oyuncumuz var, ancak bu sayı dünya 4.lüğünü yakalamış bir jenerasyon için oldukça az.

28 Ekim 2009 Çarşamba

İŞİN ÇOK ZOR MÜHENDİS


Manuel Pellegrini ülkesi Şili'de mühendis lakabıyla tanınıyor. Bu lakabı sonuna kadar hak ettiğini bir kasaba takımı Villarreal’de sonuna kadar ispatladı. Ama burası Real Madrid. Dünyanın sayılı teknik adamlarından Capello’yu 2 kez göreve getiren, 2sinde de şampiyon olmasına rağmen savunma futbolu oynatıyor diyerek hocasını postalayan bir kulüp. Yüzyılın takımı. Los Galacticos. Real Madrid bu sezona inanılmaz transferlerle başladı. C. Ronaldo, Kaka, Benzema başta olmak üzere çok önemli futbolcuları aldılar ve Barcelona’nın geçen seneki tartışmasız hegemonyasına son vermek isteğiyle sezona girildi. Galacticos denince akla gelen ilk isim olan başkan Florentino Perez çok klas transferler yapmıştı yapmasına ama teknik direktör seçimi çok muammaydı. Henüz hiçbir top class takımı çalıştırmamış Pellegrini’yi takımın başına getirmesi ve Ronaldo, Kaka gibi isimleri onun altına vermesi oldukça tartışılmıştı. Real Madrid’de üst üste 3 kötü sonuç alma şansınız yok. Ve Pellegrini şansını zorluyor. Bakalım ömrü ne kadar uzun olacak???

27 Ekim 2009 Salı

DERİN DERBİ


Maçın atmosferinden çıkıp yazıyı yazmak biraz zaman aldı. Ancak bu maçın yazısı hemen maçın ardından gelse fazla duygusal olurdu. Zira 10 senedir Saracoğlu’nda lig maçlarında beraberlik dahi alınamaması gibi bir durum söz konusu. Her ne kadar bu maçtan evvel birçok Galatasaraylı ilk defa bu kez yenileceğiz havasında olsa da mağlubiyet her türlü can acıtıcı. Özellikle ezeli rakibi karşısında yenilen taraftar ne olursa olsun kendine gelmekte zorlanır.

Taraftarlar maç öncesi maç havasına girmeye, maça odaklanmışken o da ne? Futbolcular maç öncesi birbirine girdi. Cristian ve Arda ile ateşlenen fitil bir anda orta sahada kümelenen futbolcularla kötüye doğru gidiyordu ki, Allah’tan çok büyümeden yatıştı. Burada son derbide kanlı bıçaklı olan Emre ve Sabri’nin birbirine sarılması oldukça güzeldi. Ama Emre’ye de Sabri’ye de güven olmaz açıkçası. Bir an sarılır, öteki an saldırı bu ikili. Burada atılan cisimlerden dolayı hakemlerden birinin kafası yarıldı. Hatta dikiş atılması gerektiği için karşılaşmanın başlaması da bir müddet uzadı. Maç öncesi yaşanan bu sinir bozucu olayda bence Arda ve Cristian eşit derecede suçlu. Taraftarlarına giden Galatasaray cephesinde kaptan Arda’nın Cristian tarafından itildiği doğru. Ancak bu itme hafif sayılacak türden, bunun yanında olay anında hemen cevap vermeyen Arda’nın belli bir süre sonra hesap sorması da hoş olmadı. Her şey bir yana Arda bir kaptan ve kaptanların daha sakin, olayları daha yatıştıran rollerde olması şart, özellikler bu tip maçlarda.

Bu yüksek tansiyon karşılaşmaya da yansıdı tabii ki. Daha maçın başında Emre’nin Baros’a yaptığı sert hareket, çek oyuncunun oyun dışı kalmasının yanında sahalardan da 2 ay uzak kalmasına sebep oldu. Bence Emre’nin müdahalesinden çok Baros2un o anda yere çok sağlam basamamasından kaynaklanan bir pozisyon. Daum’un kadrosu biraz daha defansif, Rijkaard’ın ki ise sezon başından beri oynatmaya çalıştığı “total futbol” felsefesine uygun kadrolardı. Fenerbahçe’de orta 4lüyü oluşturan oyuncuların(Topuz. Vederson. Cristian,Emre) hepsi defansif özelliklere sahipti ve bu arkada alan daraltmaya, rakibe pozisyon vermemeye yönelik oyun için birebirdi. Bunların dışında her zaman serbest oynayan Alex ve Güiza, Semih gibi forvetlerden farklı olarak, onlara göre daha fuleli, daha hızlı bir Kazım. Kazım aslında çok disiplinsiz, hiç devamlılığı olmayan bir futbolcu ama Galatasaray maçında bu özelliklerinden arınacağını tahmin etmek zor değil. Zaten Daum da Semih ve Güiza iyileşmesine rağmen onu sahaya sürmesi bunu gösteriyor. Oyunu kendi yarı alanında kabul edecek olan Fenerbahçe arkadan hızlı adamlarıyla çabuk çıkmayı, Kazım ile topu tutmayı ve son noktada Alex’le sonuca gitmeyi hedefleyen basit ama etkili bir şablona sahipti. Alex'in de sakatlığına ve oyunda yine hiç görünmemesine rağmen ilk 2 golün en büyük kahramanı olmasını da es geçmeyelim. Bu onun büyük profesyonelliğini gösteren işaretlerden biriydi. Zaten maçtan sonraki ilk idmanda Fenerbahçeli futbolcuların onu padişah gibi karşılaması da çok önemli bir gösterge.

Neden etkili? Çünkü Galatasaray defansının göbeği yavaş ve top kullanma becerisi neredeyse sıfır. Gökhan Zan topla buluşmamaya dahi özen gösteren biri. Servet ise bütün top kullanma yeteneksizliğine rağmen top kullanmaya gönüllü. Bu maçta Galatasaray defansının Sabri’den sonra ayağı en iyi oyuncusu olan Leo Franco da bu isimlere eklenince ortaya kötü bir senaryo çıkmaması mucize gibi olurdu. Peki, ne yapmaya çalıştı Rijkaard? Elinde çok güçlü bir kadro olduğunun farkındaydı, neresi olursa olsun ben bu Fenerbahçe’den güçlüyüm, oyunumu kabul ettirir, maçı da bir şekilde alır götürürüm anlayışı içindeki kadrosunu sahaya sürdü. Rijkaard’a yapılan eleştiriler sadece skor kötü olduğu için. Eğer kazansaydı bu kadar cesur davrandığı için bir deha hatta dünyanın en iyi teknik adamı bile ilan edilecekti. Oysa Rijkaard doğru olanı yaptı. Keita, Arda, Elano gibi hücum oyuncularını aynı anda sahaya sürerek sahanın tek hakimi olmayı düşünmek kağıt üzerinde oldukça mantıklı. Ancak bu oyuncuların hiçbiri gerekli performansı vermez, kaptan olan daha maç öncesi kavgaya karışır, en etkili dediğimiz adam kırmızı kart görürse yapacak pek bir şey de yok açıkçası. Galatasaray’da bir de Ayhan gerçeği var ne yazık ki. Aldığı topları sürekli yana ve geriye oynayan bir oyuncu. Bir ön libero olsa bu özelliğe göz yumabiliriz ancak Ayhan ön liberonun yanında box to box orta saha yani hem ileri hem geri özelliği ile oynayan bir oyuncu rolü üstleniyor. Galatasaray’ın top kullanabilen bir defans oyuncusu alması kadar elzem bir şekilde Ayhan’dan kurtulması gerekiyor.

Maçın hakemi Bünyamin Gezer otoriter ve katı tutumuyla normalde oldukça beğendiğim bir hakem. Ancak bu maçta açıkçası beklediğim iyi performansı hiç bulamadım. Evet, Fenerbahçe’nin attığı gol ofsayttı, ama çok ince görülmeyebilir. Penaltıya penaltı vermeyen de çok fazla olur ama verilse de kimse bir şey demez. Ancak maç içindeki pozisyonlarda kantarın topuzunu kaçırmak bir takımı direk olarak maçtan kopartır. Hele ki böylesine yüksek tansiyonlu ve rakiplerin de birbirine yakın düzeylerde takımlar olduğu zamanlar. Maç sonrası yine bazı cezalar gelecek. Fenerbahçe takımına 1 maç ceza geleceği söyleniyor. 2007 yılındaki maçta Galatasaray’a 5 maç ceza gelmişti. Bu maçta olaylar o kadar büyümedi belki ama daha maç başlamadan hakem yaralamaya kadar giden bir olayın tek maçla geçiştirilmesini de çok ihtimal dahilinde görmüyorum.

Galatasaray her sene kaybettiği Fenerbahçe maçlarına bir halka daha eklemiş olu. 10.hafta sonunda fark 5 puan. Ancak bu hiç kimseyi aldatmamalı. Galatasaray ilk devre sonunda kadar, Baros’un yokluğuna ve Keita’nın cezasına rağmen, bütün iyi niyetini kullanacaktır diye düşünüyorum. Rijkaard’ın motivasyon faktörü burada ön plana çıkacaktır. Fenerbahçe’nin de zorlu maçları olduğunu göz önüne aldığımızda ilk devre sonunda ortaya yine heyecan verici bir tablo çıkabilir.

23 Ekim 2009 Cuma

AVRUPA'DA BOMBA HAFTA


3 takımımızın Avrupa’da haftayı 2 galibiyet 1 beraberlikle kapatması ülke puanımız açısından oldukça iyi haber. Bu sonuçlar UEFA’dakilerin üst tura daha da yaklaşmasını sağlarken Beşiktaş için de en azından UEFA yolunda bir umut kaynağı oldu. Ülke puanı ile ilgili bir analizi hafta sonunda yapacağım. Galatasaray maçı özelinde bahsedecek olursam, yine Trabzon maçındaki gibi maçın kontrolünü eline alarak başlamak istedi maça Rijkaard. Bu istek topla %70 oranında oynamak olarak geri döndü ancak Trabzon maçındaki erken gol pozisyonlarını bulamadı G.Saray. Ancak Elano’nun orta sahanın ortasında oynaması hem orta sahayı dengede tutmayı sağladı hem de Elano bu şekilde rakip defansın markajından bir nebze olsun daha kolay kurtularak rahatça top dağıttı. Harry Kewell ve Keita da kanatlarda top taşıma rolünde oldukça başarılı olunca rakip kaleye gitme konusundaki sıkıntıyı da kolayca aştı Galatasaray. Nonda bu sezon forvette çok skorer. Ancak forvette kaldığı anlar sayılı. Sürekli orta sahaya gelerek pas yapmaya çalışıyor bu sefer de forvet boş kalıyor. Çok hızlı bir adam olmadığı için de bazı pozisyonlarda içerde adam olmuyor, Nonda geride kaldığı için. Oysa ilerde bulunduğu hemen her pozisyonu bu sezon gole çevirdi Nonda. Defansa gelince, Mehmet Topal’ı defansta oynattı Rijkaard. Bu sezon en büyük sıkıntısı defanstan top çıkaramamak olan Hollandalı hoca, bunu oraya nispeten hızlı ve orta saha bir adamı koyarak aşmayı denedi. Her ne kadar genelde yapılan aptalca top kayıpları yapılmasa da yine de geriden iyi oyun kurulduğunu söylemem mümkün değil. Zaten iyi top kullanabilmek için o topun mümkünse Servet’in ayağına değmemesi gerekiyor.

2.yarıda skor alındıktan sonra kendini fazla sıkmadı Galatasaray ve top dolaştırdı. Arda ve Baros’u hiç kullanmayarak Pazar’ı düşündüğünü gösteren Rijkaard, Keita, Sabri ve Ayhan’ı da oyundan alarak bir nebze olsun daha az yıpranmalarını sağlamış oldu. Avrupa Ligi’ndeki bu sezon 9.maçından da namağlup çıkmayı başaran Galatasaray bakalım Pazar günü tam 10 senedir lig maçlarında beraberlik dahi alamadığı Kadıköy’de nasıl oynayacak???

22 Ekim 2009 Perşembe

HIRSINDAN ÇATLASIN KARGALAR, DENİZLİ'NİN DE 1 PUANI VAR

Mustafa Denizli de Şampiyonlar Ligi tarihinde puan alan hocalar arasına katılabildi sonunda. Gerçi bu 9 maç sonunda oldu ve bunun oldukça kötü bir karne olduğunu belirtmeliyim. Maç başına alınan puan sıralaması diye bir çizelge olsa Denizli’nin durumunu kestirmek oldukça kolay olur bu çizelgede herhalde. Her ne kadar Şampiyonlar Ligi’nin adı Şampiyon Kulüpler Kupası iken Galatasaray ile yarı final sevinci yaşamış olsa da, 2001-2002 sezonunda Fenerbahçe ile gruplarda 0 çekmişliği bu başarısının önüne geçmiş demeyeyim ama neredeyse onu dengelemiş durumda. O başarısıyla(!) gerçekten efsane oldu Mustafa Denizli, kendi efsane olmakla kalmadı Fenerbahçe’nin de Şampiyonlar Ligi’nin en başarısız takımlarından biri olarak hafızalara kazınmasına sebep oldu. O güne kadar Kosice dışında 0 çekmeyi başaran başka takım çıkmamıştı. Sonradan bu listeye Dinamo Kiev, Anderlecht, Levski Sofya, Rapid Wien gibi takımlarda eklendi.

Genel 0 çekme bilgisinden sonra deplasmandaki bu Wolfsburg beraberliğin Beşiktaş’a İnönü’de kalan 2 maçı kazanması halinde önemli bir ışık tutacağını söyleyebilirim. Denizli’nin hesabıyla konuşursam alınması gereken 6 puan daha var ve İnönü atmosferiyle Beşiktaş bunları almalıdır, alacaktır. Bu puanlar gelirse de en kötü ihtimalle yoluna UEFA Kupası’nda devam edecek siyah beyazlılar. Ben de böyle olacağını ve Kartalın UEFA’ya katılarak ezeli rekabeti başka bir boyuta taşıyacağını düşünüyorum, buna inanmak istiyorum. Kadro itibariyle Avrupa’da başarılı olma(çeyrek final ve ötesi) ihtimali çok fazla bulunmuyor Beşiktaş’ın. Buna Mustafa Denizli’nin tutarsız kadro seçimleri de eklenirse iş çok fazla uzamadan da bitebilir ama kendi takım puanı daha da önemlisi ülke puanımız için Beşiktaş’ın UEFA’ya gelip 1 veya 2 ekstra tur geçmesi çok iyi olacak.

18 Ekim 2009 Pazar

GALATASARAY 4-3 TRABZONSPOR


Karşılaşmaya harika bir tempo ile başladı Galatasaray. İlk olarak bu söylenmeli çünkü çok iyi oynadığı dönemler olan sezon başında dahi hiçbir maça böyle başlamamıştı Cim-Bom. Daha 30.saniyede Harry Kewell ile yakalanan önemli fırsat maçta çok gol olacağının göstergesi gibiydi. Karşılaşma boyunca sağ kanadı sol kanada göre çok daha efektif kullandı Galatasaray. Bunda bu sezon savunmada yaptığı birkaç klasik hata dışında hücuma gerçekten iyi destek veren Sabri’nin katkısı çok fazlaydı. Çok çabuk ve rahat adam geçebilen Keita’yı hücum anlamında çok iyi destekliyor. Hemen yeri gelmişken Keita’nın da savunma anlamında Sabri’ye yalnızları oynatmadığını belirtmeliyim. Ancak hücumda Keita, Sabri ile yardımlaşmayı çok fazla sevmiyor. Sabri’nin genelde isabetsiz olan ortalarının bunda payı vardır elbette ancak bugün Sabri, Keita’ya nazire yaparcasına güzel ortalar kesti. Zaten ilk golde Sabri’nin yaptığı bir ortada Trabzon defansının hatasıyla geldi. Kewell’ın golde topu alışı ve vuruşu harikaydı fakat iyi bir savunma olsa o kadar sürede Kewell’a o fotoğraf çektirme imkanını vermezdi. Golden sonra hızını kesmeyen Galatasaray 2.golü de yine bir duran top sonrası karambolde Servet ile buldu. Kaleci Sylva’nın golde topu kontrol edememesi de oldukça garip. Bu 2.gol dahi Trabzonsopr’u uyandırmaya yetmedi .Maç ancak orta saha mücadelesine döndü bu golden sonra. Bunda Galatasaray’ın sonucu aldım havasının oldukça büyük payı var. Buna Rijkaard ve Neeskens’in bir an evvel çare bulması lazım. Neeskens demişken bugün her zamankinden daha fazla saha kenarındaydı Hollandalı yardımcı antrenör. Rijkaard’ın Neeskens’e bu inisiyatifi vermesi de gerçekten hoş. Yerli teknik adamlarımızda bu rahatlığı nedense hiç göremiyoruz. 44.dakikada Eskişehirspor maçındakine benzer bir golle fark bire indi. Gerek bu maçta gerekse Es-Es maçında o gollere “bal” deniyordur birçok taraftar tarafından. Es-Es maçında ben de öyle demiştim ancak benzer bir golün 2.kez yenmesi bunun baldan ziyade Galatasaray savunmacılarının adam paylaşımı ve yerleşmedeki hatalarının göstergesi. Buna da dikkat edilmeli.
2.yarıya gerideki takım olarak hızlı başlayan Trabzonspor oldu. 3.bölgede Galatasaray savunmacılarına inanılmaz yoğun bir pres uyguladılar. Tamam, G.Zan ve Servet’in top kullanmaları çok zayıf ama Ayhan ve Mustafa Sarp’ın bu presi kolayca kırması lazımdı, başaramadılar. Defans ve ön libero bölgelerinin topla haşır-neşirlik katsayısı tartışmasız en yüksek oyuncusu Ayhan’ın kaptırdığı topta da Colman’ın muhteşem golü geldi. Henüz 54.dakikada 2-2 olması maçta daha da gol olacağını gösteriyordu zaten. Gol sonrası Trabzon presinin devam etmesi GS orta sahasını çökertti. Serkan Balcı ile bulunan gol pozisyonu durumun vehametini ortaya koydu ve Rijkaard Kewell’ın yerine Barış’ı alarak orta sahayı güçlendirmeye gitti. Aslında ben Rijkaard’dan bunu 2.gol yenmeden görmesini ve önlem almasını beklerdim ama 2-2’den sonra yapılması bile Galatasaray2ın temposunu geri getirmeye yetti. Hemen 69’da bugün yokları oynayan Baros’un asistinde Arda ile skoru alan Cim-Bom, 71’de de Baros ile rahatladı. 2-0’dan beraberliğe gelen maçta rahatlamaması lazımdı ama gerçekten rahatladı ve Trabzon üstünlüğü yine ele aldı. Hugo Broos Gökhan’ı biraz daha erken oyuna alsa durum çok daha kötü olabilirdi GS açısından. Colman’ın atmakla atmamak arasında uzun süre kaldığı pozisyonda fark bire inse de Galatasaray son dakikalarda galibiyeti korumayı başardı.

Ancak üzerinde düşünülmesi gereken şeyler yok değil. Elano ilk 11 başlatılmayabilir, alışamamıştır, milli takımdan yorgun dönmüştür vs. fakat belli bir süre almalı ki takıma adaptasyonu daha kolay olsun. Baros’un bu kadar döküldüğü bir karşılaşmada ligin gol krallığında lider konumda oyuncusu Nonda neden düşünülmez? Baros-Nonda konusunda her zaman Baros’un 11 oynaması taraftarıyım ama iyi değilse Nonda da sonradan oyuna girmeli. Bütün bunlar dışında defansa ve orta sahaya top yapma ve tempo anlamında bir çare bulmalı kenar yönetim. Bunları gerçekleştirmek kolay değil ama gerek ligde gerekse Avrupa’da önemli hedefleri bulunan Galatasaray’ın da her maç bu kadar zorlanma lüksü yok…

17 Ekim 2009 Cumartesi

BALON PATLADI MI?


İngiltere’de Premier Lig kurulduğundan beri şampiyon olamadı Liverpool. Bana göre şampiyonluğa en çok yakışan takım olmasına, Steven Gerrard gibi bir uzmana sahip olmasına rağmen yakalanamadı bu başarı. Bu zaman diliminde 1 UEFA Kupası, 1 Şampiyonlar Ligi, 2 Avrupa Süper Kupası Şampiyonluğu’nun yanı sıra İngiltere’deki kupalar kazanıldı ama şampiyonluk gelmedi. Bu yazıyı neden yazıyorum, galiba bu şampiyonluk daha da gelmeyecek. Bugünkü Sunderland – Liverpool karşılaşmasında Derren Bent’in vurduğu top kaleci Reina’da kalacakken kale sahasındaki bir balona çarpıp ağlara gitti. Bu bir bahane mi? Liverpool gibi bir kulüp kalan 85 dakikada 2 gol atamaz mı? Elbette atmalı, ama olmadı. Mağlubiyeti Gerrard ve Torres’in yokluğuna bağlayanlar haksız değil. Ama yıllardır elemeli şampiyonalarda başarılı olan Liverpool’un Premier Lig gibi inanılmaz uzun bir maratonda mutlu sona ulaşamaması da takımda dünyanın en iyilerinden diyebileceğimiz sadece 2 oyuncunun bulunmasıyla alakalı. Evet, Kuyt, Carragher, Reina, Mascherano hepsi birer yıldız ama bu takıma 2-3 tane daha Torres ve Gerrard kalitesinde oyuncu lazım. Rafael Benitez gibi bir teknik adam bile İngiltere Premier Ligi’ne yetemedi bu anlamda. Bence dünyanın en iyi taktisyeni olan Benitez dahi, dünya çapında en az 4-5 oyuncu olmadan bu şampiyonluğu getiremeyecekse Premier Lig’e daha ne söylenebilir ki? Şu da unutulmamalı, R. Benitez 2004 yılında R.Madrid ve Barcelona’ya göre oldukça mütevazı kadrosu olan Valencia’yı hem UEFA Kupası hem de İspanya Lig Şampiyonluğuna taşımıştı.

Balondur, sakatlıktır, şanssızlıktır derken Liverpool bir sezon daha ipin ucunu kaçırmak üzere. Rafael Benitez gibi birini bile yeri gelirse göndermekten çekinmeyeceklerdir. Ancak şunu da iddia ediyorum eğer bahsettiğim tarzda 3 oyuncu daha bu takıma dahil edilirse Anfield’da yıllardır beklenen şampiyonluk şarkıları söylenmeye başlayacak ve maestro da tabii ki Benitez olacak…


14 Ekim 2009 Çarşamba

TERİM'DEN SONRA


Tüm dünya Uruguay – Arjantin maçına odaklanmış durumda. TSİ 01.00’da oynanacak karşılaşma 2 takımın da Dünya Kupası’na katılması bağlamında hava kadar, su kadar önemli. Ancak ben bu maçla ilgili düşünmek bile istemiyorum. Bizim ülkemiz Dünya Kupası’na katılamadıktan sonra, Arjantin de katılamamış varsın olsun. Messi’yi izleyemeyecek olalım, varsın olsun. Şaka bir yana ülkemizde, Türkiye’nin şampiyonaya katılamayacak olmasından çok Arjantin’in katılamama ihtimali olmasına üzülenlerin sayısı hiç de az değil. Bunun sebeplerine dilim döndüğünce inmeye çalışacağım ancak dışarıdan ilk bakıldığında hiç de hoş olmayan bir durum açıkçası.

Dünya Kupası’na gidemememiz ve Fatih Terim’in istifasının ardından milli takımımızda yeni bir dönem başlayacak. Yerine gelecek teknik adamın tartışmaları daha Fatih Hoca koltuğu bırakmadan neredeyse bitti. Zaten bizim basınımızdan da bunun dışında bir tavır beklemek hayalperestliğin de ötesinde bir şey olurdu herhalde. İlk etapta yerli mi yabancı mı tartışmaları var. Bana göre her ne kadar bir gün o koltukta olmasını istediğim ve çok yakışacağını düşündüğüm kişi Ertuğrul Sağlam olsa da o gün bugün değil gibi sanki. Fatih Terim’in bıraktığı enkaz Ertuğrul Hoca’nın çalışma dönemini de etkileyecek, hatta Ertuğrul Sağlam’ı belki de yutabilecek cinsten. O yüzden Galatasaray’ın Rijkaard operasyonunda yaptığı gibi hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, herkesin şapka çıkaracağı bir teknik direktör getirilmeli milli takımımızın başına. Hali hazırda böyle bir yerli teknik adamımız olmadığına göre başarılarımızın temelinin atıldığı Sepp Piontek döneminde olduğu gibi bir yabancı teknik adamla anlaşmamız en makul yok gibi gözükmekte.

Yazıya giriş konusu yaptığı Arjantin olayına gelince. Bazı futbolseverlerimizin Arjantin’e bizim milli takımımızdan daha çok üzüldüğünü gördüğümden dem vurmuştum. Bunun başlıca sorumlusu tartışmasız Fatih Terim. Futbolumuza, Galatasaray’a kazandırdığı inanılmaz zaferler dolayısıyla her zaman saygı duyduğum, öz ağabeyim olsa emin olun bu kadar sevmeyeceğim bir insan konumunda Fatih Terim. Ancak kendisi ve çok daha önemlisi milli takım çevresinde topladığı antipati, bırakalım milli takımı desteklemeyi içten içe yenilsek de Fatih Terim görevi bıraksa duygusu oluşturdu azımsanmayacak sayıda insanımızda. Euro 2008 elemelerinde de bu olayların kopyası yaşanmış, ancak turnuvaya gitmeyi başarıp, orada oynanan yarı final bütün bunlara sünger çekmişti. Bu kez bir kalkan bulamadı ne yazık ki Fatih Hoca. Ve bu ülkede bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişinin yapacağını yapıp köşesine çekilmeyi tercih etti. Köşesine çekilmek derken elbette takım çalıştıracak ve ileride yurt içinde veya yurt dışında yine kendisini ve bizi onurlandıracak başarılar yakalayacak. Kalibresinden, futbol bilgisinden kimsenin şüphesi yok, ancak yaşananlardan ders çıkarmalı…

Fatih Terim madem istifa etti, 4 yıl boyunca sürekli eleştirildiği maaşı konusunda ben de fikirlerimi söyleyeyim. Bir kere Fatih Terim’in maaşı sudan ucuz. Evet, komik gelecek ama Avrupalı milli takım teknik direktörlerinin maaşlarına baktığımızda kazandıklarının yanında bizim Avrupa Şampiyonası yarı finali apoletli hocamızın maaşı oldukça küçük kalıyor. Örneklemek gerekirse Fabio Capello reklam gelirleri dışında sadece İngiltere Federasyonundan yılda 14,35 milyon TL alıyor. Bunun yanında S.İrlanda teknik direktörü Trapattoni 4 milyon TL, Türkiye’de çalıştığı zamanlarda Terim’e yenilmekten başı dönen Almanya teknik direktörü Joachim Löw 5 milyon TL, G. Afrika teknik direktörü C.A. Parreira 4 milyon Tl, Rusya çalıştırıcısı Guus Hiddink 11 milyon TL civarında kazanıyor. Bu rakamların yanında yılda 3,1 milyon TL kazanan Fatih Terim’in maaşı çok yüksek olmasa gerek.

Yazı biraz uzadı ama milli takımımızın içinde bulunduğu durumun karışıklığı, bu yazının uzunluğundan çok çok daha fazla. Fatih Hocanın ayrılması ve yeni hocamızın belli olmasıyla tespitlerimi daha derin bir şekilde yazmayı düşünüyorum.

8 Ekim 2009 Perşembe

SEN DE Mİ BRÜTÜS?


Burası Türkiye… Bu sözün doğruluğu geçtiğimiz hafta bir kez daha ispatlandı. Ertuğrul Sağlam ile Türk futbolunun en çok gelecek vaat eden 2 teknik adamından biri olan asker Bülent Uygun Sivasspor’daki görevinden ayrıldı. Bundan 5 sene evveline kadar kimsenin adını duymadığı, Süper Lig’de dahi yer alamamış olan Sivasspor’u daha 3.sezonunda şampiyonluğa oynatan, bundan daha da önemlisi 4.sezonunda önceki sezonun tesadüfî bir başarı olmadığını ispatlarcasına şampiyonluğu son haftada kaçırıp 2.liğe razı olan bir Sivasspor’dan bahsediyoruz. Evet Bülent Uygun bazı antipatik beyanatlar vermiş olabilir, evet Galatasaray ve Fenerbahçe geçen sezon yarışın içinde değillerdi ve bu Sivasspor’un zirve yürüyüşüne olumlu bir etki yaptı. Ancak bunların hiçbiri Süper Lig’in en cüzi bütçeye sahip birkaç kulübünden biri olan Sivasspor’un zirve yürüyüşünde en önemli pay sahibinin Bülent Hoca olduğu gerçeğini değiştirmez. Sivasspor bugüne kadar her sene şampiyonluğa oynamadı. Bugünden sonra da oynamayacak. Varsın olsun bu sezon kötü geçsin, elinde Türkiye şartlarına göre fena sayılmayacak bir kadro var, küme düşmezsin devam et Bülent Hocayla. Sana bu başarıları yaşatan ve tekrar yaşatma ihtimali en yüksek isimle yola devam et. Sivasspor son 2-3 sezonda çok iyi işler yaptı, alışılmışın dışında bir takımdı. Ancak hoca kıyımı konusunda alışılmışın dışına çıkmadılar ve hocalarıyla yolları bir şekilde ayrıldı. Bu Sivasspor’u kısa vadede bilmem ama uzun vadede çok olumsuz etkileyecek bir kan değişimi oldu.

Ligde başa güreşmenin, başarılı olmanın hatta Avrupa’ya gitmenin yöneticilerin futbol görgüsüne çok bir şey katmadığı ortada. Özellikle Sivasspor’un antipatik basın sözcüsü Fikret Ünsal’ın “hocamıza 12.haftaya kadar süre verdik” sözü tam bir faciaydı. Kimse Sivas’tan ligde kalmanın ötesinde hiçbir şey beklemezken takımı tutup şampiyonluğa oynatan teknik direktörleri hakkında “Bülent Hoca’nın kredisi sonsuzdur. Onu burada tartışanın değil futbol bilgisinden adamlığından şüphe ederim” diyebilselerdi Sİvasspor’un gerçekten büyük takım olabileceğine inanırdım. Onlarda Kasımpaşa’dan, Konya’dan, Karşıyaka’dan farksız olduklarını ispatladılar. Şimdi herkes diyebilir ki yönetimin ne suçu var, Bülent Hoca kendi bıraktı diye. Yöneticilerin bu şekilde konuştuğu bir ortamda nasıl rahat olunabilir. Evet, transfer yanlışları yapılmış, çıkılan Avrupa yolculuğunda başarısız olmanın ötesinde lige de rezalet bir başlangıç yapıldı, bunda Bülent Hoca’nın da hataları var ama ligin 8.haftasında istifa etme konumuna getirilmesi tam bir felaket. Hocanın istifa ettikten sonra basın toplantısında “isterse istifamı kabul etmesinler” sözleri de yönetime ne kadar kızgın olduğunu ve yönetimin ne yazık ki yapması gerekenleri yapmadığını açıkça ortaya koymakta.

Bundan sonra olabileceklere şöyle bir baktığımızda, Bülent Uygun biraz beklerse çok iyi yerlerde iş bulabilir. İmkânları yüksek bir Kayseri, her an Broos’u gönderebilecek durumda olan Trabzonspor her an hocanın kapısını çalabilir. Hocanın da buralarda Sivas’taki başarısını tekrar etme ihtimali elbette var. Eğer bu tahminler gerçekleşirse detayları da o zaman inceleriz. Sivas cephesinde ise o vizyonsuz yönetimin(dikkat başkan Odyakmaz hariç) Muhsin Ertuğral gibi bir ismi aklına getirmiş olması şaşırtıcı. Türkiye’de sürekli takım değiştiren kısır hocalar yerine gerek Avrupa gerek Afrika kültürü geniş olan Muhsin Hoca daha verimli olacaktır.