18 Ocak 2012 Çarşamba

Mahşerin Dört Atlısı


Son 4-5 seneye baktığımızda, eski dönemlerin nefes alır gibi gol atan forvetlerini fazla göremez olduk maalesef. Futbolun en önemli olgusunun gol olduğunu düşündüğümüzde gol atmayı iyi bilen forvetler her zaman ilk sırada tercih edilmiş, en çok parayı kazanan oyuncular olarak tarihe kazınmışlardır. Lionel Messi, Cristiano Ronaldo gibi sürekli gol atan oyuncular dışında Mario Gomez,Rooney ve son dönemde Burak Yılmaz’ı çok gol atanlar sınıfına sokabiliriz ama 8-10 yıl öncesinde neredeyse her sene 20-25 gol garantisi olan Ruud Van Nistelrooy, Raul, Thierry Henry, Shevchenko,  Mario Jardel, Ronaldo, Henrik Larsson, Hakan Şükür gibi forvetlerin önemi günümüzde çok daha iyi anlaşılıyor diye düşünüyorum.

Bu noktadan hareketle bitiricilik anlamında Türkiye’ye baktığımızdaysa Galatasaray’ın ülke futbolunu domine eden santraforlara sahip olmayı son derece sevdiğini görüyoruz. 1950’li yıllarda Metin Oktay ile başlayan bir akım bu. Galatasaray formasıyla 377 maçta 331 gol atan, maç başına 0.88 gol ortalaması olan Metin Oktay'ın faal futbol oynadığı dönemleri bilen kişi sayısı git gide azalsa da aynı yakın dönemde kaybettiğimiz Lefter Küçükandonyadis gibi asla unutulmayacak şekilde akıllarda yer etmiştir. Metin Oktay'ın etkilediği insan sayısı ile Galatasaray’ın kaderinde çok büyük bir farklılık yarattığını rahatça söyleyebileceğimiz bu furya 60’lı yılların sonuna kadar sürdü, sonrasında uzun sayılabilecek bir ara verdi. 1980’li yılların sonunda Tanju Çolak ile tekrar hortlayan “Aslan Kral Belgeseli” Galatasaray’ın Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final görmesini sağlayan faktörlerin başında geliyordu desek yanılmış olmayacağımıza inanıyorum. Tabii, Galatasaray'da çıktığı 125 maçta 116 gol bularak maç başına 0.93 gol bulan Tanju Çolak’ın o dönemde kazandığı Altın Ayakkabı Ödülü’nü(1988) de es geçmemek lazım.

Tanju Çolak’tan hemen sonra ise bugün birçok futbolseverin barındığı bir kesim tarafından tartışmasız Türk futbol tarihinin en büyük oyuncusu olan Hakan Şükür’ün devri başladı. 90’lı yılların başından hareketle 2008 yılına kadar attığı, kaçırdığı goller, esprileri, manevi hayatı, Galatasaray’dan ayrılışları, yuvasına dönüşleri ile gündemde kalan Hakan Şükür’ün futbolumuzu domine ettiğine Metin Oktay ve Tanju Çolak dönemlerinin aksine yakinen şahit olma fırsatı buldum. Gerek Galatasaray’da gerekse Milli Takım’da forvet mevkiinde akla ilk ve tek gelen isim olması zaten Hakan Şükür’ün nasıl bir oyuncu olduğunu net olarak ortaya koyuyor. Hakan Şükür’ün de Tanju gibi bir sezonda Avrupa’nın en çok gol atan futbolcusu olmasına rağmen katsayı uygulamasına takılarak Altın Ayakkabı alabilecek durumdayken yetinmek durumunda kaldığı bir Bronz Ayakkabı’sı (1997) mevcut. Kral Hakan Şükür Galatasaray formasıyla sahada yer aldığı 545 maçta 297 gol attı ve ortalaması maç başına 0.55 gol.

Hakan Şükür’ün şansını yurt dışında denediği dönemde onun yerine transfer edilen Mario Jardel de en az diğer 3 yerli forvet kadar iz bırakabilecek bir golcüydü. Zaten Avrupa Gol Kralı olarak geldiği Galatasaray’da oynadığı maç sayısına göre yaptığı işler inanılmaz büyüktü. “Ağzımıza bir parmak bal çalarak ayrıldı” demek en doğrusu olacaktır. Mario Jardel’in bu ülkeye gelmiş en kaliteli isim olduğunu düşünsem de bu kalitesini maalesef sahaya yansıtamadı, yansıtma fırsatı bulamadı. Onun da Galatasaray öncesi ve sonrası Porto (1999) ve S.Lizbon(2002) ile kazandığı Altın Ayakkabı Ödülleri mevcut. Galatasaray'da tek sezonda oynadığı 43 maçta 34 gol atan Jardel'in gol ortalaması maç başına 0.79.


Gördüğümüz gibi “Mahşerin Dört Atlısı” diyebileceğimiz bu forvet oyuncularının da büyük emeğiyle çok önemli başarılar kazanan Galatasaray, 2008 yılından sonra bu zincirin G.Saray adına son halkası Hakan Şükür’ün futbolu bırakmasıyla bir bocalama devresine girdi. Aslında G.Saray bu sıkıntılı devreye Hakan Şükür’ün 1996-2000 yılları arasındaki formunu yaşı ve geçirdiği sakatlıklar itibariyle yakalayamamasından ötürü daha evvel (2003 gibi) girmişti ama varlığıyla muhtemel bir dağılmayı önleyen Hakan Şükür’ün gidişi sonu hızlandırmış oldu. Açıkçası Galatasaray’ın, taraftarların son derece alışık olduğu ve artık belki de kulübün DNA’sına işlenmiş olan “Aslan Kral” figürünü bir şekilde altyapıdan, yurt içinden veya yurt dışından takıma kazandırarak bu açlığı gidermesi gerekiyor.

Not: Milan Baros (84 maç 55 gol, maç başına 0.66 gol) çok beğendiğim bir futbolcu olmasına ve kalite olarak bu futbolcuların çok çok uzağında olmamasına rağmen istikrarsızlığı sebebiyle bu lider rolü üstlenemeyeceğini kanıtlamıştır. O yüzden Baros’u elimine ettim. 

14 Ocak 2012 Cumartesi

Ege'nin Başı Sağolsun


Öncelikle Lefter Küçükandonyadis “en az” bu ülkedeki herkes kadar Türk. Annesi Türk, babası Rum olan bu uzun soy isimli futbol cambazı, Yunan Milli Takımı’nda oynama teklifini reddetmiş hem de deplasmanda Yunanistan’a goller atmış bir insan. Sadece bu ülkenin milli takımında oynayıp Türk olma seviyesinde kalmamış, Türkiye için askerlik dahi yapmış bir isim. Yani en çok Türk kadar Türk… Bu konunun konuşulması dahi mide bulandırıcı.

“Fenerbahçe’nin Fenerbahçe olmasında en çok tuğlayı Lefter koydu” tezini sunan birine kimse çok tepki gösteremez, sadece sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek insanın hakkını yemeyelim diyebiliriz. Daha sonra 48 sene ara vereceğimiz Dünya Kupaları’na, 1954 yılında, ilk kez katılırken takımımızın en büyük starı olduğu o dönemin Türkiye’sinde su götürmez bir gerçek imiş. Özellikle kimsenin futbolculuğunu beğenmeyen Can Bartu’nun Lefter için kullandığı “Ayakkabısı olamam” cümlesi dahi tek başına yeterli referanstır, ötesi yok.

Kitleleri bir yerlere sürükleyen, takım seçimlerinde etkili olan Hakkı Yeten, Metin Oktay, Baba Gündüz Kılıç, Lefter Küçükandonyadis gibi isimler Türk Futbolu’nun mihenk taşlarıdır, günümüzde de böyle örneklerin var olması, sayılarının artması ölüm döşeğinde olan futbolumuzun tek reçetesidir. Ölmeden heykeli dikilerek ne kadar değerli olduğu kendisine de bir şekilde gösterilen Lefter , madden aramızdan ayrılmış olsa da, aynen onu izleme fırsatı bulamayan ama kim olduğunu çok iyi bilen bizler gibi, daha birçok nesil onun nasıl bir futbolcu, nasıl bir insan ve nasıl bir Fenerbahçeli olduğunu öğrenecek.

Lefter Küçükandonyadis Ege’nin iki yakası için de önemli bir kayıptır. Bu büyük futbolcu başta Fenerbahçe olmak üzere, Trabzonspor'dan Beşiktaş’a, Galatasaray’dan tüm amatör takımlara, Türkiye’den Yunanistan’a-Kıbrıs’a kadar herkesin simgesidir. Toprağı bol olsun.

Not: Sihirli Krampon blogunun yazarı Sevgili Kerem Akbaş’ın da twitterda yoğun şekilde üzerinde durduğu gibi, efsaneleşmiş isimlerimizin edebi anlamda da değerini bulması gerekiyor. Kitap sitelerine “Lefter” yazdığımızda “Aradığınız bu mu: Defter” şeklinde cevaplar yerine sporumuzu, futbolumuzun yılmaz işçilerini çok iyi anlatan bilgi kovanları üretmemiz üzerinde en çok durulması gereken nokta. Belki Lefter’i, Vedat Okyar’ı kaybettik ama bundan sonra elimizdeki önemli isimlerin değerini bilmeli ve bunlarla alakalı çok değerli eserleri gelecek nesillere bırakmalıyız.

10 Ocak 2012 Salı

"İnce Ayarcı" Erdoğan Bayraktar

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar “artık yeter dedirtti” diyeceğim ama bunu zaten bakan ve milletvekili olmadığı dönemde, geçen sene 15 Ocak’taki dengesiz çıkışla fazlasıyla yapmıştı. TOKİ gibi Türkiye’nin önde gelen ve hatta değişen Türkiye’nin gelecekte çok daha fazla önem kazanacak kurumlarının başında olan, milletvekilliğine hatta bakanlığa oynayan birinin 50000 kişinin bulunduğu bir statta yaptığı konuşma ortadadır. Söylemesi gerektiği şeylerle alakası olmayan şekilde konuya giren, ses tonunu ayarlayamayan Erdoğan Bayraktar, normal şartlarda Dünya Basketbol Şampiyonası ödül töreninde ıslıklandığının yarısı kadar dahi ıslıklanmayacak olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ı da çok zor durumda bırakmış ve yapımında pay sahibi olduğu stattan henüz koltuğunu ısıtamadan ayrılmasına yol açmıştı.

O gün, bu adamın yaptığı yanlışı göremeyip daha sonra milletvekili hatta bakan yapan başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’nin, bu şahsa artık “dur” deme vakti gelmiştir. Görevi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olan Erdoğan Bayraktar, Türkiye’de şehirlerin, çevrenin imarı, bayındırlığı için ince ayarlar yapması gerekirken çıkıp “Trabzon’un kupası için ince ayarlı çalışmalar yapıyoruz” diyorsa orada ciddi bir problem var demektir.

Eğer Trabzonspor kupayı gerçekten hak ediyorsa, burada adaleti sağlayacak olan TFF’dir. Bu tarz durumlarda hükümetten bir müdahale gelirse UEFA’nın yaptırımı düşüneceği bir duruma düşmüş oluruz ki, hükümet müdahale edecekse dahi bunun için orada Gençlik ve Spor Bakanlığı var. Yani Erdoğan Bayraktar’a söz düşmüyor.

Ve Trabzonspor haksızsa, kupayı hiç hak etmemişse Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı uyanıklıktan, cin olmadan adam çarpmaya çalışmaktan, Trabzon’a, Trabzonlu’ya ve Trabzonsporlu’ya hoş görünmekten başka hiçbir şey değil. Yani 2 durumda da Erdoğan Bayraktar geçen sene 15 Ocak’taki halinden beter duruma düştü diyebiliriz.

Açıkçası Ocak ayları Erdoğan Bayraktar’a fazla yaramıyor. Yoğun kış şartlarında kan dolaşımının yavaşladığı net. Bu saatten sonra eveleyip gevelemeden, başta Başbakan Erdoğan ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ı daha fazla zor durumda bırakmadan bakanlıktan ayrılması gerekir diye düşünüyorum. 

8 Ocak 2012 Pazar

Bu Takım Oluyor


Yazıya direk bir giriş yapalım: Önemli olan Galatasaray’ın devre arasına 2-0 geride girmesi veya maçı 4-2 kazanması değil… Bunlar anlık, maçlık olaylar olarak kalır. Önemli olan, taraftarlara sezon içinde devre arasına 2-0 geride girerken, yanında dalga geçervari konuşmalar yapan arkadaşlarına “Maç 3-2 bitince görüşürüz, buradan ayrılma” dedirtebilecek güveni verebilmektir. İşte dün akşam tam da böyle oldu. Geçen 3 rezalet sezonun ardından, 18 haftada bu izlenimi verebilmek hem çok zor hem de çok büyük bir olay. 18 haftada, yani çok kısa sürede bu temelleri atan bir takımın geleceği için umutlanmamak elde değil… Haftalar geçedursun tutamıyoruz kendimizi, mütemadiyen daha da umutlanıyoruz.

Maça gelirsek aslında ilk yarı, Muslera’nın, Melo-Sabri ikilisiyle kan davalık olması için geçerli sebep. Uruguaylı’nın 670 dakikalık deplasmanlarda gol yememe âdetini, belki de muhtemel bir rekorunu yaptıkları hatalarla baltaladılar. Baltaladılar derken Hakan Balta’ya laf etmiyorum burada, normalde çok kızarım ama burada suçu yok.

Sabri’ye gelince… Çok hata yaptı çünkü hazır değildi.  Fatih Terim doğru olanı yaparak değiştirdi, önümüzdeki kupa maçı, sonrasında Ali Sami Yen’de nispeten kolay geçmesi beklenebilecek Karabük maçı Sabri’nin fizik olarak fit seviyeye gelebilmesi adına bir şans olabilir. Belki de Sabri’yi düşünmeyecek Fatih Terim, Ujfalusi’yi sağa çekecek ve bu durum Servet Çetin için yeni bir şans olacak. Beklemek lazım.

Elmander’in ameliyat olduktan sonraki hafif düşüşü, Engin’in bencillikte sınır tanımaması, Felipe Melo’nun oynadığı mevki itibariyle bu kadar kötü olma hakkının olmaması Fatih Terim’in devre arasında uyarıdan biraz daha fazlasını yaptık demesi… Bunların hepsi önemli ve üzerine neredeyse birer yazı yazılabilecek konular. Ama burada benim değinmek istediğim çok daha pozitif bir nokta var. Dün Emre Çolak-Milan Baros ortaklığında atılan gol, kesilen muz orta ve sol köşeye vurulan kafa itibariyle Ergün Penbe-Hakan Şükür ikilisinin Milan’a attığı gole oldukça benzedi. O golle birlikte UEFA Kupası yolculuğu başlamış ve kupa gelmişti, umuyorum bu golden sonra da lig şampiyonluğu gelecek.

Hakan Şükür’ün golü daha güzeldi diyeceklere not: UEFA Kupası ile lig şampiyonluğu arasında o kadar farkı normal, bir süre böyle idare edeceğiz.



4 Ocak 2012 Çarşamba

Bir Camiaya Bunu Yapmayın

6 aydır süregelen şike tartışmalarının son noktası TFF’nin Genel Kurul kararı alması oldu. Burada şunu net olarak belirtmekte fayda var: TFF Genel Kurulu’ndan çıkan karar hukuksal açıdan hiçbir anlam ifade etmeyecek. Gündemde olan küme düşürülme ile alakalı madde(58.madde) değişecekse buna karar verecek tek yetkili merci TFF Yönetim Kurulu… Peki, TFF Yönetim Kurulu kendi karar verecek olduğu bir konuda topu neden Genel Kurul’a yani bir başka deyişle tüm kulüplere atma kararı aldı? Tam burada karşımıza TFF, Lig TV, Kulüpler Birliği, Ekonomi, UEFA, Mehmet Ali Aydınlar gibi değişkenleri olan çok bilinmeyenli denklemler silsilesi çıkıyor.

3 Temmuz’dan bu yana Lig TV’nin ve sayıları hiç de azımsanmayacak birçok Süper Lig kulübünün baskılarıyla, alacağı kararları sürekli öteleyen bir TFF ve Mehmet Ali Aydınlar var. Lig ekonomisinin, ligin temiz ve şaibesiz olmasından daha önemli olduğunun savunulması, aslında doğru olduğunu düşündüğüm ama bu şekilde, yayıncı kuruluşun dayatmasıyla gelmesini bir türlü sindiremediğim Play-Off sistemi kafalarda en başından beri soru işareti bıraktı. Mehmet Ali Aydınlar’ın sürekli değişen, birbiriyle çelişen ifadelerine rağmen ilk etapta bunu Aydınlar’ın iyi niyetine, saflığına, futbol yöneticiliğinin yazılı olmayan kurallarını bilmediğine bağlamıştım… Günler geçtikçe geçerliliğini yitiren bu savım, Ali Şen’in “Şenes Erzik ve Mehmet Ali Aydınlar olmasa çoktan düşmüştük” açıklamasıyla tamamen çürümüş oldu. Şimdi bu Mehmet Ali Aydınlar ve kulüplerinin alacağı milyon dolarları düşünen kulüp başkanları el ele cezaları revize etmenin peşinde. Olaya şeklen bakarsak, hatta bu başkanlara sorarsak, bu kişiler ligin marka değerini, ekonomisini dolayısıyla düşmesi en muhtemel ekip Fenerbahçe’yi kurtarmanın peşinde.

Peki, durum gerçekten bu mu? Fenerbahçe’nin alacağı muhtemel bir küme düşürme cezasını rafa kaldırarak hem kendilerini hem de Fenerbahçe camiasını kurtarmış olacak mı bu kulüpler, biraz da burayı irdeleyelim. Şu ana kadar Galatasaray, Trabzonspor, Bursaspor ve Orduspor’un karşı cephe aldığı bu kulüpler tamamen kendi paralarını sağlama almanın derdinde. Onlar için daha bu sene şike yaparak küme düşen 4 amatör takıma uygulanan kuralın önemi yok çünkü o kararın kendi ceplerine bir zararı yoktu. Yine düşmesi gündemde olan kulüp Fenerbahçe yerine, cebini düşünerek 58. maddenin revize edilmesini isteyen Anadolu kulüplerinden biri olsa, bu takımın düşmesi lig ekonomisini çok fazla etkilemeyeceğinden kimse kılını kıpırdatmayacaktı. Bu noktada revizeye karşı çıkan ve revizeyi isteyen birer başkandan bahsedeceğim: İlhan Cavcav ve Nedim Türkmen. İlhan Cavcav yıllar geçtikçe ne dediğini daha çok şaşırıyor. Yaşı geçtikçe daha büyük saygınlık kazandığını zanneden İlhan Cavcav, yaptığı açıklamalarla ilerleyen yaşına rağmen kendisine duyulan saygıyı neredeyse bitirdi. Bu yıl Süper Lig’e yükselen Orduspor’un başkanı Nedim Türkmen ise TV’leri çok sevdi. Sürekli konuşuyor ve onun da söylediklerine verilen değer her röportajında biraz daha azalıyor.

Tüm kulüpler Fenerbahçe’yi kurtarmak derdindeyken, Fenerbahçe ne alemde dersek… Tam olarak ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta Aziz Yıldırım ile Atatürk’ü aynı cümle içinde kullanmaya çalışan "ne olursa olsun düşmeyelim, bizi kurtarın” diyen Fenerbahçeliler, diğer taraftaysa “bir suç varsa bunun bedeli olmalı, madde değiştirilirse zan altında kalacak, en büyük cezayı görecek olan Fenerbahçe’dir” diye düşünen Fenerbahçe sevdalıları var. Açıkçası Etik Kurulu’nun ilk raporunda Fenerbahçe’nin 5 maçta şike yaptığı, 6 maçta teşvik primi ve teşvik primi vermeye, 3 maçta da şikeye teşebbüs ettiği yazıldığından, Etik Kurulu TFF’nin resmi bir organı olduğundan Fenerbahçe’nin çok zor durumda olduğunu net olarak anlıyoruz. 

Taraftar sayısı 20 milyon civarında olan bir takımı, milyonlarca taraftarı, kimsenin uzun yıllar boyunca “Hadi bir kıyak yaptık, sayemizde ligde kaldınız”, “Aslında şikecisiniz ama adınız para ediyor, o yüzden ligdesiniz” sözlerine muhatap etme hakkı yoktur. Bir kulübün seçilmişleri, ona güvenenleri mahcup edecek hatalar yapmışsa, kuralda ne yazıyorsa bunun bedeli ödenir ve Fenerbahçe şimdiye kadar olduğu gibi Türk Futbolu’nun ülke içindeki lokomotiflerinden biri olmaya devam eder. Ancak bu olmazsa, Fenerbahçe, bazı Fenerbahçelilerin şimdi yüzleşmekten korktuğu cezalardan çok daha ağır ithamlarla, muameleyle uzun yıllar boyunca karşılaşabilir. Ve bir büyük camiayı bu durum kadar yaralayacak başka hiçbir nokta bence yoktur.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Yeni Stat Projeleri


Yakın geçmişte birçok önemli organizasyona talip olan, olmaya da devam etmesi muhtemel ülkemizde bu organizasyonların düzenleneceği tesisler anlamında da özellikle projelendirme bazında büyük atılımlar var. Tesisleşme anlamında sporda Avrupa’nın önde gelen ülkelerine göre gözle görülür şekilde geri olan Türkiye, adaylık süreçlerinin etkisiyle bu sorununu çözebilir. Örneğin yıllardır olimpiyatlara aday ola ola, bir Olimpiyat Stadı yapmayı başardık. O stadın projelendirmesinin ne kadar hatalı yapıldığı sonradan ortaya çıktı ama organizasyonlara aday olmadan, tipik Türk mantığıyla, kılımızı kıpırdatmayacağımız da bir gerçek.

Yakın gelecekte, 2013 yılında, Erkekler 20 Yaş Altı Dünya Kupası ve Akdeniz Oyunları ülkemizde düzenlenecek. 20 Yaş Altı Dünya Kupası için yeni stat yapılmayacak olsa dahi, bu kupanın oynanacağı statlarda önemli düzenlemeler yapılacak. Ayrıca, Akdeniz Oyunları’nda yarışmaların büyük çoğunluğunun yapılacağı Mersin Stadı’nın projelendirmesi Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı’nı da ülke sporuna kazandıran TOKİ tarafından başlatılmış durumda. 25000 kapasiteli olacak Mersin Stadı, son derece modern bir stat olacak. İlk etapta kapasite biraz az gibi görünebilir ama uzun vadeli düşündüğümüzde bu tercih çok da mantıksız değil. İlk olarak 1971 yılında İzmir’de düzenlediğimiz Akdeniz Oyunları bize o tarihte İzmir Atatürk Stadı’nı hediye etmişti, şimdi de Yeni Mersin Stadı’na bu oyunlar aracılığıyla sahip olacağız.

TOKİ’nin çalışmaları bununla sınırlı değil. Malatya ve Hatay’da 25000, Batman’da 15000, Afyonkarahisar’da 15000, İzmir ve Trabzon’da 40000, Sivas’ta 33000, Samsun’da Stadyum Samsun adıyla 30000 ve Gaziantep’te 33000 kişilik yeni statlar için projelendirme çalışmaları yapılıyor hatta Afyonkarahisar, Malatya gibi şehirlerde ihale süreci dahi bitti. Eskişehir için devam eden projenin seyirci kapasitesi ise henüz belli değil. Bunlara ek olarak şu anda yapımı devam eden ve en geç 1 sene içinde bitecek olan 44000 kapasiteli Bursa Timsah Arena da ülkemizde tesisleşme seviyesini üste çekecek bir başka stadyum olacak.  2016 Avrupa Şampiyonası’nı biraz da Fransız lobisinin devreye girmesiyle Fransa’ya kaptırdık, 2020’den Olimpiyat umudu için vazgeçtik ama talip olacağımızı düşündüğüm 2024 Avrupa Şampiyonası sürecinde, bu şekilde devam edebilirsek, adaylık kampanyamızda hiçbir stat maket olarak bulunmayacak.

Not: Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır.