Son 4-5 seneye baktığımızda, eski dönemlerin nefes alır gibi gol atan forvetlerini fazla göremez olduk maalesef. Futbolun en önemli olgusunun gol olduğunu düşündüğümüzde gol atmayı iyi bilen forvetler her zaman ilk sırada tercih edilmiş, en çok parayı kazanan oyuncular olarak tarihe kazınmışlardır. Lionel Messi, Cristiano Ronaldo gibi sürekli gol atan oyuncular dışında Mario Gomez,Rooney ve son dönemde Burak Yılmaz’ı çok gol atanlar sınıfına sokabiliriz ama 8-10 yıl öncesinde neredeyse her sene 20-25 gol garantisi olan Ruud Van Nistelrooy, Raul, Thierry Henry, Shevchenko, Mario Jardel, Ronaldo, Henrik Larsson, Hakan Şükür gibi forvetlerin önemi günümüzde çok daha iyi anlaşılıyor diye düşünüyorum.
Bu noktadan hareketle bitiricilik anlamında Türkiye’ye baktığımızdaysa Galatasaray’ın ülke futbolunu domine eden santraforlara sahip olmayı son derece sevdiğini görüyoruz. 1950’li yıllarda Metin Oktay ile başlayan bir akım bu. Galatasaray formasıyla 377 maçta 331 gol atan, maç başına 0.88 gol ortalaması olan Metin Oktay'ın faal futbol oynadığı dönemleri bilen kişi sayısı git gide azalsa da aynı yakın dönemde kaybettiğimiz Lefter Küçükandonyadis gibi asla unutulmayacak şekilde akıllarda yer etmiştir. Metin Oktay'ın etkilediği insan sayısı ile Galatasaray’ın kaderinde çok büyük bir farklılık yarattığını rahatça söyleyebileceğimiz bu furya 60’lı yılların sonuna kadar sürdü, sonrasında uzun sayılabilecek bir ara verdi. 1980’li yılların sonunda Tanju Çolak ile tekrar hortlayan “Aslan Kral Belgeseli” Galatasaray’ın Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final görmesini sağlayan faktörlerin başında geliyordu desek yanılmış olmayacağımıza inanıyorum. Tabii, Galatasaray'da çıktığı 125 maçta 116 gol bularak maç başına 0.93 gol bulan Tanju Çolak’ın o dönemde kazandığı Altın Ayakkabı Ödülü’nü(1988) de es geçmemek lazım.
Tanju Çolak’tan hemen sonra ise bugün birçok futbolseverin barındığı bir kesim tarafından tartışmasız Türk futbol tarihinin en büyük oyuncusu olan Hakan Şükür’ün devri başladı. 90’lı yılların başından hareketle 2008 yılına kadar attığı, kaçırdığı goller, esprileri, manevi hayatı, Galatasaray’dan ayrılışları, yuvasına dönüşleri ile gündemde kalan Hakan Şükür’ün futbolumuzu domine ettiğine Metin Oktay ve Tanju Çolak dönemlerinin aksine yakinen şahit olma fırsatı buldum. Gerek Galatasaray’da gerekse Milli Takım’da forvet mevkiinde akla ilk ve tek gelen isim olması zaten Hakan Şükür’ün nasıl bir oyuncu olduğunu net olarak ortaya koyuyor. Hakan Şükür’ün de Tanju gibi bir sezonda Avrupa’nın en çok gol atan futbolcusu olmasına rağmen katsayı uygulamasına takılarak Altın Ayakkabı alabilecek durumdayken yetinmek durumunda kaldığı bir Bronz Ayakkabı’sı (1997) mevcut. Kral Hakan Şükür Galatasaray formasıyla sahada yer aldığı 545 maçta 297 gol attı ve ortalaması maç başına 0.55 gol.
Hakan Şükür’ün şansını yurt dışında denediği dönemde onun yerine transfer edilen Mario Jardel de en az diğer 3 yerli forvet kadar iz bırakabilecek bir golcüydü. Zaten Avrupa Gol Kralı olarak geldiği Galatasaray’da oynadığı maç sayısına göre yaptığı işler inanılmaz büyüktü. “Ağzımıza bir parmak bal çalarak ayrıldı” demek en doğrusu olacaktır. Mario Jardel’in bu ülkeye gelmiş en kaliteli isim olduğunu düşünsem de bu kalitesini maalesef sahaya yansıtamadı, yansıtma fırsatı bulamadı. Onun da Galatasaray öncesi ve sonrası Porto (1999) ve S.Lizbon(2002) ile kazandığı Altın Ayakkabı Ödülleri mevcut. Galatasaray'da tek sezonda oynadığı 43 maçta 34 gol atan Jardel'in gol ortalaması maç başına 0.79.
Gördüğümüz gibi “Mahşerin Dört Atlısı” diyebileceğimiz bu forvet oyuncularının da büyük emeğiyle çok önemli başarılar kazanan Galatasaray, 2008 yılından sonra bu zincirin G.Saray adına son halkası Hakan Şükür’ün futbolu bırakmasıyla bir bocalama devresine girdi. Aslında G.Saray bu sıkıntılı devreye Hakan Şükür’ün 1996-2000 yılları arasındaki formunu yaşı ve geçirdiği sakatlıklar itibariyle yakalayamamasından ötürü daha evvel (2003 gibi) girmişti ama varlığıyla muhtemel bir dağılmayı önleyen Hakan Şükür’ün gidişi sonu hızlandırmış oldu. Açıkçası Galatasaray’ın, taraftarların son derece alışık olduğu ve artık belki de kulübün DNA’sına işlenmiş olan “Aslan Kral” figürünü bir şekilde altyapıdan, yurt içinden veya yurt dışından takıma kazandırarak bu açlığı gidermesi gerekiyor.
Not: Milan Baros (84 maç 55 gol, maç başına 0.66 gol) çok beğendiğim bir futbolcu olmasına ve kalite olarak bu futbolcuların çok çok uzağında olmamasına rağmen istikrarsızlığı sebebiyle bu lider rolü üstlenemeyeceğini kanıtlamıştır. O yüzden Baros’u elimine ettim.