22 Aralık 2011 Perşembe
ROK Bilkent'teydi
18 Aralık 2011 Pazar
BONKÖR GALATASARAY
8 Aralık 2011 Perşembe
MIRCEA TERİM
28 Kasım 2011 Pazartesi
HAZİRAN 2012'DE SÖZLEŞMESİ BİTEN OYUNCULAR
19 Kasım 2011 Cumartesi
2. ERSUN YANAL VAKASI MI?
13 Eylül 2011 Salı
2 YIL SONRAYA...
20 Ağustos 2011 Cumartesi
ÜNAL AYSAL'IN İLK 100 GÜNÜ
Tabii 100 günlük bir süreç, kulübü baştan sona değiştirmek, düzeltmek adına asla yeterli bir zaman dilimi değil, hele ki Ünal Aysal’ın Galatasaray’ı ibra dahi edilemeyen bir yönetimden devraldığını düşünürsek. İlk olarak kulübün en önemli figürü olan futbol takımı üzerine yoğunlaşmak gerektiğinin bilincinde olan başkan, göreve gelir gelmez Fatih Terim ile çalışacağını açıkladı. Tabii sadece Fatih Terim’in yeterli olmayacağı 2002-2004 yılları arasındaki dönemde açıkça görüldüğünden Ünal Aysal’ın ciddi bir kadro planlaması da yapması gerekiyordu. Geçen sezon ligi 8. bitirerek Galatasaray’ın en kötü durumlarından birisine düşmesine sebep olan oyuncu güruhundan şu ana kadar 10 isimle yollar ayrıldı ve 9 oyuncu transfer edildi. Daha da en az 2 veya 3 oyuncu ile anlaşılacağı gerçeği var.
Oyuncu transferi konusunda Ünal Aysal’ın tartışılmayacak isimler almak istediğini biliyoruz ama buna şu anda set çeken 2 faktör var. Bunlardan ilki Aysal’ın kulüp yöneticiliğinde son derece tecrübesiz oluşu. 70 yaşında ve eski Galatasaray Liseli olmasına rağmen sadece 11 sene önce kulübe üye olan Aysal, başkan olma hakkını elde eder etmez de bu göreve geldi. Henüz kulüp yöneticiliğinin muhtevasını kavrayabilmiş değil ancak yılların verdiği yöneticilik tecrübesiyle hızlı öğrendiğini ve öğreneceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Tabii bu tecrübesizlik atılacak adımların netliği konusunda bazı sıkıntılar doğuruyor. Bunun dışında bir de teknik direktör Fatih Terim’in tercihleri ve sınırlamaları oluyor. Bunlarla birleşince transferi erkenden noktalayacağını açıklayan Aysal da daha 2-3 transfer yapacak haldeyken Ağustos 20leri gördü. Ben 100.günde yani 22 Ağustos’ta önemli bir transferin açıklanacağını düşünüyorum. Söz konusu 2-3 transfer de yapılınca kadro olarak Fatih Terim’in eline önemli bir oyuncu topluluğu verilmiş ve saha içi anlamda görev yerine getirilmiş olacak.
Ancak futbolda başarı sadece saha içi örgütlenmeyle kazanılmıyor. Tabii burada son aylarda ortaya çıkan örgütlenmelerden bahsetmiyorum. Futbolda başarıya gidebilmek için saha içinde mücadele eden teknik kadro ve futbolcuları çok iyi biçimde destekleyen, kulübün idari ve ekonomik yönünü çok iyi yönlendiren bir yönetim kuruluna ihtiyacı var. Aysal yönetimi ilk 100 günde bu anlamda bazı hatalar yaptı. Yönetim içinden daha fol-yumurta yokken Fatih Terim’e salvolar yapılması, özellikle yönetim kurulunda dahi olmayan Bülent Tulun ile Fatih Terim arasında yaşanan hizipleşme ve Fatih Terim’in deyim yerindeyse Tulun’u nakavt etmesi, Galatasaray’ın her daim en büyük derdi olan içten çökertilme sorununun bu dönemde de yaşanabileceğinin göstergesi. Ünal Aysal’ın ilk yapması gereken iş kendi yönetimi içinde mümkün olan maksimum uyumu bir an önce yakalamak. Yoksa bugüne kadar her daim başka alfabeleri kullanmış Adnan Öztürk, Ali Dürüst, Bülent Tulun gibi isimlerin çok iyi geçinmesi büyük sürpriz olur.
Tabii bir de bu 100 günlük dönem için hiç hesapta olmayan şike soruşturması ortaya çıktı. Daha yeni olan bir yönetime göre oldukça iyi bir duruş sergilendiğini düşünüyorum. Özellikle TFF Başkanı’nın Galatasaray’ın bir açığını kolladığını hissettiren davranışlarına ve daha da önemlisi bir ara kulübün aranmasına rağmen soğukkanlılığın korunması ve Digitürk’ün verdiği iftar yemeğine varan süreçte hep sağlam durabilmek artı puanlar. Tamamen hakları yenmesine karşın pisliğini yaptıktan sonra toprağı örten kedi misali bu olayı örtmeye çalışan kulüp başkanlarının aksine Ünal Aysal’ın ve Galatasaray’ın adaletin yanında yer alan açıklamalarını alkışlamamak elde değil.
Tabii ülkemizde kulüp başkanlarının tavrı, mimikleri, ifadeleri ve ne kadar göz önünde oldukları da büyük önem arz ediyor. Ünal Aysal bugüne kadar çok fazla öne çıkmamayı tercih etti. Çok sert mizacı olmamasına rağmen Serhat Ulueren’e ve “Bu ateş üfleyerek sönmez” diyerek TFF’ye verdiği ayarlar, gerektiğinde şahinleşebileceğinin göstergesi. Uzun yıllardır çok kötü takımlarla hazırlık maçı yaparken Galatasaray’ın bu sene önemli takımlarla lige hazırlanması ve “Avrupa’ya gidemedik ama Avrupa bize gelecek” sözü Aysal’ın geniş vizyonunun göstergesi. Ünal Aysal geldiğinde Galatasaray son derece yorgun ve bitmiş bir haldeydi. Bu enkazı tekrar ayağa kaldırmak için belki de çok daha fazlası gerekecek. Ancak bu, Aysal’ın ilk 100 günde kötü olduğu ve umut vermediği anlamına gelmemeli.
18 Ağustos 2011 Perşembe
BU İŞ NEREYE GİDİYOR
Özellikle Etik Kurul raporunun sonunda yer alan “şike ve teşvik içeren bulgular olduğu” tefsirindeki ifadeden sonra işler kesinlikle karıştı diyebilirim. Şu anda federasyon dürüstlük, adalet, marka değeri, lig ekonomisi, Digiturk, taraftarlar ve UEFA arasında sıkışıp kalmış durumda. Bu uzuvların arasında en önemli olanı UEFA gibi görünse de gerçekte durum bu değil. Dürüstlük ve adalet hepsinin önünde geliyor ve işin güzel yanı UEFA da bu olayda bu kavramlarla aşağı yukarı eş anlama tekabül ediyor. Bu kadar nokta arasında kafası karışan TFF, olayı biraz daha ertelemeyi, en azından iddianame gibi daha resmi bir kaynağa dayanarak karar vermeyi tercih etti diyebiliriz. Ancak iddianamenin de buradaki şüphelileri kesin suçlu sınıfına sokmayacağı aşikâr. Burada federasyonun tek amacı, olayın biraz daha soğumasını, ilgili kulüp ve kişilerin kamuoyu nezdinde suçlu oldukları biraz daha kanıksanmasını beklemek gibi görünüyor. Böylece verdikleri karar sonrası oluşacak depremin şiddetinin azalacağını hesaplıyorlar.
Açıkçası, ilgili kulüplerin bu kararla biraz daha zaman kazanması bu takımların para edecek futbolcularını elden çıkarması, gelecek adına kendi ayarlamalarını yapması açısından önemli. Ancak tam bu noktada da 2 sorun ortaya çıkıyor; karar vermeyi ötelemek, eğer düşürme cezası gelirse, bu kulüplerin 1 yerine en az 2 senesine mal olacak. Sezon ortasında küme düşürülen takımlar aynı Ankaraspor örneğinde olduğu gibi o sezonu boş geçirip ertesi sene Bank Asya’dan başlayacaklar. Bu da kaybedilen ekstra 1 koca sezon demek. Hazır Ankaraspor demişken bu takımın zamanında alelacele düşürüldüğünü, iddianame dâhil hiçbir belgenin beklenmediğini de hatırlatmakla fayda var.
Bu noktaya kadar her şey Türkiye içi olaylarla ilgiliydi. Ancak, Türkiye uluslararası platformlarda yer alan bir ülke ve bu işin bir de beynelmilel boyutu mevcut. 2006 yılında İtalya’da yaşanan Calciopoli skandalından sonra UEFA işi daha sıkı tutmaya başladı. Artık takımlardan kendi ülke federasyonundan da onaylı bir “şikeye karışmadım” belgesi alınıyor. Tabii bu belgenin yalan çıkması halinde kulübe 5 yıla varan Avrupa Kupaları’na katılamama cezaları var. Türk kulüplerinin bu tarz cezalar alması elbette her Türk vatandaşını üzer ama UEFA’nın verecek olduğu cezalar burada bitmiyor ve bundan ötesi düşünüldüğünde buraya kadar olanlar sadece teferruat kalıyor. “Şikeye karışmadım” belgesini onaylayan federasyona ve elbette o ülkenin milli takımlarına da kupalara ve elemelere katılmama cezası verebilir UEFA.
Şu ana kadar kulüpler taraftarlar, federasyon, yorumcular arasında şike yapıldı-yapılmadı, küme düşürülecek-düşürülmeyecek şeklinde yapılan yerel tartışmalar bir anda A Milli Takım’a ve olası 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası şansımıza sıçrarsa bunun hesabını ne TFF ne de şikeye karışan kulüpler verebilir. Bu gerçeğin asla gözden kaçırılmaması gerekiyor.
Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır.
15 Ağustos 2011 Pazartesi
KAPTAN DEFOUR - MANGALA - PORTO
Eliaquim Mangala da yine Standard’tan alınan ve geleceği parlak bir defans oyuncusu. 1.87’lik boyu ciddi bir avantaj oluşturuyor. 7 milyon avroluk bir transfer bedeli söz konusu. Defour ile karşılaştırıldığında biraz fazla gibi gelebilir ama Mangala’nın Avrupa’nın first-class kulüplerine gitme ihtimali çok genç yaşı (20) dolayısıyla çok yüksek. Şike muhabbetinden önce ismi Fenerbahçe ile de anılmıştı ve gerçekleşse Fenerbahçe için çok önemli bir transfer olurdu. Açıkçası daha şimdiden toplamda 13 milyon avro tutan bu iki transferin Porto’ya olacak dönüşünü çok merak ediyorum.
Porto’nun yıllardır sürdürdüğü transfer politikasına hayran olmamak elde değil. Fazla harcama yapmadan aldıkları oyunculardan hem maksimum verimi almayı başarıyorlar hem de oldukça yüksek bedellere satabiliyorlar. Bu sistemin ülkemiz futboluna da yerleştirilmesi gerekiyor elbette ama şu anda hiçbir ekibimizin dünya çapındaki en önemli alt yaş turnuvası olan U20 Dünya Kupası’nda gözlemcisi bulunmadığı noktasında olduğumuzu da bilmemiz gerekiyor. Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde bulunan Türk pasaportlu genç oyuncuları bulup getirmeyi başaran takımlara inanılmaz büyük alkış tutan bir ülke konumundan dünya çapında genç yıldızlarla başarıdan başarıya koşan ve bu isimlerden ciddi paralar kazanan bir futbol ülkesi noktasına gelebilmek için kat etmemiz gereken çok yol var.
6 Ağustos 2011 Cumartesi
YİNE BİR "AHH BE" ÇEKTİK (U19)
Hele ki, Sırbistan, Belçika ve İspanya’nın bulunduğu grupta İspanya ile oynayacağımız müsabakayı kazanacağımızı önceden söyleseler, grubu kesinlikle birinci bitireceğimizi düşünürdüm ama bu galibiyete rağmen gruptan çıkmayı başaramadık. İspanya gibi bu turnuvayı da kazanmayı başarmış bir jenerasyon karşısında 3-0’lık galibiyet alıp gruptan çıkamamak bazı şeylerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini yine gözler önüne serdi diyebilirim rahatlıkla. Bizim oyuncularımızda ciddi bir motivasyon sorunu var. Örneğin İspanya karşısında motive olmayı başarıp skor alabilirken, şansların eşit olduğu veya favori olduğumuz maçlarda aynı konsantrasyonu sağlayamıyoruz.
Bu, her ne kadar genel olarak ülke futbolumuzun büyük bir sorunu olsa da bu turnuva özelinde bu konuda fatura elbette teknik direktörümüz Kemal Özdeş’e çıkacak. Aslında Kemal Hoca da elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı ancak içinde Orhan Gülle, Sezer Özmen, Okan Alkan, Engin Bekdemir, Kamil Ahmet Çörekçi gibi madenler bulunan bir jenerasyon çok daha iyisini yapabilmeliydi. Tabii burada oyuncular kadar Kemal Özdeş’in de çok önemli bir fırsatı kaçırmış olduğu gerçeği var. Kendisi ciddi şampiyonluk şansıyla geldiği bu turnuvayı kazansa Abdullah Avcı’nın 2005 yılında yaptığı açılımın çok daha büyüğünü yapacak ve “artık en üst düzey için hazırım” diyebilecekti.
En önemli silahımız Muhammet Demir’i ilk 2 maçta kullanamamamız bizim için ciddi bir dezavantaj oluşturdu ve sonuç olarak gruplarda 3-0 yenmeyi başardığımız İspanya’nın şampiyon olarak tamamladığı bu turnuvada gruptan çıkamadık. Bazı şeyler elde etmeye bu kadar yaklaşmışken ve önemli şansa sahipken üzücü olsa da genç kategoriler için her zaman en önemli şey, oyuncuları A Milli Takımlar’a hazırlamaktır.
Son not da Kemal Özdeş’in kariyeri ile alakalı olsun… Hikmet Karaman’ın istifası sonrası memleketi Manisa’nın takımı Manisaspor için en öncelikli adaylar arasında yer alan Kemal Özdeş, bu turnuvayı kazanarak Manisa’ya gelse çok daha kredili bir başlangıç yapabilirdi belki. Yine de asla azımsanmayacak milli takımlar ve Trabzonspor tecrübesiyle gelmiş olacağı görevinde bizlerin, tüm Manisalıların yanında olması gerekmekte…
2 Ağustos 2011 Salı
YENİ SEZONDA GALATASARAY
Açıkçası, çok sevsem de Fatih Terim’in 3.kez göreve getirilmesine karşı duran biri olarak bu sezondan çok da umutlu biri değilim. Ancak gerçekleri olduğu gibi aktarmak, kişiler hakkındaki olumlu ve olumsuz önyargıları bir kenara bırakmak çok önemli. Eğer santradan sonra skorboarda ilk baktığımda dakika 25’se orada güzel bir şeyler var demektir.
Twente ile yapılan karşılaşma da dâhil olmak üzere 3 hazırlık maçı oynayan Galatasaray, bunların hiçbirinde geçen sezondan farklı olmayı isteyen bir futbol oynamamıştı. Ancak Inter ve ardından gözümüzün önünde oynanan Liverpool maçları diğer maçlardan çok daha farklı izler taşıdı, burası kesin. Fatih Terim’in en iyi başardığı şey olan agresif, rakibi ısırmaya çalışan, önde basan hücum anlayışını takıma yedirmeye başladığını gördük. Liverpool’da Reina, Carragher, Agger, G.Johnson, Gerrard, Meireles ve Suarez gibi skora direkt etki edebilecek oyuncular oynamadı belki ama Galatasaray’ın ortaya koyduğu arzu ve baskı geçen sezon ligin sıradan takımlarına özellikle deplasmanlarda teslim olan Cim-Bom’dan çok farklıydı. Sahaya çıkan Doni, Kyrgiakos, Poulsen, Aquilani, Kuyt, J.Cole, Carroll gibi oyuncuların Süper Lig seviyesinin oldukça üstünde olduğunu düşünürsek en azından Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’daki maçlarda Galatasaray’ın rakipleri çok hırpalayacağını ve özellikle ilk 15 dakikada boğmaya çalışacağını bekleyebiliriz.
Bu karşılaşmada açıkça görüldü ki, Fatih Terim orta sahayı 3 çift yönlü oyuncu ile(Sabri, Selçuk, Melo) parselleyecek. Bu anlayışa çok fazla itiraz edilemez zira Fatih Terim’in düşüncesi bu sistemi elinde uygun oyuncular olmamasına rağmen ısrarla deneyen Frank Rijkaard’tan daha farklı. Orta sahadaki oyuncu eksiğini koşarak, mücadele ederek, yardımlaşarak ve pres yaparak kapatmayı düşünüyor Fatih Terim. 96-00 yılları arasında başardığı bu işi şu anda başarma ihtimali bence o yıllara göre daha düşük, yapabilir mi bekleyip görmek gerek.
Eğer transferi gündemde olan Lass Diarra veya onun tarzında bir oyuncu alınırsa Sabri sağ beke çekilecek ve böylece Ujfalusi de defansın göbeğine geçmiş olacak. Sözü defansa getirmeye çalışıyorum zira o bölgede oynayan 2 oyuncuya, Gökhan Zan ve Hakan Balta, ilk 11 oyuncusu gözüyle bakabilmek mümkün değil. Özellikle sol bekte Fatih Hoca’nın ilk tercihi gibi görünen Hakan Balta’nın uygulamaya konmak istenen baskılı hücum futbolunu kaldıramayacağı aşikâr.
1 hücumcu ve 1 de sağ bek oynayabilen bir isimle transferin sona erdirileceği gündemde ama Galatasaray’ın gelecek sezon sadece Spor Toto Süper Lig’de oynayacağını düşündüğümüzde eldeki Baros-Elmander-Stancu-Anıl-Kazım 5’lisi ileri uç için oldukça yeterli. Yönetimin kafasında Adebayor, Forlan, Fred tarzı kaliteli oyuncular olsa da bu finansmanın Galatasaray’ın çok daha fazla ihtiyaç duyduğu stoper olarak da oynayabilen hareketli bir sol bek ve hücum yönü zayıf olmayan bir orta saha için kullanılması çok daha yerinde olur.
7 Temmuz 2011 Perşembe
KOMEDİ DÜKKANI SİVAS'TA
Dediğim gibi Eskişehirspor’un bu yaptığını anlamlandırmak bir yere kadar mümkün. Ancak asıl Komedi Dükkânı ise bugün Sivasspor’da yaşandı. Tutuklanan kaleci Korcan Çelikay’ın sözleşmesinin feshedildiği haberi geldi. Ancak unutulan nokta Sivasspor’un yönetim kurulu bazında(Başkan Otyakmaz) soruşturmanın içinde. Kendi kulüp başkanları için de tutuklama kararı çıkarılmışken Korcan’ın sözleşmesini feshetmek tam olarak ne anlama geliyor? Mecnun Otyakmaz hakkında Sivasspor’dan gelecek açıklamaları merakla beklemekteyim. Acaba Mecnun Otyakmaz’ın da sözleşmesi feshedebilecek mi?
6 Temmuz 2011 Çarşamba
ALTYAPI BİR FELSEFEDİR
Liga Adelante olarak adlandırılan İspanya 2.Ligi’nde mücadele eden ve hemen tamamı La Masia çıkışlı olan Barcelona B Takımı da Liga Adelante’de başa güreşmesine ve tansiyonu yüksek maçlar oynamasına karşın Fair-Play ödülünü kimseye kaptırmadı. Bu iki örnek dahi futbolda altyapının felsefe olduğunu, oyunculara altyapıda sadece futbolun değil, insanlığın da öğretildiğinin bir göstergesi.
Son olarak, konuyu Türkiye’de altyapı dendiğinde akla gelen ilk mekân olan ancak son yıllarda rakibin genç oyuncuların tartaklanmanın da ötesinde dövüldüğü Florya’ya getirelim. Geçmişte gençlerin sadece futbol hayatının değil, hayatının merkezi olan Florya’nın geri gelmesi ve buradan çıkan ürünlerin Galatasaray terbiyesi ile yoğrulmasını dört gözle bekliyorum.
2 Temmuz 2011 Cumartesi
CİDDEN PERİ BUNLAR
Hiç de iyi başlanmayan bir turnuva ve açıkçası çok da umut vaat etmeyen maçlardan sonra finale kadar yürüyen bir Kadın Basketbol Milli Takımı. Özellikle ilk grup aşamasında Rusya ve Litvanya’ya iyi oynamayarak yenilen ve kendisine göre oldukça zayıf Slovakya’yı yenerek kendisini 2.grup aşamasına atan Milliler burada kendisini yavaş yavaş bulmaya başladı ve güçlü Çek Cumhuriyeti’ne yenilse de aşağı yukarı benzer kalitede olan Büyük Britanya ve Belarus’u yendi ve çeyrek finale çıktı.
Şampiyonluğun ciddi favorisi olmayan takımlar bu yolda yürüyebilmek için son derece koordine bir takım oyununun üstüne her maçta farklı yıldızlar çıkarmak zorunda. İşte Potanın Perileri, geride kalan maçlarda, her maç süper olan Birsel Vardalı’nın yanına maç maç Şaziye İvegin, Nevriye Yılmaz, Tuba Palazoğlu ve Nevin Kristen Nevlin’i eklemeyi başararak finale yükseldi.
Elbette bu final bizim takımımızı rehavete sokmamalı, kapasitemizi olduğundan fazla hissettirmemeli. Çok ciddi takım savunması, her anlamda yardımlaşma, az sayıda yıldız oyuncu, çok çok iyi bir koç ve gelen final. Finalde oynayacağımız Rusya ile gruplar aşamasında karşılaştık ve fark yediğimiz ilk periyot dışında tüm periyotlarda da skor anlamında üstünlük bizdeydi. Dolayısıyla bu, finalde de ciddi bir şansımız olduğunun göstergesi. Olimpiyat elemelerine katılmayı çoktan garantileyen, şampiyon olursa Olimpiyat’a direk katılacak olan Periler’in, 2 kez finale gelen ancak altına ulaşamayan Erkek Milli Takımımızın şanssızlığını kırarak şampiyon olması en büyük dileğimiz.
24 Mayıs 2011 Salı
HANGİSİ FATİH TERİM OLACAK
Sonrası malum… Türk futbol tarihinin en büyük başarısı UEFA Kupası ile taçlandırılmış 4 sene üst üste lig şampiyonluğu. Şimdi burada 1996 ile 2011’i benzer kılan birçok nokta var. Aykut Kocaman’lı Fenerbahçe Şenol Güneş’li Trabzonspor’dan şampiyonluğu yine sökmeyi başardı. Galatasaray’ın 96’ya göre çok daha kötü gittiği sezondan sonra yolun çıktığı adres yine aynı oldu: Fatih Hoca.
İşte tam bu noktada yol ikiye ayrılıyor. Fatih Terim ilk döneminde olduğu gibi Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu bir sezondan sonra geldiği Galatasaray’da büyük başarılara yürüyebilir. Yine üst üste şampiyonluklar, beynelmilel başarılar tadabilir. Şu anda ligi 8.bitirmiş bir takımı baz alarak konuştuğumuzda bu pek müsait görünmese de 96 yılındaki takımın durumunu hatırlayan biri olarak “asla olmaz” diyemem.
Bir de yine Galatasaray camiasının içinden yetişmiş ve çok sevilen Fatih Terim kadar, Fenerbahçe’nin içinden gelen ve camiasında en az Fatih Terim’in Galatasaray’da olduğu kadar sevilen Aykut Kocaman’ın durumu var. Fatih Terim de ilk döneminde 9 puan geride kaldığı ilk yarı sonrası şampiyonluğu kazanmış ve gerisini de getirmişti. Yine içinden yetiştiği camianın başında olan Aykut Kocaman’ın da böyle bir şansı kağıt üzerinde mevcut.
Açıkçası Aykut Kocaman’ın taktisyen yönünü hiç beğenmiyorum. Sıkıntılı karşılaşmaları çözecek taktiklerine şu ana kadar hiç rastlamadım desem yeridir. Ancak son 18 karşılaşmanın 17’sinde kazanmış bir hoca olarak tebriği hak ettiği yadsınamaz ve dediğim gibi pek inanmasam da devamını getirme ihtimali en azından kağıt üzerinde mevcut.
1996-2011. Aradan 15 yıl geçti ama birçok benzerlik mevcut. Özellikle Galatasaray ve Fenerbahçe açısından. Bakalım önümüzdeki 3-4 yıllık periyodun yeni Fatih Terim’i kim olacak? Gerçek Fatih Terim mi yoksa Aykut Kocaman mı?
JAJA - COLMAN - ALANZINHO
Harika geçen bir ilk yarı ve toplanan 42 puandan sonra zaten planlarda hiç olmayan Teofilo sıkıntısı yaşanmışken salt keyifleri uğruna takımlarını sabote eden bu 3 oyuncu 2. yarının başında kaybedilen o puanların (Ankaragücü, Fenerbahçe, Antalyaspor) baş müsebbibidir. Elbette tüm futbol takımının, teknik heyetin de bazı hataları olmuştur ancak kusursuz işleyen bir makineye çomak sokan, belli sarsıntılara sebep olan bu üçlünün Trabzonspor tarafından piyasalarının da iyi olduğu şu dönemde satılarak cezalandırılması ve Trabzonspor’un bu isimlerden kurtarılması gerektiğini düşünüyorum.
Bu tezi kanıtlayan bir başka güçlü argüman ise Trabzonspor’un 2.devre başında tekledikten sonra yine o eski harika işleyen makine düzenine kavuşabilmesi. Bu potansiyeli olan bir futbol takımına ve teknik heyete sahipken sadece 8-10 gün daha fazla tatil yapmak için takımı kesin bir tabirle sabote eden bu oyuncuların Trabzonspor formasını kesinlikle hak etmediklerine inanıyorum.
Son söz de Şenol Güneş hocaya. Kısa zamanda çok önemli ve tabanca gibi bir takım yarattı. Ama o disiplinsizliklere göz yumarak belki de şampiyonluğu bir kez daha Fenerbahçe’ye verdi. Eğer zaten moral bozukluğu yaşayan camianın bu sezonki şekilde devam etmesini istiyorsa bu isimleri para ederken elden çıkarmalı ve takımda dizginleri bir daha kısa vadeli olsa da bırakmamak üzere eline almalıdır.
Not: Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır.
23 Mayıs 2011 Pazartesi
SEZONUN 11'İ
Kalede Volkan Demirel ile aralarında çok gidip gelsem de hem gösterdiği inanılmaz performans hem de gelişim için tercih Onur Kıvrak oldu. Geçirdiği sakatlığı bir an evvel atlatıp yeniden sahalara ve Milli Takım’a dönmesi dileğiyle…
Defansta aslında bu sezon birçok oyuncunun güzel futboluna şahit olduk. Sağ bekte Serkan Balcı, göbekte Giray Kaçar, Dany, Yobo, Serdar Kesimal güzel futbol seyrettirdiler. Ancak Gökhan Gönül, Egemen Korkmaz ve Lugano ciddi anlamda fark yarattılar. Sol bekte bir ihtimal Hasan Ali Kaldırım alternatif oalbilecek bir performans sergiledi ama Santos’un özellikle ikinci yarıda Fenerbahçe’ye çok faydalı olduğunu ve bu kadroda yer almayı hak ettiğini söyleyebilirim.
Ön libero mevkiinde Colman ve zaman zaman burada oynayan M.Topuz’a sezon içinde gelişim gösteren G.Antep’ten Orhan Gülle ile Kayserispor’dan Abdullah Durak’ı ekleyebiliriz. Ancak savunma ve asıl önemlisi hücumda Trabzonspor’a verdikleriyle Selçuk İnan ve Fenerbahçe’nin dinamizminde başrol oynayan isimlerden Emre Belözoğlu kesinlikle diğerlerinden bir adım önde duruyor. Açıkçası Selçuk İnan kimin elinde kalacak, çok merak ediyorum. Zira gittiği kulübe çok şey katacak bir oyuncuya dönüştü son 2 senede.
Hücumcu orta saha diyebileceğimiz mevkiler için fazla uzaklara bakmaya gerek yok. Gol ve asist krallığında zirvede olan Alex ile Trabzonspor’un bu sezonki gol makinesi Burak Yılmaz bu kadroda yer almayı analarının ak sütü gibi hak etti. Yine Gaziantepspor’dan Olcan Adın da Fenerbahçe altyapısından futbolcu çıkmaz düşüncesini boşa çıkarırcasına iyi bir sezon geçirdi. Bu mevkide Manisaspor’dan Josh Simpson, Eskişehirspor’dan Sezer Öztürk, Jaja, Simao, Cernat, Amrabat, Tita gibi oyuncular da oldukça iyi bir sezon geçirdi.
Forvette ise 2. yarı fazla oynamamasına rağmen, oyun tarzı, dominantlığı ve ilk yarıda yaptıklarıyla Emenike kadroda yer almayı başardı. Emenike’nin Karabükspor’dan ayrılacağı hemen hemen kesin. Onu alacak takımın çok önemli bir transfer yapmış olacağını söylemek yanlış olmaz. Gaziantepspor’a 2.yarıda katılan Cenk Tosun’u da burada es geçmemek gerek. Yer aldığı 14 maçta attığı 10 gol profesyonel arenaya ilk kez çıkan bir oyuncu için çok ciddi sayılar. Zaten Cenk de bunun karşılığını A Milli Takım’a çağrılarak almış oldu.
21 Mayıs 2011 Cumartesi
A2 LİGİ ŞAMPİYONU GALATASARAY
Tüm sezon boyunca liderlik mücadelesini bırakmayarak kendi grubunu lider bitiren Galatasaray, finalde diğer grubun lideri Kayseri Erciyesspor’u 2-0 yendi ve haklı bir şampiyonluğa ulaştı. A Takım’ın inanılmaz kötü gittiği sezonda bile bu şampiyon takımın Anıl Dilaver dışında yukarıya kimseyi verememesi oldukça şaşırtıcı. Aslında Sinan Osmanoğlu, Cumhur Yılmaztürk, bugünkü finalde süper bir gol atan Cem Sultan, Berkin Arslan, Eray İşcan gibi Galatasaray kadrosunda yer alması muhtemel isimlerin olduğu bu takımdan Galatasaray’ın son 10 haftadaki hedefsizliği de göz önünde bulundurularak yararlanılmalıydı diye düşünüyorum. Özellikle son 3 haftada Bülent Ünder’in “Artık ligde gençlere şans vereceğim” deyip sonra A2 Ligi şampiyonluğu için çark etmesine en çok bu takımın oyuncularının bozulduğunu iyi biliyorum.
Fatih Terim’in ve bugün Alanya’da maçta olan Abdürrahim Albayrak’ın tekrar kulüpte olmasıyla altyapıyla daha fazla ilgilenileceğine şüphe yok. Bu ilgi doğru bir planlamayla birleşebilirse yeni Bülent Korkmazlar, Suat Kayalar, Okan Buruklar, Arda Turanlar’ın çıkması uzak bir ihtimal değil.
Geleceği bir tarafa bırakıp şimdiye bakarsak, A2 seviyesini büyük bir başarıyla geride bırakan ve birçoğu artık profesyonel liglerde olması gereken bu kadrodan gelecek sene Fatih Hoca ile çalışacak en az 3-4 futbolcu olacağını düşünüyorum. Sözleşme sorunu henüz giderilemeyen Cem Sultan, Berkin Arslan, kaptan Cumhur, Sinan Osmanoğlu ve kaleci Eray gelecek sene Anıl Dilaver ve Emre Çolak’a katılmalı, kadroda olmalıdır. Geleceği parlak görünen diğer oyuncular (Onur, Berk, Ahmet) ise ya gelişimleri izlenmek üzere kiraya verilmeli ya da profesyonel liglerde oynamaları için önleri açılmalıdır.
Son olarak bize şampiyon takımı bir kez daha tebrik etmek ve önlerinde uzun bir futbol hayatı olan bu genç futbolcuların başarılarının devamını dilemek düşüyor.
20 Mayıs 2011 Cuma
ALLAH'IN KAVLİ 3 MÜ?
Ancak Galatasaray’ın şu andaki şartları ve bu şartlardan ancak içinde bulunulan ortamı ve kulübün dinamiklerini bilen biri tarafından daha rahatça kurtarılabileceği gerçeği de gün gibi ortada durmakta. İşte bu yüzden, kulübü tanıyan birini getirebilmek için ya eski futbolculardan birini ilk kez teknik direktör olarak görevlendirecekti Galatasaray ya da eski teknik adamlardan birisi işbaşı yapacaktı. Ortamın şartları tecrübe gerektirdiğinden eski futbolculardan birinin getirilmesi gündemde dahi değildi, geriye Fatih Hoca, Lucescu ve Gerets ihtimalleri kaldı. Gerets’in özellikle şu andaki, takımlar arasındaki fark oldukça aza inmiş Türk futboluna uygun olmayan bir anlayışı var. Bunun ötesinde kulüp ve taraftar nezdinde takımı kurtaracak birisi olarak görülmemesi de kendisinin göreve getirilmemesinde başrol oynadı diye düşünüyorum.
Normal şartlarda benim adayım Mircea Lucescu olurdu. Başkan Aysal’ın da söylediği gibi Galatasaray’ın bir vefa borcunun olduğu Lucescu, son 10 yılda her gittiği kulüpte başarılı olması ve Türkiye’de bıraktığı izlerle göreve gelse kimsenin söz söyleyemeyeceği bir isimdi. 2000 yılında göreve geldikten sonra, o dönem Fatih Terim ile gelen büyük başarılar ve oynanan ofansif futbolla haklı olarak futbol şımarığı olan Galatasaray taraftarı tarafından daha defansif oynadığı ve tek farka razı olduğu için eleştirilen Lucescu, bugün göreve gelse o eleştirenler dahil desteklenirdi. Olmadı, Lucescu Aysal’ın da söylediği gibi çok rahat olduğu Ukrayna’da kaldı.
Peki, yine işbaşı yapacak olan Fatih Terim takımı toparlayabilir mi? Galatasaray’ın potansiyelini Fatih Terim’in potansiyeliyle birleştirerek düşündüğümüzde böyle bir ihtimalin olmadığını söylemek çok yanlış olur. Fatih Terim özellikle geçmişte yaptığı büyük yanlışlara düşmezse kesinlikle başarılı olacak yapıda bir hoca. Mevzu bahis Fatih Hoca olunca herkesin klişe olarak kullandığı “geçmişteki hatalara” kısaca irdelemekte fayda var elbette. Öncelikle ikinci döneminde yürüttüğü ve “transfer ishali” adını verebileceğimiz politikayı kesinlikle aklından silmesi gerekiyor. Bunun ötesinde 1993 Akdeniz Olimpiyatları şampiyonluğu ve bu dönemde Ümit Milli Takım’dan itibaren tanıdığı oyuncularla Galatasaray’da kurduğu iskeletle elde ettiği başarıları çok iyi hatırlaması çok önemli. Euro 2008’de başarıya gittiği yerli oyunculardan şu anda katkı verebilecek isimlere yine üst düzey katkı verebilecek yerli ve yabancı takviyeler yaparak başarılı olabileceğini düşünüyorum Fatih Terim’in. Tabii burada Fatih Terim’in kader birlikteliği yaptığı isimlerle yollarını ayırmama ihtimali aklımıza gelmiyor değil. Milli Takım’dan oyuncuları Ayhan Akman, Gökhan Zan, Hakan Balta (bunlara M.Sarp ve Barış’ı da ekleyebiliriz) gibi kesin gönderilmesi gereken oyunculara kucak açmamalıdır.
Fatih Terim’in bu dönemdeki en büyük şansı kendisine yardımcı olabilecek bir yönetim kurulu ve başkanın varlığı… Saha içi ve kadro hususundaki kararları kendisine bırakıp idari olarak ciddi anlamda yükünü hafifletecek bir oluşum var Fatih Hoca’nın: Ali Dürüst, Celal Gürcan, Abdürrahim Albayrak ve tabii ki Ünal Aysal.
Başkan Ünal Aysal’ın “Beklediğimden çok farklı bir Fatih Terim buldum. Astığı astık birini beklerken, oldukça paylaşımcı biri olduğunu gördüm” ifadesi çok önemli. Bu ekip bir şeyleri paylaşarak ve oyuncu seçiminde doğru kararlar vererek çok ciddi başarılara yürüyebilecek kapasitede. Başarılı olacakları elbette kesin değil ama bu kapasiteye sahip oldukları kesin.
Resmi açıklamanın ilk gününde söylenebilecekler bunlar, detaylara inmeye hocanın yardımcıları ve transferler açıklandıkça devam edeceğiz elbette. Türkiye’ye Avrupa Kupası başarısını ilk defa yaşatan ve taraftarlar tarafından çok sevildiği bir gerçek olan Fatih Terim’in başarılı olması ümidiyle.
Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır...
10 Mayıs 2011 Salı
REAL ADAMSIN
Ama dün açıklanan Nuri Şahin transferi hasreti kökünden bitirdi. Hamit Altıntop da sırada, o da büyük ihtimalle Mourinho’nun yanına gidecek. Aslında daha geçen ay Santiago Bernabeu’ya yaptığım ziyarette kulüp müzesinde şu ana kadar Real’de oynamış oyuncuların ve ülkelerinin isimlerini gördüğümde burada ne zaman Türkiye de yazacak diye düşünmüştüm. Mesut Özil’in Alman olarak gösterildiği o büyük listede artık Türkiye de yazacak. Sırf bunun için dahi Nuri Şahin tebrik edilir, edilmelidir, edilecektir.
Ancak benim için asıl volkan, altyapısını Türkiye’den almış, Türkiye’de yetişmiş bir futbolcunun adı Bernabeu’da yazdığı zaman patlayacak. Ve o zamandan sonra Türk Futbolu’nda bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
Nuri Şahin’in yükselişine baktığımızda U17 Dünya Kupası ile parlamaya başlayan ve arada duraklasa da zirveye giden kariyeri yolunun Mourinho’nun “yıldızımı kendim yaratırım” anlayışıyla kesişmesini sağladı. Nuri’nin 1-2 sene içinde üzerine inanılmaz katacağını ve Türk Milli Takımı’na kendisinden beklenen ama şimdiye kadar vermeye çok da fırsat bulamadığı katkıyı vereceğini düşünüyorum.
Bu transferlerle birlikte Türk oyuncuların Avrupa’da daha bir tercih edilir hale geleceğini düşünmek çok da mantık dışı değil. Özellikle ciddi anlamda konuşulan Arda Turan – A.Madrid, Gökhan Gönül – Barca, Selçuk İnan – Valencia transferleri de gerçekleşirse 2-3 yıl içinde Avrupa’ya ciddi bir Türk oyuncu ihracatı izleyebiliriz.
Bu yazı GazeteBilkent'te de yayınlanmıştır...
20 Nisan 2011 Çarşamba
PORTEKİZ İLK 5'E DOĞRU
Galatasaray’ın gelecek sene Avrupa Kupaları’nda olmayacağını göz önüne aldığımızda Türkiye Kupası’ndan gidecek takımın Beşiktaş olması ülke puanı olarak daha pratik gibi gözükmekte. Zira tecrübesiz takımlarımızın işleri gerek saha içi gerekse seri başı olmak anlamında oldukça zor.
Bu sezon ülke puanı olarak Avrupa Futbolu’na Portekiz damga vurdu ve vurmaya da devam edecek. UEFA Avrupa Ligi’nde son 4’e 3 takımla kalmayı başaran Portekiz bu sezonun en çok puan toplayan ülkesi olmakla kalmayacak ve 9. başladığı sezonda Fransa’yı uzun yıllardır içinde olduğu ilk 5’in dışına atacak gibi görünüyor. Porto geçmiş yıllarda da bu seviyelere gelmiş bir takımdı belki ama Benfica ve özellikle Braga’nın katkısı inanılmaz boyutlara ulaştı. Bu takımlardan birisinin(Benfica-Braga) zaten final oynaması garanti. Dolayısıyla Portekiz’in bu sezon kazanılacak çok puanı var.
Gelecek sezonun yorumları için önümüzde daha çok zaman var ama Trabzonspor, Fenerbahçe geçen seneden tecrübe kazanmış bir Bursaspor’un üzerinde ciddi bir yük olacağını şimdiden söyleyebilirim.
30 Mart 2011 Çarşamba
MİLLİ TAKIM'DA YENİ BİR OLUŞUMA DOĞRU
Orta sahanın en gerisinde Almanya Ligi’nde fırtına estiren Dortmund’un ataklarını şekillendiren oyuncuyu, Nuri Şahin’i kullanmak, Nuri’nin mantıklı kullanılmaması olarak lanse edilebileceği gibi, Milli Takım’ın orta sahanın en gerisinde dahi topa hükmedebilecek oyuncu istediği şeklinde de yorumlanabilir. Dün akşamın yorumu tamamen ikincisiydi. Aslında Nuri ile Selçuk İnan’ın yerleri gerek fizik gerekse yaratıcılık yönü açısından farklı da olabilirdi ama o da teknik direktörlük nüansı. Orta sahasında mücadeleci yönü en baskın gelen adam Hamit Altıntop ise o orta saha gönüllerin arzuladığı futbol oynamak isteyen, ileriyi düşünen, topu seven bir orta sahadır. Nitekim Arda Turan ve Mehmet Ekici ile bunu fazlaca yapmaya çalıştık. Ekici ilk resmi maçında ne kadar teknik bir oyuncu olduğunu ortaya koydu ama bu ortama alışması gerek, biraz da futbolunu hızlandırması.
Mücadele olarak karşılaşmayı oldukça isteyen bir takım görmek Türk izleyiciler adına çok önemli. Çünkü karşılaşma sırasında enerjisi oyuncuların enerjisiyle doğru orantılı olarak değişen bir taraftar profilimiz var. Dün bu enerji genel olarak oldukça iyi seviyedeydi. İlk yarıda uyutan tarzda bir futbol olmasına rağmen takımın mücadele olarak takdir kazanması bunun en açık göstergesi olsa gerek.
Hücum anlamında Arda Turan’a çok endeksli bir takımımız var. Gerçi, milli formalı arda Turan bugüne kadar takımının ihtiyacı oluğu her şeyi ortaya koydu, tüm eksiği giderdim Yine de tek oyuncuya fazlaca bağlı kalmak çok riskli bir olay, Hiddink’in en çok yoğunlaşması gereken şey bu olmalı. Bir de Semih Şentürk’ün yedek kalması olayı var ve bunca teknik adamdan sonra kendisini yedek bırakanlar kervanına Hiddink de katıldı. Bu adam hep ilk 11’de olmalı diye haykırmak istiyorum ama susuyorum. Cenk Tosun’un da A Milli Takım için çok büyük katma değer olacağını unutmayalım.
Savunma olarak bakarsak da gayet sağlam duran bir görüntü çizdik maç boyunca. Gökhan Gönül, Servet ve Serdar harika maç çıkardı. Hakan Balta klasik kopukluklarını yine yaşasa da bu seneki performansını çok iyi bildiğimden, “buna da şükür” demek gerek. Milli Takım’ın sol beke acilen ciddi bir çözüm bulması gerekiyor. Hiddink, İsmail Köybaşı’nı direk düşünmediğine göre ona tam oalrak güvenmiyor. Barcelona’nın takibinde olan ve Fransa Genç Milliler’de oynayan Atila Turan’ın tam durumu nedir, o konuda net bir bilgi yok. Savunmada son not bu seneyi harika geçiren Volkan Demirel’e… Kalede inanılmaz sağlam duran bir kaleci. Hata yapmadı mı yaptı, hala yapabilir mi yapabilir. Ancak çok önemli kaleciler dahi takımlarını yakan hatalar yapabiliyor. Ya çoluk çocuğa ya da 41 yaşındaki veteranlara bakan Wenger’in artık uyumaması, Volkan’ı görmesi gerekiyor.
Avusturya’yı yenerek ikincilik için son gücümüze kadar savaşacağımızı gösterdik. Şimdi bundan çok daha zorlu geçecek bir Belçika deplasmanı var. Kaybedersek işimiz mucizeye kalır, kaybetmezsek ikinci olmamamız mucize olur. İşte böylesine bir maç olacak Haziran ayında.
Son haber ise maçtan hemen sonra İlkay Gündoğan ile alakalı… Almanya’yı seçtiğini açıklayan İlkay Gündoğan’ı, Hiddink’in bu hafta sonu Nürnberg-Köln maçında izleyeceği ve ikna için uğraşacağı söyleniyor. Açıkçası bu kreatif orta sahada İlkay Gündoğan’ın kesinlikle yeri var. Hatta takımın ileriye doğru taşınmasını çok daha kolaylaştıracak bir elemen olacaktır. İlkay’ın Nisan’da gireceği okul sınavlarını atlattıktan sonra sezon sonuyla beraber Türkiye’yi seçeceğine dair de bir dedikodu dolaşıyor. İlkay Gündoğan ve Ömer Toprak konuları çok uzadı ve herkes olayları başka bir tarafa çekiyor. Bekleyip görmek lazım…
28 Mart 2011 Pazartesi
KİTAPTA BU DA YAZIYORMUŞ
Aslında Galatasaray geleneklerine yakışan bir hadise değil bu. Geçmişte hiç yaşanmamış, şimdilerde bu yazıyı okuyan herhangi birinin evine 100 metre uzaklıktaki bir Anadolu Lisesi’nde farkı maalesef kalmamış Galatasaray Lisesi’nin esas kültürünü almış Galatasaraylılar tarafından hiç tercih edilmemiş bir vaka. Galatasaray kültüründe oldukça önemli bir yere sahip olan “kol kırılır, yen içinde kalır” düsturuna uymayan bir oylama.
Ben her şeye rağmen kongrenin görev verdiği bir başkanın, eğer kendi iradesiyle bırakmak istemiyorsa, olağan kongreye kadar gitmesi en doğru yol olacaktı. Ancak ortada bir gerçek var ki, futbol anlamında 3 yıllık Adnan Polat döneminde oldukça kötü bir yönetim sergilendi. Ancak Galatasaray’da görev süresi bitmeden gönderilecek bir başkan varsa bu kişi, 1995 yılında Galatasaray’ın tarihinde ilk defa bir teknik adamı sezon bitmeden gönderen ve bu kapıyı açan Adnan Polat olacaktı, olmalıydı. Saftig’in gönderilmesiyle kulüp kültüründe daha önce hiç olmamış bu olayı ilk kez yaşatarak Galatasaray’ı bu olayla tanıştıran Polat daha sonra da Feldkamp, Skibbe, Rijkaard ve Hagi gibi isimleri sezon bitmeden gönderdi. Sırf bu bile yapılanların bir şekilde bir geri dönüşü olduğunun bir göstergesi.
Aslında kendi yönetiminde Mehmet Helvacı gibi bir yönetici bulunmasa Adnan Polat en azından olağan süresini tamamlamayı başarabilirdi ancak takımın başarısızlığına TT Arena’nın idare edilemeyen açılışı ve bölük pörçük hale gelmiş yönetim kurulu da eklenince bu hazin son geldi. Yine de belki de 16-17 senedir ortalarda görünmeyen Yurdaşen Karahasan’ın dün söylediği gibi “Galatasaray ananelerinde bulunmayan bu olay, kulübe hiç yakışmadı”.
Galatasaray’ın 1995’te girdiği ve daha sonra da çözüm olmadığını bile bile uygulamaya devam ettiği teknik direktörleri görev süresi bitmeden gönderme yolunda olduğu gibi, yönetimlerin ibra olmamasının da daha sonra sıkça başvurulacak bir yol olmaması şu anda en büyük dileğim. Bu karar Adnan Polat tarafından mahkemeye taşınmazsa kısa bir süre içinde kongreye gidilecek ve yeni bir yönetim gelecek.
Bu yönetimde bulunan ve istifa ile ayrılmış isimler bir sonraki seçime giremeyecek. Burada Adnan Polat, Cemal Özgörkey ve muhalif Mehmet Helvacı gibi potansiyel adaylar otomatikman eleneceği için tek aday olarak Ünal Aysal kalmış olacak.
27 Mart 2011 Pazar
MOURINHO KOORDİNELİ TAYFUR HAVUTÇU
Yıldırım Demirören’in Jose Mourinho ile Special One’dan akıl-fikir almak için buluşmuş olması başlı başına büyük bir hadisedir. Aslında Yıldırım Demirören’i tanımasak işi çok iyi bilen, son derece katılımcı, çevresindekilerin fikirlerine inanılmaz önem veren bir başkanla karşı karşıya olduğumuzu düşüneceğim ama neyse ki 2004’ten bu yana yaşananları çok iyi biliyorum. Yine de Mourinho ile görüşmek, kendisi başka takımın, ki o takım Real Madrid, Beşiktaş ile alakalı fikir almak, şaka yollu da olsa transfer teklifi yapmak, Beşiktaş için çok mühim, marka değerini yükselten gelişmeler.
Ancak ben bu resmin altında başka bir gerçek sezinliyorum. Mourinho da olsa gelecek sezon kulübün başında olmayacak bir teknik adamdan oyun mantalitesi ve transferler hususunda fikir almak Beşiktaş’ın gelecek sezon bu fikirlerden yararlanacak bir teknik adamla çalışacağının göstergesi. Yani ismi geçen Quique Sanchez Flores, Luiz Felipe Scolari veya bunların türevi yabancı bir hoca ile anlaşıldığında bu isimler kendi planları doğrultusunda hareket eder, tüm istediklerinin olmasını şart koşar ve Mourinho’ya ait olsa dahi o planların, fikirlerin üzerini çizerler.
Dolayısıyla Beşiktaş gelecek sene az da olsa Mourinho koordineli bir Tayfur Havutçu ile çalışmayı planlıyor diye düşünüyorum. Kulüplerimizin yabancı hocalarda genel olarak karşılaştığımız ciddi sorunları gördükten sonra bu uygulamaya gitmesi çok mantıklı olacaktır. Özellikle Bursaspor’un geçen sezon Ertuğrul Sağlam ile şampiyon olması, bu sezon ilk 4’te bulunan tüm takımların hocalarının yerli olması önemli şeylerin göstergesi. Galatasaray ve Beşiktaş’ın da zaman kaybetmeden kendilerini gelecek sezonda en çok güven duyacakları yerli teknik adamlara emanet etmeleri şart!!!
26 Mart 2011 Cumartesi
BÜLENT ÜNDER vs JUPP HEYNCKES
Bu isimlerin hepsi önemli hocalar ama bu yazının konusu Bülent Ünder’in gelişi ve Jupp Heynckes. Aslında Jupp Heynckes gibi Real Madrid’i çalıştırmış, Şampiyonlar Ligi Kupası kazanmış bir teknik direktörle Bülent Ünder’i aynı satırlarda görmek ilk etapta inandırıcı gelmeyebilir ancak 2 teknik adamın bazı benzer yönleri yok değil. Jupp Heynckes de 2 sezon önce aynı Bülent Ünder örneğinde olduğu gibi 8 hafta kala emanetçi olarak Bayern Münih’in başına geçmişti. Sezon sonunda ayrılıp Bayer Leverkusen’e giden Heynckes böylece 2 sezon sonra tekrar Bayern’e dönmüş oldu. Bu Heynckes’in Bayern Münih’te 3.dönemi olacak (1987-1991, 2009).
Keza aynı şekilde Bülent Ünder’in de Galatasaray’da teknik anlamda 3. defa görev alışı olacak bu. 1996-2000 yılları arasında Fatih Terim’in yardımcılığını yapan Bülent Hoca, Eric Gerets döneminde ise rakip takımları analiz eden kilit bir pozisyonda görev yaptı. Aslında iki dönemde de kendi adına oldukça başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak ortada bu başarılı dönemlere taban tabana zıt duran bir başka gerçek var ki Bülent Ünder teknik adamlığa başlayalı 20 sene olmasına karşın sadece 3 teknik direktörlük deneyimi yaşadı ve hepsi çok kısa sürdü. Yani birinci adamlıkta verimli olmayan ama yardımcı rollerde şova yönelen bir karakterle karşı karşıyayız.
Hagi’nin ayrılışı bambaşka bir konu ve 8 hafta kala şu takımı emanet edebileceğiniz nadir adamlardan biridir Bülent Ünder, Cevat Güler örneğinde olduğu gibi. Galatasaraylılar nasıl Hagi’nin ayrılacağını biliyorlarsa Bülent Ünder ve Tugay Kerimoğlu’nun da gelecek sene takımın başında olmayacağını net olarak biliyor. Burada önemli olan kulübün içinde bulunduğunda hep başarılı bir grafik çizen Bülent Ünder’i gelecek sezon da teknik kadroda tutabilmek, tabii ki yardımcı antrenör olarak.
24 Mart 2011 Perşembe
ÇAKMA TÜRKİYE 2-0 HAKİKİ TÜRKİYE
Serdar Taşçı ve Mesut Özil’i kaybettik, geçmiş olsun dedik. İlkay Gündoğan’ı kaybetmek üzereyiz, geçmiş olsun diyeceğiz. Ömer Toprak’ın durumu muallak… Bir geçmiş olsun da ondan gelmesin diye uğraşıyoruz. Ama bu 1994 jenerasyonuna nasıl bir çare bulacağız, bu gerçekten çok zor bir konu. İçinde gerçekten çok yetenekli oyuncuların bulunduğu 10 kişilik bir Türk oyuncu havuzu var Almanya U17 Milli Takımı’nda. Başka hiçbir yaş kategorisinde karşımıza çıkmayan bu durumun lehimize döndürülmesi için hala şansımız var ve bu oyuncuları Türk Milli Takımı için oynamaya ikna edebiliriz. Özellikle kaptan Emre Can, Levent Ayçiçek ve Samed Yeşil’in ikna edilmesi çok önemli.
TFF Genel Koordinatörü Ersun Yanal, maçtan sonra oyuncuların seçimine saygı göstermeliyiz tarzında konuşmuş. Oyuncuların seçimine saygı gösterebiliriz belki ama toplamda 11 kişilik bir oyuncu havuzundan sadece 1 oyuncuyu bu yaş kategorisindeki Milli Takım’a alabilen federasyona saygı gösterme ihtimalimiz çok az. Tek umut bağladığım nokta oyuncuların tercihlerini, A Milli Takım düzeyi için durumları netleşene kadar Almanya dolayısıyla Avrupa Birliği pasaportlarını kaybetmemek adına Almanya’dan yana kullanmış olmaları. Böyle bir durum mevcutsa genç takım seviyelerinde Almanya için oynayıp sonrasında Türkiye A Milli Takımı’nı seçen Mehmet Ekici ve Cenk Tosun örneklerinde olduğu gibi bu oyuncuların bazılarını anavatan forması altında seyretme şansımız olabilir. Yine de Almanya havuzundaki Türk oyuncu sayısının 10 olması bazı oyuncularımızı kaybedeceğimizin önemli bir göstergesi.
NİHAT DOĞAN VIP'DE?!?
23 Mart 2011 Çarşamba
SADECE OYUNCULAR MI EMEKLİ OLUR? YA FORMALAR
Bu uygulamanın en popüler örneklerine göz atacak olursak, Rum ekibi Anorthosis’te Temur Ketsbaia’nın 14 numaralı forması artık giyilmiyor. Yine 2003 Konfederasyon Kupası’nda maç içinde hayata gözlerini yuman Marc-Vivien Foe anısına Fransa’nın Lens takımı 17, İngiltere’nin Manchester City takımı ise 23 numaralı formasını müzeye kaldırmış durumda. Macaristan’ın Honved kulübünde kimse Ferenc Puskas’ın 10 numaralı formasını sırtına geçiremiyor.
Aslında bu duruma İtalya’da biraz daha sık rastlıyoruz. Akdeniz insanı olmalarının etkisiyle olsa gerek biraz daha duygusal olan İtalyanlar formaları müzeye kaldırmak hususunda 1 numara. Inter kulübü Facchetti’nin 3 numaralı formasını kimseye vermiyor. Brescia’da İtalyan futbolunun gelmiş geçmiş en önemli figürlerinden Roberto Baggio’nun 10 numaralı formasını giymek yasak. Napoli’de takımı tek başına şampiyon yapmak deyiminin ne olduğunu tüm dünyaya gösteren Diego Armando Maradona’nın 10 numaralı forması halen müzede. Maradona’nın forması Dünya Kupası gibi -23 arası tüm numaraların oyunculara kesin olarak verildiği turnuvalar dışında Arjantin Milli Takımı’nda da kimseye verilmiyor.
Milan’da 2 forma “off” durumda. Franco Baresi (6) ve Paolo Maldini (3) kutsal oyuncular sınıfında. Maldini’nin durumu biraz daha özel. Bu forma gelecekte sadece, eğer futbolcu olurlar ve Milan’da oynayabilirlerse kendi çocukları tarafından kullanılabilecek. Ajax takımı da en büyük efsanesi Johan Cruyff’un 14 numaralı formasını kimseye vermiyor. Ve seon olarak Pele. Avrupa futboluna adım atmayan, Brezilya dışı tecrübesini de Amerika’da yaşayan Pele’nin 10 numaralı forması New York Cosmos takımı tarafından müzeye taşındı.
Bir de 12 numaralı formalarını hiçbir oyuncusuna vermeyip, taraftarı için ayıran futbol kulüpleri var. Bence bu da taraftarın özel bir yere sahip olduğunu göstermek açısından önemli. Ülkemizden sadece Fenerbahçe’nin bulunduğu bu grubun başını Flamengo, Sparta Prag, Bayern Münih, Werder Bremen, Genoa, Feyenoord, CSKA Moskova, Basel, Dinamo Kiev gibi takımlar çekiyor.
Daha detaylı bilgilere ulaşmak isteyenler BU sayfayı ziyaret edebilir.