2000 yılında UEFA Kupası'nın kazanılmasından beri, bu kadroya gereken değerin bir türlü verilmediği, kadrodaki efsane isimlere dahi vefasızlık yapıldığı söylenilir. Gerçekten de Başkan Faruk Süren'in her yıl 17 Mayıs tarihi yakınlarında artık gelenekselleşen yemekleri olmasa herhangi bir aktivite yapılmıyor Türk futbol tarihinin en büyük başarısıyla ilgili. Hatta ilk olarak NTV ve NTVspor'un katkılarıyla toplu olarak canlı yayına katıldı o zamanki teknik heyet ve futbolcular(O programla ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz). Adnan Polat'ta başkan olduğundan bu yana geçmişte birtakım küskünlükler sonucu ayrılmış olan efsaneler için düşünceleri olduğunu dile getiriyordu. Bunlardan ilkini 2000 yılının efsanelerini Galatasaray Adası'nda bir araya getirerek gerçekleştirdi. Fatih Terim geceye geçirdiği ağır operasyondan ötürü ne yazık ki katılamadı. Buradan hocaya da geçmiş olsun diyorum. Geceye Hakan Şükür, Hagi, Bülent Korkmaz, Ümit Davala, Arif Erdem, Suat Kaya dahil olmak üzere bir çok futbolcu katıldı. Hakan Şükür'ün "Evet, kırgınlıkları olan arkadaşlarımız var, ancak biz bu kupayı yöneticiler için değil Galatasaray için kazandık ve bu yüzden buradayız" açıklaması gerçekten her şeyi özetliyor.
Aslında ben bu yazıda bu geceyi ve 17 Mayıs 2000'i değil, bu süre zarfında yapılan vefasızlıkların nedenini tartışacağım. İlk olarak futbolumuzun vizyonunun genişlemesinde gerek yöneticilik gerekse başkanlık döneminde inanılmaz katkısı olan Başkan Süren... UEFA Kupası alındıktan sonra, 96 yılında göreve gelen ve daha sonra bir şekilde anlaşamayan Başkan Süren ve o dönemin sekreteri Özhan Canaydın sürekli karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Kulübün girdiği borç yükünü kullanan Canaydın sürekli başkanın altını oyuyordu. Gözü başkanlıktan başka hiçbir şeyi görmeyen Canaydın, kendisinin liseli Süren'in ise alaylı olmasını kullanarak, Faruk Süren'i Galatasaray'ın parasını yiyen biri olarak gösterip, kulübün olağanüstü kongreye gitmesini sağladı ve Mart 2002'de de başkan oldu. Bu belki de yapılan ilk vefasızlıktı ve altında Canayın imzası taşıyordu.
Başkan olduktan sonra göreve Fatih Terim'i getirirken şampiyon takımın teknik direktörünü gözünü kırpmadan göndermesi Fatih Terim geldiği için o dönemde hiçbir Galatasaraylıyı üzmedi belki ama Lucescu'nun futbol anlayışını sevmeyen biri olarak ben dahi kesinlikle bunun bir vefasızlık olduğunu düşünüyorum. Fatih terim döneminde yapılan onca başarısız transferden sonra doğal olarak başarısızlık vardı. Belki de Terim vaadiyle kazandığı seçimi unutup yine koltuk telaşına düşen Canaydın bu seferde efsane teknik adamı göndermeyi ve bir başka efsane Hagi'yi takımın başına getirmeyi seçti. Başarısızlık durumunda herkes bir takım bedeller ödemeli tabii ama Canaydın döneminde bu kural Canaydın hariç herkes olarak değişiyordu ve büyük bir vefasızlık daha yapılıyordu.
1995'te Tugay Kerimoğlu'nun yerine kaptan olduktan sonra aralıksız 10 yıl bu görevi sürdürdü Bülent Korkmaz. Nice şampiyonluklar, Türkiye Kupaları onun ellerinde havalandı. UEFA Kupası, Süper Kupa'yı kaldırdı. Milli Takımımızın dünya 3.lüğünde kaptan yine oydu. 2005 yılına gelindiğinde yaşlanmıştı artık, futbolu bırakması gerekiyordu. Ama unutulmaz bir şekilde. Oysa Canaydın yönetimi bırakalım unutulmaz bir jübile yapmayı, kendisine ulaşılamadığını iddia etti. Milli Takıma katkılarından dolayı teşekkür ederek bir jübile yapmayı ve kaptanına vefa borcunu ödemeyi düşünen Fatih Terim ise Bülent Korkmaz'a ulaşmayı başarmıştı. Bulgaristan maçıyla hem milli takıma hem de futbola veda etmişti büyük kaptan. Bu ayıp da Canaydın'ın 3.vefasızlık eserini oluşturuyordu.
Ve Hakan Şükür. Olaylı bir biçimde yaptığı 2 İtalya macerasının ardından yine evine dönmüştü 2003'te Hakan Şükür. Golleriyle takımı sırtlamaya devam etmiş, kaptanlığıyla özellikle 2006 ve 2008 şampiyonluklarında inanılmaz pay sahibi olmuştu. Ancak kulübü gençleştirme yoluna giden Adnan Polat yönetimi 2008 Mayıs itibariyle Hakan'ın artık kulüpten ayrılmasını istemişlerdi. Bunu yaparken kendisine güzel bir jübile, adına spor okulları ve heykelinin dikilmesini teklif etmişlerdi. Ancak oynamak isteyen Hakan bu teklifleri kabul etmedi ve buruk ayrıldı. Burada belki de Türkiye'de hiçbir futbolcunun ulaşmayacağı teklifi yapan Polat yönetiminin tek eksiği ısrarcı davranmayıp Hakan'ın kabul etmesinin sağlayamamak oldu. Ama sonuçta Polat döneminde de küskünler kervanına Hakan Şükür eklenmiş oldu.
UEFA gecesinden çıkıp bu 9 yıllık geçmişte kısa bir yolculuktan sonra, gerçekten de bu dönemde önemli isimlere karşı hoş olmayan tavırlar söz konusu. Asıl mühim nokta ise bu kararların neredeyse hepsinin altında aynı kişinin Özhan Canaydın'ın imzasının olması...
Aslında ben bu yazıda bu geceyi ve 17 Mayıs 2000'i değil, bu süre zarfında yapılan vefasızlıkların nedenini tartışacağım. İlk olarak futbolumuzun vizyonunun genişlemesinde gerek yöneticilik gerekse başkanlık döneminde inanılmaz katkısı olan Başkan Süren... UEFA Kupası alındıktan sonra, 96 yılında göreve gelen ve daha sonra bir şekilde anlaşamayan Başkan Süren ve o dönemin sekreteri Özhan Canaydın sürekli karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Kulübün girdiği borç yükünü kullanan Canaydın sürekli başkanın altını oyuyordu. Gözü başkanlıktan başka hiçbir şeyi görmeyen Canaydın, kendisinin liseli Süren'in ise alaylı olmasını kullanarak, Faruk Süren'i Galatasaray'ın parasını yiyen biri olarak gösterip, kulübün olağanüstü kongreye gitmesini sağladı ve Mart 2002'de de başkan oldu. Bu belki de yapılan ilk vefasızlıktı ve altında Canayın imzası taşıyordu.
Başkan olduktan sonra göreve Fatih Terim'i getirirken şampiyon takımın teknik direktörünü gözünü kırpmadan göndermesi Fatih Terim geldiği için o dönemde hiçbir Galatasaraylıyı üzmedi belki ama Lucescu'nun futbol anlayışını sevmeyen biri olarak ben dahi kesinlikle bunun bir vefasızlık olduğunu düşünüyorum. Fatih terim döneminde yapılan onca başarısız transferden sonra doğal olarak başarısızlık vardı. Belki de Terim vaadiyle kazandığı seçimi unutup yine koltuk telaşına düşen Canaydın bu seferde efsane teknik adamı göndermeyi ve bir başka efsane Hagi'yi takımın başına getirmeyi seçti. Başarısızlık durumunda herkes bir takım bedeller ödemeli tabii ama Canaydın döneminde bu kural Canaydın hariç herkes olarak değişiyordu ve büyük bir vefasızlık daha yapılıyordu.
1995'te Tugay Kerimoğlu'nun yerine kaptan olduktan sonra aralıksız 10 yıl bu görevi sürdürdü Bülent Korkmaz. Nice şampiyonluklar, Türkiye Kupaları onun ellerinde havalandı. UEFA Kupası, Süper Kupa'yı kaldırdı. Milli Takımımızın dünya 3.lüğünde kaptan yine oydu. 2005 yılına gelindiğinde yaşlanmıştı artık, futbolu bırakması gerekiyordu. Ama unutulmaz bir şekilde. Oysa Canaydın yönetimi bırakalım unutulmaz bir jübile yapmayı, kendisine ulaşılamadığını iddia etti. Milli Takıma katkılarından dolayı teşekkür ederek bir jübile yapmayı ve kaptanına vefa borcunu ödemeyi düşünen Fatih Terim ise Bülent Korkmaz'a ulaşmayı başarmıştı. Bulgaristan maçıyla hem milli takıma hem de futbola veda etmişti büyük kaptan. Bu ayıp da Canaydın'ın 3.vefasızlık eserini oluşturuyordu.
Ve Hakan Şükür. Olaylı bir biçimde yaptığı 2 İtalya macerasının ardından yine evine dönmüştü 2003'te Hakan Şükür. Golleriyle takımı sırtlamaya devam etmiş, kaptanlığıyla özellikle 2006 ve 2008 şampiyonluklarında inanılmaz pay sahibi olmuştu. Ancak kulübü gençleştirme yoluna giden Adnan Polat yönetimi 2008 Mayıs itibariyle Hakan'ın artık kulüpten ayrılmasını istemişlerdi. Bunu yaparken kendisine güzel bir jübile, adına spor okulları ve heykelinin dikilmesini teklif etmişlerdi. Ancak oynamak isteyen Hakan bu teklifleri kabul etmedi ve buruk ayrıldı. Burada belki de Türkiye'de hiçbir futbolcunun ulaşmayacağı teklifi yapan Polat yönetiminin tek eksiği ısrarcı davranmayıp Hakan'ın kabul etmesinin sağlayamamak oldu. Ama sonuçta Polat döneminde de küskünler kervanına Hakan Şükür eklenmiş oldu.
UEFA gecesinden çıkıp bu 9 yıllık geçmişte kısa bir yolculuktan sonra, gerçekten de bu dönemde önemli isimlere karşı hoş olmayan tavırlar söz konusu. Asıl mühim nokta ise bu kararların neredeyse hepsinin altında aynı kişinin Özhan Canaydın'ın imzasının olması...