29 Haziran 2010 Salı

FIFA.COM - Süper Sistem


Dünya Kupası maçlarını isimleri yanlış telaffuz eden, maç içinde bilgi vermekten büyük bir dikkatle imtina eden spikerlerle izlemektense fifa.com'u takiplemenin keyfini çıkarmanın gerekliliğine iyiden iyiye inandım son zamanlarda. Tabii, kötü spikerlere rağmen TV'den görüntü keyfinin önüne hiçbir şey geçemez diyenler olabilir ben bu arkadaşlara da aynı anda fifa.com'u takip etmeyi öneriyorum. Maçla alakalı tüm bilgileri dakika dakika güncelleyen bir sistem mevcut. Gerçi fotoğraflarını da vereceğim ama maç içinde oyuncuların o dakikaya kadar ne kadar koştuğu, attığı kısa, orta ve uzun mesafeli pasların isabet oranı, oyuncuların 15'er dakikalık dilimlerde sahaya nasıl dizildiği, o dakikaya kadar oyuncuların saatte kaç km. hızla hareket ettiği sitede mevcut.


Maçların büyük bir bölümünü geride bıraktık belki ancak asıl önemli turlar şimdi başlıyor. Fifa'yı değerlendirmekte büyük fayda var. Bu arada, Portekiz - İspanya maçının adamı şu ana kadar kaleci Eduardo, golü yemesine rağmen...


SUPER MARIO JARDEL


Dünya Kupası maçlarını yaz, Galatasaray'ın Çağlar Birinci transferini enine boyuna incele, Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'nin başına geçmesini yorumla(ki bunu kesinlikle yapmak gerekir) diyenler olacaktır ama benim için bir adam mevzu bahisse gerisi tefferruattır, 2 elim kanda olsa derler ya o adam için yazı yazarım: Mario Jardel. Türk Futbolu'nun görüp göreceği en kaliteli oyuncu 36 yaşında Bulgaristan'a geldi. Geçen sezonun 7.si Cherno More Varna takımıyla sözleşme imzalayan Super Mario'yu bir daha Avrupa'da göreceğimi zannetmiyordum, yanılmışım. Nefes alır gibi gol atan bir oyuncu olduğunu izleyenler iyi bilir, benim en çok etkilendiğim oyuncuların başında geliyordu. Gol denince halen aklıma gelen ilk isim olması dahi bu blogda yer almayı hak ettiğini gösteriyor. Peki, son yıllarda doğru düzgün liglerde top oynamamış Jardel, 36 yaşındaki haliyle Bulgar Ligi'nde ne yapabilir? Çok başarılı olma ihtimali zayıf ama adı gol olan birinin 10 ve üstü gole ulaştığını görmek beni şaşırtmaz. Bulgar Ligi'nin çok kısır bir lig olmaması da Jardel'in golü hatırlamasını sağlayabilir. Çok abartı umuda sahip olmamak lazım gelmekte tabii ancak Jardel'i tekrar sevinirken görmek beni mutlu edecek, buna eminim.

Hatırlamayanlara Jardel'in kariyeri;
WIKIPEDIA / JARDEL

26 Haziran 2010 Cumartesi

2.TUR VAKTİ


Dünya Kupası'nda 64 maçın 48'ini tamamladık, grup aşamasını bitirdik. Şimdi sırada 8 maçın oynanacağı 2.tur var. Bazı önemli takımların gruplardan çıkamamasıyla(Fransa, İtalya) nispeten zayıf eşleşmeler de ortaya çıkmadı değil. İlk 2 gün maçlarına bakmakta fayda var.

26 Haziran

17.00 Uruguay-Güney Kore
Turnuva öncesi Uruguay'dan çok büyük sürpriz bekliyordum. Onlar da ilk turu gol yemeden ve lider bitirerek taş gibi olduklarını kanıtladı. Güney Kore, Yunanistan ile oynadığı ilk maçta tempolu gözüktü ama bunun Yunanistan'ın temposuzluğundan olduğu diğer maçlarda anlaşıldı. Uruguay bomba forvetleriyle Güney Kore'yi eleyerek çeyrek finale çıkacaktır.

21.30 ABD-Gana
Göze hoş gelen maçlardan biri olacağı kesin. 2006 Dünya Kupası'nda da karşılaşan bu 2 ekip, şu anda fizik olarak belki de kupanın en iyi takımları konumunda. Dolayısıyla maç içinde zaman zaman düşük tempo görsek de 90 hatta uzarsa 120. dakikada dahi alevlenebilecek bir maç olacak. Gana kupalarda sempati duyduğum takımdır, ABD de özellikle Bob Bradley'in teknik direktörlüğünde iyi işler yapıyor. Ortada bir maç, gönlüm Gana'dan yana.

27 Haziran

17.00 Almanya-İngiltere
Almanya her zaman olduğu gibi o alıştığımız disipliniyle iyi başladı turnuvaya. Sırbistan maçında hekem, Podolski, Klose çok fazla uğraşınca Sırbistan'ın çok istekli olmamasına rağmen mağlubiyet kaçınılmaz olsa da Gana maçında yine disiplinli oyunları ve Mesut Özil'in harika golüyle galibiyete ve liderliğe ulaşmayı bildiler. Diğer taraf ise ilk turu sıkıntılı geçti. Turnuvaya en büyük favoriler sınıfında gelen İngiltere belki de ilk maçta Robert Green'in yaptığı hatanın şokunu hala üzerinden atamadı. İngiltere - Almanya maçları her zaman zevkli olur. Gary Lineker "Almanlar bir şekilde kazanır" der fakat bu kez İngiltere - İtalya A.Ş. gülecektir.

21.30 Arjantin-Meksika
Turnuva öncesi Arjantin'i başarıya götürecek en önemli nokta, oyuncular değildi. Teknik Direktör Maradona'nın kadro ve maç seçimindeki tercihleri Arjantin için can alıcı noktayı oluşturuyordu. Elemelerde yapmadığı saçmalık kalmayan Maradona, Dünya Kupası'nda doğru tercihlerde bulunuca Arjantin de teklemeden üst tura çıktı. Meksika da Uruguay ile birlikte benim sürpriz adayı takımlarımdan. Zaten bu 2 takım gruptan çıkarak tehlikeli olduklarını tüm dünyaya göstermiş oldu. Yalnız bir gerçek var ki, Meksika ne kadar iyi olursa olsun, hata yapmayan bir Maradona ve bu oyuncu kadrosuyla Arjantin, Meksika karşısında her zaman favoridir.

MAL MISIN İSVİÇRE???


İspanya'yı yenip, Honduras'ı yenemeyen İsiçre'nin bahtsızlığına mı şaşırmalı, 2.turu gerçekten hak eden Şili'nin çıktığına mı sevinmeli yoksa İspanya'nın bu kadar etkisiz oluşuna rağmen 1.olarak çıkmasında en büyük role sahip olduğuna inandığım İspanyol balına mı ilenmeli??? Bal derken tabi David Villa'nın anasının babasının İspanyol olmasını kast ediyorum. Villa sazı eline almasa İspanya'nın işi zordu. Şili'nin beklenenin bir hayli üstündeki pozitif, tempolu futbolu, İsviçre'nin ilk maçta tüm dünyayı şoke etmesi hatta turnuvanın grup aşamasındaki en büyük sürprizine imza atması grubun gayet ilgi çekici bir hale bürünmesini sağladı. Sonuç olarak turnuva başında beklendiği gibi İspanya ve Şili, İspanya'nın liderliğinde tur atladı. Ama İsviçre'nin bitmiş Honduras karşısında gerekli sonucu alamamasını başlıkta olduğu gibi mallık olarak görmek lazım, özellikle İspanya'yı devirdikten sonra.

2.turda İspanya - Portekiz, Brezilya - Şili maçlarının oynanacağını hesaplarsak, Şili'nin işi bir hayli zor. İspanya'nınki hiç belli olmaz. Gününde bir Portekiz bu formsuz İspanya'yı delik deşik edebilir. Yarın 2.tur ile alakalı bir yazı yazmayı düşündüğümden bu konuyu daha fazla irdelemeye gerek yok. Üstüne basılması gereken en önemli nokta, Vicente Del Bosque oturup ciddi biçimde çalışmalı dersine, aynı Maradona'nın yaptığı gibi.

24 Haziran 2010 Perşembe

GANA & İNGİLTERE


İlk büyük sürprizi Sırbistan'ın elenmesiyle yaşadık Güney Afrika'da. Çok ciddi bir kadroya sahipti Sırplar, Vidic, Stankovic, Krasic, Kolarov, Ivanovic gibi yıldızlar Subotic, Kacar, Jovanoic gibi yıldız olmaya yakın futbolcularla bir araya gelmiş, çok iddialı bir takım oluştumuştu Sırplar. Özellikle Yugoslavya dağıldıktan sonraki dönemdeki en iddialı kadrosu dersek dahi yanılmış olmayız Sırbistan için. Turnuva öncesi sürpriz yapabilecek konumda gördüğüm bir takımın çokd a zor olmayan bu gruptan elenemsini siter istemez garipsedim. İlk maçta Gana karşısında alınan mağlubiyeti, kötü de oynasalar bir şekilde şans yardımıyla kazandıkları Almanya maçıyla telafi etmişlerdi ama o bitmiş Avustralya karşısında bir şey oynayamadan mağlup olmak, zaten elenmeyi hak ettiklerini gösterdi. Avustralya'yı yenemiyorsan bu gruptan çıkamamak doğal. İşin bir diğer boyutu, 2006'ya göre çok fazla güç ve tempo kaybeden Avustralya'nın Kewell'ın kırmızı kartı olmasa turnuvadan çıkmasının yüksek bir ihtimal olması. Kupaların kalitesi düşüyor ama bu grupta bu durum daha da fazla ortaya çıktı. Türkiye adına zaten üzülüyorum, şu Avustralya 2.tura çıksaydı kahrolurdum, o kadarını söyleyeyim. Bir diğer nokta yine Mesut Özil. Tamam, artık kaçtı gitti elimizden ama her maç yüreğimizi acıtacak bu. Zaten 10 numara eksiğini fazlasıyla yaşayan bir ülkeyiz, buna ek olarak Mesut'u sürekli vitrinde harika top oynarken görmek, hiç de hoş bir ağız tadı bırakmıyor bu.

2.turda Almanya - İngiltere ile eşleşti liderliği bırakmayarak. Ben ilk turda sıkıntılı bir şekilde üst tura çıkan Capello'lu İngiltere'nin Almanya'nın önünde olduğuna inanıyorum. Sağlam ve Gerrard ile Lampard'ın birbirini kısıtlamadığı bir orta sahayla canına okuyacaklardır Almanların. Gana - ABD eşleşmesi de oldukça zevkli olacak. 2 takım 2006 Dünya Kupası'nda da grupta karşılaşmış, Gana ABD'yi yenmişti. Benim zaten Dünya Kupaları'nda aşağıdaki videoda yer alan çocuktan ötürü Gana'ya bir sempatim var, dolayısıyla Gana'yı destekleyeceğim. Hafta içinde yaşanan Muntari sıkıntısı takımı biraz etkilemiş olabilir ama Gana'nın hocası, Domenech gibi otorite fakiri olmadığını bu sıkıntıyı başarıyla çözerek gösterdi, Muntari de takımda kaldı. Takımların tempoları, kaliteleri birbirine oldukça yakın dolayısıyla sadece Gana umarım kazanır diyebiliyorum. Bir de John Terry ne atladı topa öyle yahu, Servet Çetin misin be adam dedim ilk anda görünce...

23 Haziran 2010 Çarşamba

BURCU ESMERSOY TERLETİYOR


Clear - Arda Turan reklamından sonra Rexona da Burcu Esmersoy ile çıktı karşımıza. Burcu Hanım 10 soru soruyor, bilemediğinde ve geç cevapladığında giydirmeyi de ihmal etmiyor tabi. Ama ben bilmem, en sonunda Burcu Hanım'ı biraz terlettim gibi geldi. Bu raklam Clear Reklamı'ndan daha mı güzel olmuş ne, ya da benim ilgimi daha fazla çekti diyelim. Sorular bitince zorlamamasına rağmen ben de biraz terlemiş gördüm kendimi, neden acaba???
Kısaca Clear out, Rexona in!!!

Hamama girmek istersen, TIKLA!!!


Haa, bu da test bitince Burcu'nun benim için söyledikleri, az bile söylemiş!!!

21 Haziran 2010 Pazartesi

BUGÜN CÜMLEDEN STOP!!!


Honduras takım değil stop. Portekiz'den 7'yi gördükten sonra İspanya'dan da bir 5 bekliyordum açıkçası stop. Fernando Torres daha formunu bulamamış, Şili maçına kadar da bulabilir mi bilemiyorum stop. Xavi, Iniesta, Fabregas, Navas orta sahası tadından yenmez stop. Şili takımı çok hızlı oynayan, oyunu güzelleştiren bir takım ama defansını daha çok zayıf ve orta sahadan çakma oyuncularla kurduğundan İspanya karşısında işleri zor stop. Her şeye rağmen İspanya da bileti cebinde görmesin stop. Vicente Del Bosque yavaş yavaş gözden düşecektir stop. David Villa sadece o penaltıyı değil gol krallığını da kaçırdı büyük ihtimalle stop. Ramos - Puyol - Pique gibi savunmam olsun 50 milyon borcum olsun stop. 4.yü aramam Capdevilla'ya dahi razı olurum stop. İspanya bu turnuvanın en büyük 3.favorisidir ve Şili'yi de yenecektir stop.

Kuzey Kore o kaleciyi yurda sokarsa buna şaşırırım stop. 7 golün atıldığı yerde Ronaldo 3-4 tane atmamışsa bir doktora görünmesi gerekir stop. Eren Derdiyok son dakikada o kaçar mı stop. Gökhan İnler'in bizde oynamaması ne kadar üzüyorsa, İsviçre'nin kaptanı olması da bir o kadar ruhumu okşuyor stop. İsviçre şaka maka Dünya Kupaları tarihinin en uzun süre gol yemeyen takımı olmayı başardı, tebrik etmek gerekir stop. Bugünlük böyle oldu kusura bakmayın stop.

20 Haziran 2010 Pazar

BRAZIL 3-1 IVORY COAST --- Elano Yola Devam


Turnuva öncesi Capello faktörünün de yadısınamaz etkisiyle en büyük favori gösterdiğim İngiltere'nin hemen ardına Brezilya'yı koymuştum. Bunun altında yatan en önemli sebep geçmiş yıllardaki göze hoş gelen ve sadece ofansı düşünen futbol anlayışı yerine teknik adam Dunga'nın savunmayı hücumun dahi önüne koyan bir hoca olmasıydı. Tekniği ve gol üretkenliği üst seviyede bir ekibe adam akıllı savunma yapmayı öğrettiğinizde, o takımın başarılı olmaması için hiçbir sebep yok. Aslında bu turnuvada da bunu görüyoruz Brezilya adına. Arkasını sağlam tutan Brezilya 2 maçtır öndeki 4 oyuncu da iyi oyun oynamamasına rağmen golleri bulmayı başarıyor. Bunda maçın özellikle ilk 60 dakikasında Brezilya savunmasının rakibe herhangi bir atak şansı vermemesinin, her topu kapmasının payı büyük.

Bugün de nitekim öyle oldu. Fildişi Sahilleri en fazla Brezilya yarı alanına kadar gelebildi. Felipe Melo'nun harika kesiciliğiyle burada pas yapmakta zorlanan Fildişi, neredeyse bütün topları kaybetti. Bu toplarla atağa çıkan Brezilya öndeki oyuncular formsuz da olsa golü atmayı başardı. Bu ilk gol için bir şeyler yazmak lazım zira Kaka'nın pası ve Fabiano'nun vuruşu harikaydı. 2.yarı da aynı senaryoyla başladı, hakemin inanılmaz hatasında topu 2 kere koluyla düzelten Fabiano ile fark 2 oldu. Brezilya'nın rakipler ilk turda çok ciddi olmadığından mıdır bilemiyorum 2 farkı yakaladıktan sonra dikkati biraz dağılıyor. Dunga özellikle ilerleyen turlarda bunun üzerine düşünecektir, düşünmelidir. 3.golü atan Elano, kendisinin yüksek bir bonservisle gitmesini umut eden Galatasaraylıları sevindirmeye devam ediyordu ki, sakatlandı. Umarım oynamaya ve gol atmaya devam eder. Bir nokta da Drogba'nın kafa vuruşu için. Oldukça güzel vurdu ama Cesar'ın hareketsiz kalmasını garipsedim. Cesar canı isteyince dünyanın en iyisi fakat genel olarak Brezilyalılarda var olan konsantrasyon sıkıntısı zaman zaman onda da yaşanıyor. Kaka'nın kırmızı kart görmesi oyun anlamında Brezilya'yı çok etkilemeyecektir Portekiz maçında. Ama en durgun Kaka'nın dahi 2 asist yaptığını gördük, üretkenlik anlamında bir takım skıntılar yaşanabilir. Brezilya üst turu garantiledi ama Portekiz maçında hiç bir şey olmasa dahi güçlerini deneyeceklerinden yine üst düzey bir oyun oynayacaklardır.

İTALYA 1-1 YENİ ZELANDA


Son turnuvalarda hep böyle oluyor; bir önceki şampiyon sonraki Dünya Kupası'nda istediği sonuçları alamıyor. 1998 Şampiyonu Fransa 2002'de, 2002 Şampiyonu Brezilya 2006'da ülkelerini mutlu edecek sonucu alamamışlardı yine 2006 Şampiyonu İtalya da 2010'a iyi başlayamadı, gruptan çıkamama tehlikesiyle karşı karşıya kalmış vaziyette.

Aslında bu duruma sebebiyet veren en büyük etken , göreve 2 yıl ara veren ve 2008'de tekrar iş başı yapan Marcello Lippi'nin orta sahayı güçlü kuramamış olması. Tamam şu anda kale dahil İtalyanların her mevkiisi deyim yerindeyse kırık araba ama orta sahada güçlü olsa İtalya yine bir şeyleri değiştirebilir. Montolivo, Marchisio ve De Rossi'den oluşan orta sahada De Rossi de olmasa İtalya'nın turnuvanın en düz takımlarından biri olduğunu rahatlıkla iddia edebilirdim. Zira, Montolivo ve özellikle Marchisio'nun takıma kattıkları fazla bir şey olmadığı çok açık. Marchisio demişken Lippi'nin Juventus sevdasına da şaşırmamak elde değil. Çok kötü bir sezon geçiren Juventus'tan 6 oyuncuyu takıma aldı ve sakatlanan Buffon haricinde bu oyuncuların hepsine 2 maçta da yer verdi. Bu tip hatalar devam ederse İtalya'nın üst tura yükselmesi zor, zaten yükselse dahi Robben'li Hollanda karşısında işi imkansız gibi.

Yeni Zelanda maçına gelirsek, yukarıda belirttiğim orta saha yetersizliğinin üstüne bu turnuvada yan toplardaki hatalar da eklenince İtalya 2 maça da 1-0 geride başlamış gibi oldu. Gerçi bu maçtaki golde ofsayt vardı ama bu yan toplarda bir sıkıntı olduğunun üzerini örtmüyor. Eğer olur da gruptan çıkarsa İtalya, bu konuda çok daha dikkatli olmalı. Bir diğer nokta ise forvetteki Pepe ve Gilardino'nun etkisiz kalması. Pepe yine çabalıyor ama Gilardino'nun sahada olduğuna 1000 şahit gerekli. Aslında bu kadar temposuz ve formsuzluğa rağmen İtalya namağlup olduğuna şükretmeli. İtalya'yı hayata döndürecek yol ise Milanlılardan geçiyor. Pirlo'nun iyileşmesi ve Gattuso'nun bir şekilde 11'e monte edilmesi İtalya'nın direncini artıracaktır. Slovakya maçında bu tarz bir orta saha izleyebiliriz. Zaten yine hata yapan bir defans, temposuz bir orta saha ve savruk bir forvet olursa, söylenecek söz belli: Arrivederci İtalia!!!

19 Haziran 2010 Cumartesi

CLEAR REKLAMI



Son 2 gündür maçların hepsinin büyük bölümünü seyretsem de tamamını seyretmediğim maçlarla alakalı yorum yapmak hoş olmayacağı için post atmıyorum. Bu post ise yine Dünya Kupası ile ilgili bir reklamdan. Clear yeni reklamında Arda Turan'a yer vermiş. Dünya Kupası'ndaki Cristiano Ronaldo, Arda'yı bir maçına davet ediyor, Arda uçağı son anda hatırlıyor ve koşuşturmaca başlıyor. Arda'nın vereceği kararları biz belirliyoruz, bu bir oyun aslında. Sonunda Arda maça yetişiyor veya yetişemiyor, size kalmış. Onu bunu bilmem de Clear'ın bu reklamı gayet hoş olmuş, baya sattırır herhalde.

Kupaya değinmeden geçemeyeceğim yine, Sırbistan bir şekilde geri döndü ve her şeye rağmen bu kupanın en büyük favorisi hala İngiltere, for the sake of Capello.

16 Haziran 2010 Çarşamba

İSPANYA 0-1 İSVİÇRE


Honduras - Şili maçının yazısını bitirirken İsviçre'nin kupaya formsuz geldiğini belirtmiştim ama o formsuz İsviçre turnuvanın şu ana kadar ki en büyük sürprizini yaptı. Kupanın en büyük favorilerinden İspanya'yı gol yemeden yenebilmek kolay iş değil. Yalnız asıl kilit nokta bugün itibariyle bu grubun oldukça karıştığı. Çok güzel bir futbolla turnuvaya başlayan Şili, İspanya'yı yenen ve Honduras'tan 3 puan alması kuvvetle muhtemel bir İsviçre ve son Avrupa Şampiyonu İspanya. İspanya'nın Şili maçında hata yapma lüksü yok, yapılacak en ufak hata onları eve döndürür.

Maça gelirsek, bu maçın Mart 2009'ta Bernabeu'da oynanan İspanya - Türkiye maçından çok bir farkı yoktu. Yine maça topa sahip olma güdüsüyle başlayan bir İspanya ve buna razı olan, asıl amacı pozisyon vermemek olan bir rakip vardı. İspanya yine topu istediği gibi yönlendiriyor ve ara ara da defansın arkasına sızarak pozisyoncuklar buluyordu. Hatta bize o maçta golü atan Pique'nin yine ilk yarının ortalarında yakaladığı net bir pozisyon var, eğer atsa senaryo tamamen aynı olacak. Bu kez atamadı, biz de filmin devamını izleme şansı bulduk diyelim.

Vicente Del Bosque'nin topu bu kadar rahat dolaştıracağı açıkça belli olan bir maça Xavi, Alonso ve Busquets ile başlaması da yanlıştı. Bu taktik Iniesta'yı tamamen sola hapsettiği gibi, ileride üretkenliği de azaltıyor. Bunun yerine Villa - Torres forvetini Silva ile destekleyip, Xavi- Iniesta- Alonso orta sahasını kurmak çok daha mantıklı olabilirdi. Hatta oyuna sonradan giren Jesus Navas, Silva yerine kendisinin tercih edilebileceğini de gösterdi. Bu bence doğru olmayan kadro tercihine rağmen İspanya oyunu rakip sahaya yıktı ama sonucu bulamadı.


İsviçre'nin, defansın fizik olarak en "taş" oyuncusu Senderos'un rahatsızlanıp çıkmasına rağmen defansta falso vermemesini de takdirle karşılamak lazım. Tabii İspanya'nın özellikle 1-0'dan ve Torres'in girmesinden sonra yeterli baskıyı kuraması ve gol üretememesini de EURO 2008 kadar konsantre olmamalarına bağlıyorum. O turnuvadaki saldırgan, başarıya aç İspanya'nın yerini biraz da "biz dünyanın en iyi takımıyız" havası sarmış. Gerçi bu mağlubiyetten sonra çok daha ciddileşeceklerdir ama önce gruptan çıkmak sonra da finale gitmek için yeterli olacak mı göreceğiz.

İsviçre'de bizim 3 eleman da forma giydi; Eren Derdiyok ve Gökhan İnler 11'de başladı, Hakan Yakın sonradan girdi. Hitzfeld'in 34 yaşındaki N'Kufo'yu hem ilk 11'de oynatmasını hem de 90 dakika sahada tutmasını gerçekten alkışladım. Eğer Kufo bugün oynamasa İsviçre bu baskıdan çok daha fazlasını yerdi, tabii o zaman kazanma şansı da olmazdı. Gökhan İnler'in İsviçre'nin kaptanı olması da çok farklı bir duyguydu, garip hissettim kendimi. Son noktaysa Eren Derdiyok'un İspanya defansını ipe dizip direğe vurduğu pozisyon için. Atsa herhalde Arsene Wenger ilk uçakla alır götürürdü onu.

HONDURAS 0-1 ŞİLİ


Kupanın şu ana kadar en iyi maçlarından biri oldu Honduras - Şili. Hatta ilk yarı göz önüne alındığında en iyisi olduğunu dahi söyleyebilirim. Birçok futbolsever "şu ana kadar iyi takımlar bile ne oynadı da bunlar ne oynayacak" deyip karşılaşmayı seyretmedi diye düşünüyorum ve an itibariyle görüyorum ki bu çok büyük bir hata olmuş. Bu Şili'nin her maçı izlenir. Gana'dan sonra Şili'yi de ayrı bir not etmek lazım.

Şili karşılaşmaya oldukça hızlı ve istekli başladı. Arjantinli teknik adam Bielsa'nın taktiğini erken gelecek bir gol üzerine kurduğu belliydi. Pivot forvetsiz ve takımlarında beyin görevi gören 2 oyuncuyla başladı Şili. Valdivia ve Fernandez takımlarında forvetin arkasında serbest oynayan isimler. Valdivia'yı biraz daha öne gönderip, 2'sini birden tercih etti Bielsa. Dolayısıyla bu 2 oyuncu sahadayken savunma anlamında çok da iyi olmayan Tello'nun sahada olmamasını anlayabiliyorum. Bu 2'liyle birlikte sağ açıkta oynayan Udinese'li Alexis Sanchez rakip defansı allak bullak etti. Sanchez'in çok hızlı, driblingi inanılmaz iyi bir oyuncu olmasının yanında eksileri son vuruşları kötü ve sürekli kendi sağına çalım atmaya kasıyor. Bunları düzeltirse Ronaldo, Messi tadında bir topçu olur da, kolay değil tabii. Yalnız bu eksiklerine rağmen bugün gösterdi ki Sanchez turnuvanın en büyük yıldız adaylarından. Şili'nin oyunu öne yıkmasının altında yatan en önemli sebeplerden biri de 4'li defansının 3'ünün orta saha özellikli olması. Gary Medel, M.Isla ve Vidal takımlarında orta sahada da görev alabilen isimler. Oldukça hızlı da olduklarından Şili oyunu öne yıkma konusunda problem yaşamadı. Aslında forvet Humberto Suazo sakat olmasa, ileri çıkmada daha bile cesur olabilirlerdi. Honduras ise ilk 20 dakika ezildikten sonra gol yememenin de verdiği güvenle oyunu dengeledi. Tek forvet oynayan Pavon, oldukça isteksiz, etkisiz ve ağır olunca çok da yapacak bir şeyleri yoktu ama yine de güçlü ve fizikli orta alan adamlarıyla öne çıkabildiler. Oyuncu kalitesinden kaynaklanan problemleri, topu belli bir yere kadar getirdikten sonra o ana kadarki hızlarıdan eser kalmaması ve çok yavaş hareket etmeleri. Neyse ki hocaları 60'ta Pavon'u çıkardı da birkaç atak yapma imkanı buldular. Honduras'ın tek göze çarpan ismi sağ açıkta oynayan Edgar Alvarez oldu. Zaten Serie A'da Bari'de de banko oynayan bir isim. Dünya Kupası'nda çok öne çıkma ihtimali yok ve maçın 2.yarısında silindi ama yine de takımının en verimlisi olarak göründü.

Bir diğer nokta ise, 2 takımın da müdahalelerde oldukça başarılı olmasıydı. Normal şartlarda kapılması çok zor toplara bile ayak koymayı başardı oyuncular bu maçta. Tabii bunda Şili'nin hızlı hücumculara sahip olması, Honduras'ın da kontra atak taktiğiyle hızlı hücuma mecbur olmasının payı büyüktü. Belli bölümlerde top bir Honduras kalesinde bir Şili yarı sahasında olunca müdahalelerde çok fazla oldu. Şili'nin 1-0 öne geçtikten sonra dahi en azından ilk yarının sonuna kadar oyunu yavaşlatmaması, beni onlar adına umutlandırdı. Ancak 2.yarıyla beraber Şili kendine bir çeki düzen verdi, sıcak havada güçlerini biraz daha makul harcamaya başladılar ki, bu bile takımların %80'inden daha hızlı ve güzel bir futbola tekabül etti. Eğer son vuruşlarda biraz daha becrikli olurlarsa gerçekten iyi bir şeyler yapacak Şili, işte tam bu noktada Humberto Suazo'nun iyileşip kadroya girmesini beklemek lazım biraz da.

Maçın son 10 dakikasında vuvuzela sesi kadar hakemin düdüğü duyuldu. Oyunun çok sık durduğu bir bölüm oldu, ofsaytlar, fauller vs. Türkiye Ligi'ni hatırlattı bir an için. Sonuçta Şili kesinlikle hak ettiği bir galibiyet aldı. Grupta İspanya karşısında şansları çok fazla olur mu beklemek lazım fakat kupaya formsuz gelen İsviçre'nin önündeler şu anda 2.tur biletini kapmak adına.

15 Haziran 2010 Salı

BREZİLYA 2-1 K. KORE


Brezilya değil ama Ömer Üründül çok hızlı girdi karşılaşmaya. 7.dakikada genelde oyun Kore sahasında oynanmışken "Brezilya üstün değil" ve "Kore cesur başladı" diye 2 cümle kurdu kollektif futbolun yılmaz temsilcisi. Söylediklerinin gerçekle uzaktan yakından alakası olmadığı gibi sadece bu akşama mahsus olmak üzere özellikle ilk yarıda her yaptığı yorumdan sonra sırıtması beni delirtti. Bu akşam içmiş gibiydi Üründül, evet evet biraz demlenmiş gibiydi. Bir diğer sıkıntı da spikerler. Arkadaş dünyanın en büyük spor organizasyonlarından birini yayınlıyorsunuz, maç öncesi biraz ilgilenin yapacağınız işle. Turnuva başından beri oyuncu isimlerini yanlış telaffuz etmelerine dayanamıyorum artık. Tamam, TRT'de Dünya Kupası bir başka oluyor ama, Montolino, Yakuinto, Aguera değil o futbolcuların isimleri. Gerçi İtalya - Paraguay maçında Levent Özçelik İtalyanca bilmeyenlerin doğru telaffuz etme ihtimalinin oldukça düşük olduğu Criscito (Krişito) ismini doğru talaffuz etti ancak Montolino diyerek bir çuval inciri de berbat etti. Şu an için belki vuvuzeladan büyük sıkıntı oluşturan şeyler bunlar.

Brezilya maçına gelirsek, karşılaşmaya temposuz başladı sambacılar. Herkesin merak ettiği K.Kore'nin üzerine paldır küldür gitmeyi tercih etmediler, rakibi ölçtü tarttı tüm ilk yarı boyunca. Bunda Kaka'nın formsuz oluşunun da payı büyük tabii. Zira Kaka, Brezilya hücumlarının olgunlaşmasını sağlayan birinci isim konumunda, onun istenilen seviyede olmaması bir devreliğine de olsa Brezilya'yı sıradan bir takım hüviyetine bürüdü. K.Kore'nin hocasının da açıkladığı gibi savunma futbolundan taviz vermemesi de Brezilyalıların boş alan bulamamasında etkili oldu. Yalnız Kuzey Kore bu turnuvanın hücum anlamındaki en zayıf ekibi olabilir. Gerçi Brezilya karşısında 1 gol buldular ama bu gol gerçeği değiştirmiyor.

2.devreye direk saldırarak başlayan bir Brezilya vardı. İleri uçtaki Kaka, Fabiano ve Elano çok verimli işler yapmadı belki ama mantalite olarak Kore'nin zayıflığının farkına varmış ve oyunu ileri yıkan bir Brezilya olması dahi golün gelmesine yetti. Maicon'un golünden sonra orta mı şut mu tartışması olacaktır, ben Maicon'un o şutu bilerek vurduğunu düşünenlerdenim. Dünyanın en iyi sağ beki bugün yine klasını gösterdi, insanın bu adam Real'e gitmeli diye içinden geçiyor. 2.golü Elano'nun atmasına çok sevindim, eminim Galatasaraylı yöneticiler de sevinmiştir. Adamın piyasası yükselsin de +10 milyon avroya okutalım diye bakıyorlardı. Ancak Dunga golü atar atmaz Elano'yu oyundan alarak oyunundan çok da memnun olmadığını gösterdi.

Son dakikalarda Lucio'nun kendine fazla güveninden beklenmeyen bir gol yese de Brezilya fena başlamadı kupaya. Gruptaki dğer maçlar daha çekişmeli ve ölçücü olacaktır lakin oturmuş kadrosuyla Brezilya, Portekiz'i de Fildişi'ni de paketleyecek kapasitede...

BARMEN ADNAN POLAT


Başkanım güzel, kokteylin reçetesini iyi veriyorsun da Galatasaray taraftarı artık başarının reçetesini istiyor. Galatasaray ile alakalı en azından topbaşı yapana kadar çok bir şey karalamak istemiyordum fakat başkanı bu halde gördükten sonra durmak olmazdı. Adnan Polat gerçekten halka inebilen bir adam, taraftarın desteğini arkasına sonuna kadar almış bir isim. Bunun en önemli nedenlerinen biri de gayet elit bir aileden olmasına karşın halkın içinden geldiğini hissetirebilmesi(idi). Evet öyleydi, son zamanlarda özellikle başkanlıktan sonra doğal olarak değişti bu ancak 1996 yılından 2006'ya kadar çok ortalarda görünmemesine rağmen Adnan Polat' isminin unutulmamasının sebebi videodan da anlaşılacağı üzere başkanın halkın içinde yer alan işlerle de uğraşmış olması.

Başkan'dan devam edelim, son zamanlarda iyice açıldı, sağa sola sürekli röportaj veriyor. Son Hürriyet röportajında Rijkaard'ın bu sene değişeceğinden, sonuca dayalı futbol oynatacağından dem vurmuş. Bu kararı Rijkaard aldıysa eh iyi ama bizimkiler dayatacaksa taraftar 2011'in planlarını yapmaya şimdiden başlasın. Hatta gelecek sezonun son 6 haftasında yine teknik direktör Adnan Sezgin için hazırlayalım kendimizi. Şaka bir yana, bu sene şaşaalı bir transfer gündemde yok gibi, benim de umudum ihtiyaca göre, lige uyum sağlayacak, takıma önemli katkı verecek oyuncuların takıma kazandırılması. Böyle olur, Rijkaard da sisteminden tam olarak vazgeçmeden sonuç almaya yönelik bir anlayışa dönerse bu seneyi güzel hatırlama umudumuz doğar.
Yoksa dedim ya, Adnan Polat için ne olur bilmem de bizim istikamet 2011'e kayar.

14 Haziran 2010 Pazartesi

İTALYA 1-1 PARAGUAY


2 gol oldu ama ne akılda kalan bir pozisyon ne de öne çıkan bir oyuncu var, en iyisi bu maçla ilgili fazla yorum yapmamak. Tek işlevi turnuvanın gol ortalamasını yükseltmek oldu bu maçın. Buffon'a ne oldu da ilk yarının sonunda oyundan çıktı acaba, şu anda en çok merak ettiğim şey o açıkçası. Bir de bu akşam Totti ve Del Piero olsa İtalya'nın an itibariyle 3 puanı gaftilemiş olup olmayacağı...

NEREDESİN 1998


Dünya Kupası çok kısır geçiyor. Bugünkü Danimarka - Hollanda ve Japonya - Kamerun maçlarıyla birlikte 10 maçı geride bıraktık. Bildiğiniz gibi maçlarda toplam 3 golün atılıp atılamayacağına dair bahis açılıyor. Dolayısıyla şu ana kadar "alt", yani maçta 3 gol olmaz diyenlerin kazanma oranı %90. 10 maçın 9'unda toplamda 3 gol olmadı. Sadece Almanya bu kısırlığı 4 gol atarak deldi. Vuvuzela gürültüsünden öte maçların golsüz ve bir o kadar da sıkıcı geçmesinden tüm futbolseverler rahatsız. Özellikle Hollanda gibi bir takımın maçı dahi sıkıcı geçiyorsa orada düşünülmesi gereken bir nokta vardır dedim ve araştırmaya başladım. Benim hatırladığım son 3 Dünya Kupası'ndaki( 1998, 2002, 2006) maçların "alt-üst" bitme sayılarını inceledim. Sonuç: Futbol git gide daha da kısırlaşıyor.

1998 Fransa Dünya Kupası'nda oynanan 48 grup maçının 25'i üst bitmiş. Alt biten 23 maçın da 8 tanesi 2 golle sonuçlanmış. Yine 2.turda 8 maçın 5'i 3 veya daha fazla golle sonuçlanmış ki bu turun elemeli maçlar olduğunu düşündüğümüzde bu çok yüksek bir oran. 2002 ve 2006'da bu sayının 8'de 1 ve 8'de 2 olduğunu göz önüne aldığımızda oranın önemi daha fazla ortaya çıkıyor. 4 çeyrek final karşılaşmasının 3'ü, 2 yarı final maçının 1'i ve yine 2 final-üçüncülük maçının 2'si de üst bitmiş. 64 maçta atılan toplam gol sayısı 171, maç başına gol ortalaması ise 2.67 yani "üst". Zaten izleyenlerin son Dünya Kupaları arasında en güzel olarak isimlendirdiği kupadır 98.

2002 Japonya - G.Kore Dünya Kupası tabii bizim için ayrı bir anlam ifade ediyor. Türkler olarak o kupayı 98'den daha güzel olarak hatırlamamız için gerekli argümanlara fazlasıyla sahibiz. O turnuvayı 3.bitiren bir milli takımımız vardı, her maçı ayrı bir bayram havasında oynayan, herkesi ekran başına kilitleyen, ülkenin efsaneleri arasında çoktan yerini almış bir milli takım. Bizim için güzel geçti ama pozitif futbolun en büyük belirtisi gol anlamında 1998 Dünya Kupası'nı arattığı da bir gerçek. 48 grup karşılaşmasının 21'i üst bitmiş. 98'de sayının 5 olduğu 2.tur maçlarındaki üst biten maç sayısı, 2002'de sadece 1. Yine 4 çeyrek final maçının 1'i, 2 yarı final maçının hiçbiri ve 2 final - üçüncülük maçının 1'i üst bitmiş. Kupada atılan toplam gol sayısı 161, maç başına ortalama 2.52. Bu kupada grup maçında Suudi arabistan'ı 8-0 yenen Almanya'nın ortalamayı tek başına kayda değer anlamda yükselttiğini de eklemeliyim.

2006'daki veriler 2002'ye oldukça yakın hatta neredeyse aynı gibi. Grup maçlarının 21'i üst bitmiş. 8 ikinci tur maçının 2'sinde, 4 çeyrek final maçının 1'inde en az 3 gol atılmış. 2 yarı final maçının hiçbiri üst bitmemiş, ve yine 2 final - üçüncülük maçının 1'i üst bitmiş. Turnuvada atılan toplam gol sayısı 147, maç başına oran 2.30. 8 yıldaki gol ortalamasındaki düşüş maç başına 0.37.
Bu kupada şu ana kadar 10 maçta 16 gol atıldığını düşünürsek durumun vehameti daha da açık olarak görünüyor. Ne diyelim umarım önümüzdeki maçlar biraz daha gollü ve izleyenler adına daha zevkli geçer.

13 Haziran 2010 Pazar

ALMANYA 4-0 AVUSTRALYA


Adam akıllı hatırladığım ilk büyük turnuvam Euro 96'ydı ve o turnuva öncesi kime sorsanız şampiyonluk için en büyük favori olarak Almanya'yı gösterirdi. Köpke, Helmer, Sammer, Möller, Bierhoff ve Klinsmann'lı kadrosuyla gerçekten favori olan Almanlar o turnuvayı kazanmayı başardı. O turnuvadan sonra bir daha hiçbir zaman en büyük favori olarak gösterilmedi Almanya. Hiçbir turnuvada peşin favori gösterilmemesine karşın aradan geçen 3 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 3 Dünya Kupası'nda 1 kez final, 1 kez de yarı final oynamayı başardı. Dolayısıyla o bilindik Alman disipliniyle her zaman bir turnuva takımı olduklarını gösterdi bize. Hoş, hala şampiyon olamazlar diyorum ama 2.Lig topçularıyla gelse dahi Almanların turnuva takımına, disiplinine sahip olduğu, her an başarı yakalayabilecek kapasitede olduğu aklımızdan çıkmamalı.

Maça dönersek, kadroları ilk gördüğümde Avustralya'nın şansının neredeyse "0" olduğu bas bas bağırıyordu.2006 Dünya Kupası'nda turnuvaların Gandalf'ı(Arda Ünal burayı çok sevecek) Guus Hiddink ile hoş bir seda olan Avustralya'yı, aradan geçen 4 yılda sadece oyuncuların yaşlanması değil, kilit oyuncuların yerine yenilerini koyamaması da çok etkilemiş. Dünya Kupası'na daha kolay katılabilmek için elemeleri oynadığı kıtayı dahi değiştiren Avustralya bu gidişle o Asya'dan da çıkamaz hale gelecektir. Neyse konuyu dağıtmadan, 2006'da takımın hücum gücünü oluşturan 4'lü Kewell - Viduka - Bresciano - Cahill'den sadece Cahill sahadaydı bugün, o da asıl yeri olan orta saha yerine Per Mertesacker'in kucağına atılmış bir şekilde forvette oynadı. Bu tip adamların forvette olduğunda nasıl sıkıntı yaşadıklarını bu kış Arda Turan örneğinde gördük, zira Cahill de yokları oynadı ve haksız bir kartla atıldı.Teknik adam Pim Verbeek, Guus Hiddink'in eski yardımcısı ancak Guus Hiddink'in çok yönlülüğünü, oyuna doğru müdahale etmesini Pim'de ben göremiyorum. Avustralya özellikle Cahill'in atılmasından sonra yokları oynadı, sadece ilk yarıda Neill'ın Almanya forvetleriyle tek başına iyi mücadelesini beğendim.

Almanya'ya bakarsak, karşılarında çok iyi bir takım yoktu belki ama turnuvalarda ilk maçta böyle sonuçlar almak kolay değildir. Nitekim şimdiye kadar oynanan 7 maçın İddaa tabiriyle "alt" bitmesi de bunu gösteriyor. Bu "üst" biten ilk maç oldu ve bunu da Almanya tek başına sağladı. Bu gece aslında üzüntülüyüm, Türk Milli Takımı'nın ne kaybettiğini bir kere daha net bir şekilde görmüş olduk. Mesut Özil Alman Milli Takımı'nın maestroluğuna soyundu bile. Gerçekten olağanüstü bir performans gösterdi Mesut. Bizim takımımızda Arda ve Sercan ile ne giderlerdi yahu... Hatta oyundan çıktıktan sonra Almanya'nın vitesi bir daha eskisi gibi yükselemedi, skorun kopmuş olmasının da payı var elbette fakat Mesut onlar adına bir hayli fark ettiriyor. Almanya'da Ballack'ın yokluğu bu maç belli olmadı ama üst turlarda onu çok arayacaklardır, zira orta sahada daha dinamik ve basklı oynayan takımlara karşı Khedira Ballack kadar iyi reaksiyon veremeyebilir. Ben bugün Löw'ün Klose yerine Cacau'yu ilk 11'de başlatmasını bekliyordum. Golü inanılmaz koklayan bir oyuncu zaten bunu da girer girmez golü bularak gösterdi. Eğer şans verilirse 5 golden aşağı tamamlamaz turnuvayı Cacau. Almanların oyun disiplinini işaret eden bir diğer nokta ise kanatlarda oynayan Müller - Podolski ikilisi(özellikle Podolski) Fransa'daki Ribery - Govou örneğinin tersine ceza sahasına çok fazla gelerek forveti destekledi. Yine bu girişleriyle birer gol de buldular ki bu 2 kanatlı 3 forvet sisteminde kanatların forveti desteklemesi çok büyük önem taşıyor, bunu da bir kez daha görmüş olduk.

Almanya grupta liderliğin en önemli adayı olduğunu hatta turnuvada iddiasının büyük olduğunu gösterdi bu akşam. Joachim Löw'ün elinde kulanabileceği çok geniş bir rotasyon yok ama bunun en az etkileyeceği takım, disiplini sayesinde Almanya. Avustralya için ise daha fazla söylenecek bir şey yok, büyük ihtimalle bu kez 2.turu göremeyecekler.

GANA 1-0 SIRBİSTAN


Görüntü 2006 Dünya Kupası'ndan. Gana için açılış maçıydı İtalya karşılaşması. Pirlo'nun ilk yarının sonunda attığı gol, doğal olarak yıkmıştı Ganalıları. Ama bu görüntüde görülen çocuğun üzüntüsü çok da bir sempatim olmamasına karşın turnuvada Gana taraftarı yapıvermişti beni. Gana'nın en azından 2.tura yükselmesini çok istemiştim, o görüntünün içine işlediği diğer insanlar gibi. Gana 2.tura çıktı ve bana boşverin de o çocuk eminim çok sevindi. Dünya Kupası ve Gana yan yana geldiğinde hep o çocuk aklıma gelir benim eminim artık blog okuyucularının da öyle olacak.

Tabii aradan 4 yıl geçti yıl 2010... Çocuk büyüdü, Gana'nın Avrupa'da oynayan oyuncu sayısı da arttı. Bu turnuvaya sakat olan Essien'den mahrum ve takıma ne vereceği belli olmayan Appiah ile geldiler. En büyük oyuncularınız bu durumda olunca çok da umutlu olmak zor tabii. Sırbistan ise yakaladığı güçlü jenerasyonun desteğiyle geldi Afrika'ya. Dünya Kupası giriş yazımda da belirttiğim üzere sürpriz yapabilecek 3 ülkeden biri olarak görüyordum Sırpları. Zira, bitmiş Fransa'nın önünde elemeleri lider bitirmelerinden öte, Subotic, Vidic, Ivanovic, Kolarov, Stankovic, Krasic, Zigic ve Pantelic gibi etkili oyuncularla sonuca gitmeleri çok da uzak görünmüyordu. Ancak bugün öyle olmadı. Afrikalı oyuncuların en büyük özelliği olan güç, denge ve dayanıklılığı ön plana çıkararak oyuna başlayan Gana rakibini ilk yarıda neredeyse eritti. Hem de bunu Vidic, Ivanovic, Krasic gibi "beyaz zenci" olarak adlandırabileceğimiz oyuncular karşısında yaptılar. Ömer Üründül'ün her Afrika takımının maçında ezberden söylediği gibi son vuruşlarda etkisiz olmaları golü bulmalarını engelledi. Ancak kaleye gelene kadar çok etkiliydiler, özellikle sağ açıkta oynayan Prince Tagoe'nin fiziğine diyecek yok. Ömer Üründül demişken, fena yorumlamaz ama bazen o kadar ezberden konuşuyor ki bir Afrika takımı 5-0 öndeyken dahi "son vuruşlarda bugün oldukça başarısızlar" diyecek diye korkuyorum.


İlk yarıda baskıya rağmen golü bulamadı Gana. Baskısına karşın gol bulamayan takımlar genelde 2.yarıda sıkıntı yaşar. Gana'da da bu belirtiler 65'ten sonra baş gösterdi. O dakikadan sonra Sırplar oyunda dengeyi yakaladı hatta daha bile etkili göründü. Ancak Lukovic'in gördüğü lüzumsuz kırmızı kart, Gana'nın en büyük şansı oldu. Aslında Gana okadar çökmüş durumdaydı ki, kırmızıdan sonra dahi ciddi pozisyon yakalayan Sırplar oldu. Bütün maç bastırıp golü bulamayan Gana'nın yardımına anlamsız bir şekilde penaltı yapan Kuzmanovic yetişince, bu ikramı geri çevirmediler ve Sırpları haklı bir şekilde yendiler. Gana'nın son vuruşlara çare bulması lazım yoksa işleri özellikle ilerleyen turlara kalmayı başarırlarsa hiç de kolay olmaz. Appiah oyuna girince iyileşmiş diye sevindim lakin benim bildiğim Appiah bunu sahada görse döverdi herhalde.

Bir başka not da Sırbistan Teknik Direktörü Antic için. Maça Subotic yerine Lukovic ile başlamasına şaşırmıştım. Lukovic kötü oynamamasına rağmen gördüğü kırmızı karttan sonra hocasına bir "keşke" çektirmiştir. Bir diğer nokta da bu kupadaki gariplikler... Robert Green'den sonra bugün Cezayir kalecisi, Lukovic ve çok gereksiz bir penaltı yaptıran Kuzmanovic. Bu turnuvada oyuncular bir acayip davranıyor ya bakalım, hayırlısı.
O çocuk bu maçtan sonra çok sevinmiştir çook...

QUARESMA BEŞİKTAŞ'TA


Bu kadar uğraşmaya değecek bir adam mıydı? Bence hayır. "Türkiye'de oynamayı düşünmüyorum" dediğinde bence Beşiktaş bu defteri bir daha açmamak üzere kapatmalıydı ancak Demirören yönetimi ısrar etti. Zaten transferde ne yaptığı belli olmayan bir tarzı var Demirören'in, başta Tabata tüm transferlerinden sonra gelen yoğun baskıları, eleştirileri cevaplamak adına yıldız, CV'si büyük takımlarla dolu bir oyuncu transferi yapma niyetinde olduğundan Quaresma'da ısrar ettiler. Daha 10 gün evvel Türkiye'de oynamayı düşünmeyen bir oyuncu neden 10 gün sonra fikrini değiştirir ki? Cevabı tabii ki artan teklif yani para. Bu noktada Quaresma'ya ödenecek paraları gerek bonservis gerekse yıllık ücret anlamında çok merak ediyorum.

Quaresma kötü futbolcu mu da bu kadar eleştiriliyor? Alt yapı döneminde neredeyse beraber büyüdüğü Cristiano Ronaldo'dan dahi önde olan bir futbolcuydu. Ama ülke dışına çıktığında bırakalım Portekiz'deki başarılarını hiçbir kayda değer başarı yakalayamadı. Beşiktaş Portekiz sınırları dahilinde olmadığından Quaresma'nın burada da dikişi tutturması kolay değil. Boğaz, rakı-balık, Sortie Quaresma'nın Ümraniye ve İnönü'den daha çok uğrayacağı yerler olmaz umarım. Yine ümit ediyorum ki başarılı olsun ve Porto formasıyla gelip bir de gol attığı İnönü Stadı'nda coşmaya ciddi anlamda meraklı olan taraftarı kudurtsun, ama dediğim gibi uzak ihtimal. Topun ayağına en çok yakıştığı futbolculardan biri olduğu sır değil, Beşiktaş'a sınıf atlatması da kolay olmayacak.
Son not, Quaresma'yı alacağıma yüz kere Miroslav Stoch'u alırım.

GREEN'İN BAŞI DERTTE


"It's one of those freak things that happens -- plenty of people have been talking about the ball this week. It shocked us a bit, but we'll get behind Robert"

Steven Gerrard'ın Amerika maçından sonraki sözleri. Tercüme edecek olursam "Gerçekleşebilecek sıradışı olaylardan biriydi. Bir çok insan bu hafta top hakkında konuşmuştu. Bizi biraz şoka uğrattı fakat biz Robert Green'in arkasında duracağız" diyor taze İngiltere kaptanı. Türkiye'de birinin arkasında duracağız denmeye başlandığında o kişinin görevdeki ömrü fazla uzun olmuyor. İngilizlerde bu iş nasıl işliyor. Onu da Cezayir maçının ilk 11'i açıklandığında göreceğiz. Robert Green'in başı dertte diye düşünüyorum.

ABD 1-1 İNGİLTERE


Dünya Kupası'nın en büyük favorilerinden bir takımın hocasıysan, daha da ötesi Capello'ysan kaleye bir çare bulacaksın arkadaş. Doğrudur, İngiltere David Seaman'dan sonra hiçbir zaman tam zamanlı bir kaleciye sahip olmadı. Hoş, Seaman'da tatmin edici bir kaleci değildi belki... Ondan sonra kaleciler en fazla 10'ar maçlık periyotlarla korudular kaleyi ve hep değiştiler. Ve işte, katılamadığınız bir Avrupa Futbol Şampiyonası sonrası, gerçekten favori olduğunuz ve çok büyük bir şevkle, istekle başladığınız bir turnuvada berbat bir kaleci hatası. Robert Green kötü kaleci mi? Yıllardır Premier Lig'de olduğuna, milli takıma gelebildiğine göre hayır. Ancak büyük turnuvalarda büyük takımların kalesini korumak güven, özveri ve tecrübe istiyor, burası kesin. Robert Green'de güven ve özveri yok. Keza Scott Carson da İngilizlerin en gelecek vaat eden kalecilerindendi, Steve McCLaren final hüviyetindeki Hırvat maçında kaleyi emanet etti, o da ağırlığını kaldıramadı o maçın ve bugün piyasada yok. En azından David James tercihi daha makul olabilirdi böyle bir ortamda. Dünyanın küreselleşmesi, teknolojinin gelişmesi de kötü. Normal şartlarda sadece İngilizlerin sövüp sayacağı Green'e bugün İngiltere'ye kupon yapan herkes giydiriyor.

Oyuna dönersek, İngiltere çok iyi başladığı oyunda golü de çok erken buldu. Bu akşam çevresine gerçekten iyi servis yapan ancak asla bir golcü olmayan Heskey'in pasında Gerrard attığı golle zaten bu turnuvayı 4 yıldır bekleyen takımı iyice havaya soktu. Ancak dakikalar ilerledikçe önce Milner'ın sakatlanması ve Wright-Philips'in oyuna girmesi, sonra da kalecinin elim hatası İngilizleri oyundan soğuttu. Özellikle hücumda çok katkı veremese de savunmada adamını kovalayan Milner'ın yerine solda oynamaya hiç alışkın olmayan Philips'in girmesi İngiltere'nin ritmini bozdu. Maç içinde soğuk duş yiyen bir takımı ancak oyuncu değişiklikleriyle gelen oyuncular kurtarabilir, bu genelde böyledir. Capello'nun tercih ettiği Philips'in kendine hayrı yoktu, Carrahger zaten bir defans oyuncusuydu, son olarak oyuna alınan Crouch ise geç girmesinin yanında takıma bir şey katamadı. Hal böyle olunca da İngilizler galibiyet golünü bulamadı.

Bu sezonu İngiltere'nin en formda adamı olarak geçiren Rooney'in bugün son derece etkisiz kalmasını garipsedim. Rooney her zaman ileri uçta etkili olan bir isimdi, bugün de forvetin biraz arkasında oynamasına karşın çok daha etkili olması lazımdı. İngiltere kalan Cezayir ve Slovenya maçlarını kazanarak en kötü ihtimalle averajla grup birincisi olacaktır. Ama bu akşam zor, baskılı, işin sıkıştığı anlarda çok da iş bitirici olmadıklarını net bir şekilde gördüler. Capello bunu avantaja çevirebilecek mi en merak ettiğim nokta bu şu anda. Eğer döndürebilirse hatalarından beslenen bir takım zaten her zaman diğerlerinden avantajlıdır. Döndüremezse "her zaman iyi oynayan ancak çeyrek finalde ani bir şekilde elenen İngiltere" portesiyle bir kez daha karşı karşıya kalacağız demektir. ABD ise oyunu daraltması, kontra ataklarıyla her zaman tehlikeli bir takım. Onlar da bu gruptan çıkmak için Slovenya ile kapışacak ve büyük ihtimalle üst tura çıkacaklardır. Aslında ABD küçüklerle küçük büyüklerle büyük olan bir ülke. O bağlamda çok iyi maçlar oynayabilen ancak hiç umuldadık takımlar karşısında zavallı durumlara da düşebilen bir takım. Yine de Dünya Kupası'nın dünya futbolunun en ciddi arenası olması onların konsantrasyonunu bu akşam olduğu gibi üst seviyeye çıkaracağından ve Bob Bradley gibi iyi bir teknik adamları olduğundan gruptan çıkma hususunda şanslı görüyorum ABD'yi.

12 Haziran 2010 Cumartesi

ARJANTİN 1-0 NİJERYA


Öncelikle Maradoa ilk maçta beklenen dallamalıkları yapmadı. Kadro seçiminde Zanetti ve özellikle Cambiasso'yu çağırmamakla eleştirilmişti Maradona, kadroyu 3 defanstan kuracağını iddia edenler tarafından bu sistemin demode olduğu ve 3 defansla bir yere varılamayacağı konusunda ağır şekilde hatrı sorulmuştu. Evet, gerçekten de günümüzde 3 defasnla oynayan takımların büyük sıkıntılar yaşadığı bir gerçek. 3 defansla oynayıp büyük başarı yakalayan bir takım olarak ben en son 2003 yılındaki Beşiktaş'ı hatırlıyorum, o büyük başarı da Türkiye Şampiyonluğu anlayın gerisini. Maradona 3-4-3 görünümlü bir 4-3-3 oynattı bugün. Jonas Gutierrez'i hücumu çok fazla düşünen bir bek olarak oynatması akla çok yatkındı. Gutierrez tercihi kişisel olarak sorgulanabilir tabii ama Nijerya gibi atletik bir takıma karşı yavaş ve hücumu düşünmeyen beklerle oynamak intihar etmek gibi bir şey olsa gerek. Dolayısıyla bu 4-3-3 tercihini ben doğru buldum Maradona'nın.

Aslında Arjantin oyuna gayet baskılı başladı. İlk dakikalarda Nijeryalı oyuncuların çok heyecanlı olması,hemen her topu kaybetmesi Arjantin'in kaleci Enyeama ile kolayca karşı karşıya gelmesini sağladı. Zaten golü de çok erken buldu Arjantin. Golden sonra dahi toparlanamayan Nijerya, rakiplerinden çok Afrikalı futbolcuların en büyük sorunu olan disiplinsizlikle baş edecek gibi görünüyor bu turnuvada. Futbolcuların pozisyonlarda pası düşünmeyip direk kaleyi görmelerinden tutalım, orta sahada yanındaki adama lakayt paslar atmalarına kadar Lars Lagerback'ın düzeltmesi gereken o kadar çok şey var ki, 2.maça kadar olan 5 günlük süreç kesinlikle yeterli değil. Golden sonra Arjantin de biraz kabuğuna çekilir gibi oldu. Özellikle Di Maria, Higuain ve Tevez'in çok etkisiz futbollarının da bunda payı büyük. Messi klasını gösteren birkaç dribbling ve çalım yaptı, pozisyonlara da girdi ama son vuruşta Barca'daki kadar şanslı değildi.

Nijerya bu kupadaki geleceği açısından çok da umut vermedi, özellikle bugün G.Kore'nin dirayetli futbolunu gördükten sonra gruptan çıkması için önce disipline sonra da vites yükseltmeye ihtiyaçları var. Arjantin'den ise şampiyonluk anlamında bir şey beklemesem de bu gruptan G.Kore ile birlikte çıkacaktır. 5 gün sonraki G.Kore maçında rakibi bozacak Milito gibi pivot bir forvetle başlamaz ve yine 3 pırpır forveti tercih ederlerse Koreliler karşısında zorlanabilirler, bu da grup birinciliğine dolayısıyla 2.turda İngiltere ile eşleşmeye mâl olabilir. Turnuvaya iyi başlamayı başaran Arjantin ve Maradona'nın buna kesinlikle çok dikkat etmesi gerekli.

G.KORE 2-0 YUNANİSTAN


G.Kore - Yunanistan maçının oldukça kısır geçeceği tahmin ediliyordu, neredeyse bütün İddaacıların ağız birliği etmişçesine alt seçeneğine yönelmesi de bunun en önemli göstergesiydi. Aslında maça 2 takım da atağı düşünerek başladı. Geride bekleyeceği düşünülen 2 takıma göre oldukça hareketli ve istekliydiler. Her zaman önce bekleyen ve sonra rakibini vuran Yunanistan'ı rahat yenebilmenin en kolay yolu bu taktiği ters-düz ederek bozmak. Yani önce vurup sonra geriye çekilmek. Tabii Yunanistan gibi kontrol futbolu içine işlemiş bir takıma karşı erken gol bulmak oldukça zor. İşte bu zoru hem de Yunanistan'ın en büyük silahı olan yan top organizasyonuyla başardı G.Kore. Daha 7.dakikada gelen bu golün "önce durdurup sonra vurmak"tan başka silahı olmayan Yunanistan'a çok zor dakikalar yaşatacağını anlamak da zor değildi. Normal şartlar altında dengede giden bir maçta Samaras ve Torosidis'in driblingleriyle tehlikeli olabilirlerdi ama golden sonra biraz daha yaslanan Kore karşısında bu konuda da başarılı olma ihtimalleri kalmadı. Hatta Kore oyuna o kadar ağırlığını koydu ki, verilmeyen bir penaltısı, karşı karşıya kaçırdığı bir gol pozisyonu ve tertemiz bir pozisyonda son adamdan çalınan topta hakem tarafından üretilen faul kararı vardı. İlk yarıda 2 farklı üstünlüğü dahi yakalayabilirdi Güney Kore. Bu bağlamda Yeni Zelandalı hakem Michael Hester'ın çok da iyi bir maç yönetmediğini söyleyebilirim.

2.yarı, ilk yarının aksine temposuz başladı. Yunanistan oyun kurmaya çalışırken kaptırdığı topların yerini git gide kalesine yaklaştırınca 52.dakikada golü kalesinde gördü tabii olarak. Yarı sahanızda Park Ji-Sung gibi bir kontra atak adamına top kaptırırsanız golü yemeniz doğal. Zaten bu golden sonra dahi 70'ere kadar toparlanamayan bir Yunanistan vardı. 70'lerden sonra 2 farkla mağlup takım refleksiyle birkaç pozisyon buldular fakat onları da beceriksiz forvetler gole çeviremedi. G.Kore'nin kısa boyuna rağmen Yunanlılara tek bir kafa topu göstermemesi ise takdire şayandı.

G.Kore bu futboluyla gruptan çıkmaya kesinlikle aday. Tabii Nijerya'yı da görmek lazım. Formda ve hızlı futbolcularıyla Nijerya - G.Kore maçını izlemek çok zevkli olabilir. Yunanistan ise 1994'ten sonra 2.kez katıldığı bir Dünya Kupası'nı daha yine puan dahi alamadan kapatabilir.

URUGUAY 0-0 FRANSA


Öncelikle söylemek lazım, beklediğim Uruguay'ı bulamadım Franasa karşısında. Turnuvanın sürpriz adayları arasında en yüksek şansı tanıdğım takımdı Uruguay daha önce de yazdığım üzere, bugün o şansa yakışır bir futbol ortaya koyamadı latin dünyanın gök mavilileri. Nedenlerine bakmak istiyorum ilk olarak. Öncelikle Uruguay sağlam bir defansa(Godin, Lugano, yedekte Caceres) ve çok sağlam bir ileri uca(Forlan, Suarez, Cavani, Abreu) sahip. Ancak bu 2 bölgenin tam kapasite çalışabilmesi için orta sahasının takımın bağlantısını çok iyi bir şekilde kurabilmesi, futbol tabiriyle takımın sahada yerleşimini, defans - forvet arası boyunu iyi ayarlaması lazım. Bugün Uruguay orta sahası, Fransa orta sahasına teslim bir şekilde oynadı. Normalde sol kanatta takımı atağa çıkaran Rodriguez de kadroda yer almadığından, Tabarez'in taktiği kaleci dahil 9 kişi savunmada bekleyelim, Forlan ve Suarez bir şekilde golü yaparsa kazanırız şeklindeydi. Özellikle bu turnuvanın star adayları arasında olmasa da bir şeyler göstereceğini umduğum Lodeiro da girer girez kırmızı kart görünce Uruguay'ın orta sahayı geçme ihtimali kalmadı. Ne kadar formsuz olsa da rakibin Fransa olması Uruguay'ı biraz çekindirmiş göründü bana, Meksika ve G.Afrika karşısında da bu futbolu oynarlarsa grup 1.si olmasını beklediğim takımın başı ağrıyabilir.

Maçın özelinde baktığımda, Uruguay'ın orta sahadaki ezikliği üst seviyede olduğundan aynı şekilde Fransa orta sahasının da normal şartlara göre pasif olduğu çok ayan beyan ortada görünmedi. Gourcuff - Toulalan - Diaby orta sahası birbirinden oldukça kopuk oynayan, neredeyse daha önce birbirini hiç görmemiş 3 oyuncu havası veren bir şablondaydı. Bunda 3 oyuncunun da ayrı takımlarda olmasının ve takımlarında birbiriyle alakası olmayan varyasyonların kullanılmasının payı büyük olsa gerek. Kanat forvet rolünü üstlenen Ribery ve Govou, sadece kanatta kalıp forvete hiç gelmediler. Ceza sahasına girme sayıları eminim ki o mevkinin genel ortalamasının çok altındadır. Hal böyleyken kaleye sırtı dönük tek forvet oynama özelliği olmayan Nicolas Anelka'nın çok fazla etkili olma ihtimali yok gibiydi. Hoş, Henry girdikten sonra da çok değişen bir şey olmadı zira Fransa o dakikalarda doldur - boşalta dönmüştü bile. Uruguay'ın ileri ucuna bakarsak, Suarez'in bu sezon ki Ajax performansının yanına dahi yaklaşamadığını söyleyebilirim. Umarım önümüzdeki maçlarda klasını gösterir. Forlan top kontrolü ve vuruş tekniğinde dünyanın en iyilerinden ama bu, takımın "Forlanspor" haline gelmesine yol açmamalı. Uruguay bugün biraz "Forlanspor" kimliğindeydi. Forlanspor'un Fransa ceza sahasında topla sadece 1 kez buluşmuş olması da Tabarez'in G.Afrika maçına kadar üzerinde düşünmesi gereken en önemli nokta.

Diego Lugano'nun maçın başlarında kendisine yapılan bir faulden sonra gözleri dönmedi(!) diye sevinirken maç içinde Toulalan ile tartışınca "bildiğimiz Lugano" dedim. Maçın sonunda da artık DNA'sına işleyen sarı kartı gördü. Yine de Uruguay defansının sağlam durmasını sağlayan en önemli yapı taşı Lugano. Fransa gruptan çıksa dahi bu turnuvada işi çok zor, ki ben gruptan çıkış ihtimalinin de çok yüksek olduğunu düşünmüyorum, bugünkü beklenene nazaran iyi futbollarına rağmen. Uruguay ise kesinlikle üstüne koymalı, özellikle Meksika maçında bundan çok daha mücadeleci ve üretken bir futbol sergilemeli.

G.AFRİKA 1-1 MEKSİKA

9 Haziran 2010 Çarşamba

NTVSPOR - Yeni Sezon



NTVSpor'un yeni sezon tanıtımı... Açıkçası söylenecek fazla söz yok. Ne yapmaya çalışmışlar ben pek anlamadım. Yalnız, %100 Futbol'a dansöz çıkarmak reytingleri artırmak açısından hiç fena fikir değil. Bir Rıdvan sazı alır eline, bir dansöz. Güntekin'in çok fazla konuştuğu yok, programı bilmeyen adama radyodan dinletsen programda 2 kişinin olduğuna inandırman mümkün değil. Dansöz dengeler Rıdvan'ı, tozunu alır. Son olarak, Hıncal'ın laflarını sağa sola çeken bir adamı gördü ya bu Türk Milleti...
Kıssadan Hisse: NTVSpor gelecek sezon da kütür kütür izlenir arkadaş...

DÜNYA KUPASI - Sakatlar


Dünya Kupası öncesi sakatlıklar tam anlamıyla kabus olmaya başladı. Rio Ferdinand, Beckham(İngiltere), Karhan(Slovakya), Lassana Diarra(Fransa), Nani(Portekiz), Obi Mikel(Nijerya), Essien(Gana), Ballack, Adler, Rolfes, Traesch ve Westermann(Almanya) normal şartlarda kadroya alınacakları halde sakatlıklarından ötürü kupadan mahrum kalacak isimler. Listede görüldüğü üzere Almanya sakatlıklardan çok çekti. Özellikle kalecisini ve orta sahanın ortasında banko oynayacak 2 oyuncusunu(Ballack, Rolfes) kaybeden bir takımın turnuvada nasıl bir performans göstereceğini çok merak ediyorum. Gerçi Almanlar her zaman disiplinli futbollarıyla turnuvaların iyi takımlarından olmuştur ancak Löw'ün işi bu turnuvada hiç kolay değil.

Bir de ilk 1-2 maçı kaçırması kuvvetle muhtemel oyuncular var: Arjen Robben(Hollanda), Didier Drogba(Fildişi), Pirlo(İtalya), Gareth Barry(İngiltere) ve Humberto Suazo(Şili). Bu oyuncular şu anda sakat durumda, turnuva süresi içinde düzelme ihtimali olduğundan ve her biri ülkesi için çok önemli konumda olduğu için teknik adamlar bu oyuncuları dışarda bırakmayı göze alamadı. Örneğin Bert Van Marwijk, Robben'i çıkarıp oynatmayacağı bir adamı alacağına Robben'i gruplar bitene kadar oynatmamayı dahi göze almış durumda, yeter ki 2.turda oynayabilsin! Keza Drogba da aynı durumda, Fildişi'nde Cumhurbaşkanı statüsünde olan Drogba'nın 1 dakika oynama ihtimali bile kadroda bulunmasına yetecektir.

Oyuncuların sakatlıkları bir yere kadar tamam. Ancak gelen son haber bir hakemin de sakatlığından ötürü turnuvayı başlamadan kapattığını gösteriyor. Şilili hakem Pablo Quinteros maç yönetemeyeceği gibi, bu hakemin ekibinde yer alan yardımcı hakemler de FIFA kuralları gereği maç alamayacaklar. Onlar adına daha üzücü bir durum açıkçası. Başka kişinin sakatlığıyla Dünya Kupası gibi bir vitrinde yer alma fırsatı elinizden kayıp gidiyor. Bu yardımcı hakemlerin yerinde olmak istemezdim, hoş Quinteros'un yerinde olmayı hiç istemezdim adam hem sakat hem de maç alamayacak...

GALATASARAY & ROBERT KOREN


Galatasaray'ı geçtiğimiz sezon kim ne derse desin orta saha yıktı. Defansta Servet ile yaşanan problemler, sakatlıklar, forvette Baros'un uzun sakatlığı, Jo'nun tam bir "Allah'ın cezası" olması da büyük etkendi ancak orta saha orta saha olabilse, dirençli bir futbol ortaya koysa işler bir yere kadar aksamadan gidebilecekti. Başta Elano olmak üzere, Ayhan Akman, Barış Özbek, Mehmet Topal ve Mustafa Sarp'tan hiçbiri Rijkaard'ın istediği düzeni kaldıramadı, o düzene ayak uyduramadı. Hoş, Topal ve Sarp gibi adamlardan bu düzende iyi oynamalarını beklemek ne kadar doğru o da tartışılır ayrıca ama bu, ana sorunun orta saha olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Pas odaklı bir takımın ileri-geri işlemesini sağlayacak bir orta sahaya ihtiyacı olduğu su götürmez bir gerçek. Bahsi geçen 5 oyuncu da sezon boyu en fazla kendi hizasındaki adamlara pas verirken, Galatasaray'ın ileri gitmesi çok mümkün olan bir şey değildi.

Bu sene asıl düzeltilmesi gereken yer de orta saha doğal olarak. M.Topal'ın bu kadar vasat bir sezondan sonra 5 milyon avro gibi bir bedelle elden çıkarılması olumlu. Defansif olarak Vincenzo Grella'nın adı ciddi biçimde geçiyor o da ayrı bir konu şu anda. Galatasaray'ın kesin olarak oyunun 2 yönünü de oynayabilen bir adama ihtiyacı var. Bu adam Elano kesinlikle değil. Barış Özbek bu konuda verimli olabilirdi, o da 2 yönlü oynamak yerine son 1 yıldır hep geriye doğru oynamayı seçti, rotasyonda yer verilmesi gerektiğini düşünsem de bütün bir sezon için başrol oyuncusu olarak düşünülmesi imkansız. Mehmet Helvacı'nın bonservisli oyuncular için ayrılan paranın "5 milyon TL + satılacak oyunculardan gelecek para" civarında olduğunu açıklamasından sonra yıldız transferi oldukça zorlaştı. Dolayısıyla Galatasaray'ın ucuz ve verimli yani çok akılcı transfer yapması gerekli bu bölgeye.

Bu bölge için benim en önemli adayım Robert Koren. Bu sene West Bromwich Albion'da oynayan ve takımın Premier Lig'e çıkmasında çok çok büyük pay sahibi olan bir oyuncu. Bonservisinin elinde olması çok büyük avantaj. Oyunun 2 yönünde de kendisini hissettiren bir kimliği var, muhtemel Grella transferiyle orta sahada oldukça etkin olacaklardır. Takımı ileriye taşıma konusunda da Galatasaray'a çok şey katacak bir futbolcu olan Koren'i Dünya Kupası'nda Slovenya'nın kaptanı olarak izleyeceğiz. Blogu takip edenler bu posttan sonra daha dikkatli izleyeceklerdir eminim. Henüz Koren ve Galatasaray'ın birlikte anıldığı herhangi bir haber görmedim lakin son 1-2 yıldır İngiltere piyasasının oldukça içinde olan Haldun Üstünel'in bu adam için en azından uğraşacağına inanmak istiyorum.

8 Haziran 2010 Salı

ÜLKE PUANI 2009-2010 son


Sezon tamamen bittiğine göre ülke puanlarına geniş bir bakış atmakta fayda var. Açıkçası bu sezon takımlarımızın yine erken elenmesiyle en çok dikkat çeken nokta İtalya - Almanya rekabeti oldu bizim için. Hatta Şampiyonlar Ligi Finali'nde de bu 2 ülkeden temsilcilerin karşılaşmasıyla olay çok daha ilgi çekici boyuta ulaştı. Yıllar sonra Avrupa'da ilk 3'e girerek Şampiyonlar Ligi'ne 4 takım göndermek isteyen Almanya, Şampiyonlar Ligi Finali öncesinde 3.sıraya oturmuştu aslında. Ancak Inter, "İtalya bir sezon daha 4 takım gönderecek Şampiyonlar Ligi'ne" deyince Almanya en az bir sene fazladan bekleyecek. Mourinho'nun o pek haz etmediği İtalya Futbolu'na giderayak en büyük kıyağı oldu bu. Bu sene İngiltere ve İspanya UEFA Finali'ne birer tamsilci gönderse de bu ülkeler özellikle Şampiyonlar Ligi'nde umduğunu bulamadı. Çok değil daha 2 sene evvel yarı finalde 4 temsilcisi bulunan İngiltere'nin bu sezon hiç temsilcisi yoktu Şampiyonlar Ligi Yarı Finali'nde. Nitekim İspanya da sadece Barca'yı gönderebildi fakat Mourinho uzaylılar gelse dahi eleyecekti bu sene, kafaya koymuştu. İngiltere ve İspanya'nın ilk 2'deki yerini değiştirmedi tabii bu durum, zaten öyle bir ihtimal de yok önümüzdeki 3-5 sene resimde görüldüğü üzere.

Peki, Türkiye'nin durumu nasıl dersek, şu anda 11. sıradayız. 9.sırada olan ülkenin Avrupa'ya 6 (2 ŞL, 4 UEFA) takımla gittiğini hesap edersek ilk hedefimiz 9.sıra olmalı. Arkamızda bize en yakın ülkenin(Yunanistan) yaklaşık 4.600 puan gerimizde olduğunu ve bunun kapanması o kadar da kolay olmayan bir fark olduğunu göz önüne aldığımızda biraz rahatlıyoruz. Yine önümüzde 5.sıradaki Fransa'ya kadar uzanan Hollanda, Portekiz, Romanya, Ukrayna ve Rusya bizim ayarımızda, her sene kötü performans sergileme ihtimali bulunan ülkeler. Son düzenlemelerle ülke puanında Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkmanın etkisinin artırılmasıyla her sene 2.tura Porto'yu çıkaran Portekiz biraz daha avantajlı konuma gelse de 2 sene üst üste olağan dışı bir performans göstermemiz halinde bu ülkeleri geride bırakabiliriz. Bir başka güzel nokta da gelecek sezon sonunda silinecek olan 2005-2006 sezonunun puanları çıkarıldığında Romanya ve Hollanda'yı geçiyor olmamız. Zaten Romanya'nın bu sıraları uzun bir süre görmesi çok da mümkün değil gibi. 1 yıl sonrasını konuşmak için biraz erken ama önümüzdeki sezon bu 2 ülkeyle aynı puanı toplamamız halinde 9.luğumuz garanti gibi.

Artık Avrupa'da belli bir düzene ulaşıp 3 senedir her sezon Şubat'ı gören Galatasaray ve son 3 senede 2 kez bu başarıyı yakalayan Fenerbahçe en çok şey beklediğimiz takımlar. Yine Avrupa Ligi'nde mücadele edecek Beşiktaş ve Trabzonspor'un da iyi bir performans gösterme ihtimali var, özellikle Beşiktaş'ın. Onları Şubat'ta Avrupa'da görmeyeli çok uzun zaman oldu. Gönül Bursaspor'un da en azından UEFA'ya katılarak devam etmesini istiyor lakin daha önceleri de belirttiğim gibi bu sezonluk onlar mazur görülebilir.

Kısaca durum bu, yani gelecek sezon iyi bir performansla 9.luk hatta 8.lik bile yakalanabilir. Bu da Avrupa'da 6 takımla mücadele etmemiz anlamına geliyor. Gerçi ekonomi büyüklüğü olarak Avrupa'nın 6.ligine sahip olduğu iddia edilen bir ülkenin daha üst sıralarda yer alması gerekiyor ama üst sıralara ulaşmak için de belli bir yerden başlamak ve ivmeli bir şekilde yükselmemiz lazım.

7 Haziran 2010 Pazartesi

NEDEN URUGUAY


Dünya Kupası'na giriş yazısında Uruguay demişken, latin dünyanın gök mavili takımına biraz daha derinden değinelim. Uruguay neden bu turnuvada sürpriz yapmaya en yakın ülke, ondan bahsedelim. İlk olarak, Uruguay'ın grubunda Fransa ve yine sürpriz ihtimali yüksek Meksika ile ev sahibi Güney Afrika var. Meksika ve G.Afrika, Uruguay'ın dişine göre takımlar, onları altına aldığı takdirde kimsenin şaşırmayacağı ülkeler. İşte tam burada normal şartlarda gayet büyük olan Fransa tehlikesi var, ancak Fransa Dünya Kupası'na tamamen dengesiz bir şekilde başlıyor. Kendi taraftarlarını bırakalım, oyuncularının bile çok ümitli olmadığı bir Fransa'nın daha ilk maçta Uruguay karşısında inanılmaz zorlanacağını düşünüyorum. Hatta maçtaki en akla yakın ihtimal Uruguay galibiyeti. Uruguay'ın bu maçı kazandıktan sonra bir şekilde gruptan çıkacağını tahmin etmek zor değil, hatta lider olma ihtimali dahi çok yüksek. Şu ana kadar düzenlenen tüm Dünya Kupaları'nda ev sahibi ülkeler gruptan çıkmayı başardı. 2002'de G.Kore ile bu zincirin kırılacağı düşünülüyordu ama ortak ev sahibi yarı finale kadar yükselmişti. Sepp Blatter'in büyük kıyağıyla ev sahibi olan G.Afrika'dan ben bu kez bir sürpriz beklemiyorum. Başlarında C.Alberto Parreira da olsa bu kez ev sahibi ilk turda elenecek gibi görünüyor.

Uruguay'ın kadrosuna baktığımızda; kalede Muslera defansta Lugano, Godin, Caceres, orta sahada yeni yıldız adayı Ajax'lı Lodeiro ve Max Pareira var önemli oyuncular olarak. Forvet ise tam bir starlar silsilesi. Forlan, Luis Suarez, Cavani ve Abreu son vuruşlarda asla sorun çıkarmayacak isimler. Yüksek ihtimalle Suarez ve Forlan 11 başlayacak gibi görünüyor. Birisi UEFA Avrupa Ligi'ne damga vururken diğeri de bu sezon tüm Avrupa'da en golcü oyuncu oyuncu oldu, hem de maç başı 1'in üstünde gol ortalamasıyla. 20 sene önce de Uruguay ile 2.tur sevinci yaşayan Oscar Taberez oyuncularıyla iyi iletişimini devam ettirebilir ve şans da yanlarında olursa Uruguay'ın en az yarı finale kadar gitmesi hiç de şaşırtıcı olmayacak.

WORLD CUP 2010


Bir 4 yıl daha geldi, Türkiye'nin olmadığı bir Dünya Kupası daha. Yaşayan nüfusumuzun belki %85-90'ının bilmediği 1954 macerasının ardından ağzımıza bir tutam bal çalarcasına katıldığımız 2002 Dünya Kupası ve kazanılan 3.lük. Sonrası yine "gözüm yolda gönlüm darda" misali bekleyiş. Ne zaman katılacağımız belli değil belki ama o turnuvalara katıldığında her daim başarılı olan bir takımımız var. Dolayısıyla katılamadığımız her büyük turnuva bizim için çok büyük bir sevinç kaybı aynı zamanda.

Yapılacak bir şey yok, en yakın 2014 yılında yaşayabileceğiz o coşkuyu işler yolunda giderse, yani tam 12 yıl aradan sonra. Şimdi 2010 Dünya Kupası'na ilk bakışı atma zamanı. Afrika'daki ilk Dünya Kupası olacak bu, zamanında Blatter'in FIFA Başkanı olabilmek adına verdiği sözlerden biriydi. Dünya Kupası ile ilgilenen çok büyük bir topluluk olduğundan tüm dünyanın dikkatini 1 aylığına da olsa Afrika'ya çekebilmek adına önemli bir iş bu Dünya Kupası. Ama bizi asıl ilgilendiren nokta 63 maçla kesintisiz yaşanacak sınırsız futbol keyfi. Yıldızlar turnuva öncesi bir bir sakatlansa da hala her maça yetecek kadar star oyuncu mevcut takımlarda. Messi, Ronaldo, Kaka, Rooney, Ribery, De Rossi, Eto'o, Xavi, Torres, Villa hepsi beklediğimiz isimler.

Turnuvada hangi takımlar işi götürebilir dersek, her daim favori olan Brezilya yine en önemli adaylardan. Gerçi büyük takımlardan benim bu turnuvadaki en önemli adayımİngiltere. Fabio Capello sağ olsun, 2008'de alınan soğuk duştan sonra çok yüksek bir ivme kazandırdı İngiltere'ye. Bu sezon İngiliz takımlarının çok da başarılı olamayışı da göz önüne alındığında oyuncular bu kupada çok başarılı olmak durumunda. Ancak turnuvalar öncesi en çok önem verdiğim, en merak ettiğim şey sürpriz takımların hangileri olacağı. 2004'te Portekiz, 2008'de Rusya sürprizlerini öngören biri olarak bu turnuvada da 3 takımda ciddi sürpriz potansiyeli görüyorum. Uruguay, Meksika ve Sırbistan önemli yıldızları barındıran takımları kesinlikle zorlayabilecek kapasitede. Özellikle Uruguay'dan çok önemli işler bekliyorum.

Kupanın başlamasına az kaldı, yazabildiğimiz kadarıyla maç maç, gün gün geçeceğiz üzerinden. Belki evimde salona uzanıp seyredemeyeceğim bu kupayı ama ne demiş bir futbol büyüğü: "Dünya Kupası her zaman Dünya Kupası'dır".

1 Haziran 2010 Salı

YABANCI SAYISINDAKİ ARTIŞ


Federasyon uzun zamandır kulüplere karşı dik durduğu, aynı fikri paylaşmadığı bir konuda yapılacak seçimleri de düşünerek geri adım atmak durumunda kaldı. Artık Turkcell Süper Lig'de yer alan kulüpler 8 yerine 10 yabancı futbolcuyla sözleşme imzalayabilecek. Bank Asya'da da sayı 1987'den sonra doğmuş olmak şartıyla 2'den 3'e yükseltildi.

Peki bu uygulama kulüplerimiz, ülke futbolu ve Milli Takımlarımız açısından ne gibi olumlu ve olumsuz sonuçlar ortaya çıkarabilir? Öncelikle Turkcell Süper Lig'de oyun içi yabancı sayısında herhangi bir değişme olmadı. Takımlar yine ilk 11'lerinde aynı anda en fazla 6 yabancı bulundurabilecek, 2 yabancı kulübede oturabilecek ve 10 yabancısı olan kulüpler 2 yabancısını da tribüne göndermek durumunda kalacak. Avrupa Kupası maçlarında ise kulüp isterse 10 yabancısını da ilk 11'de sahaya sürebilecek. Aslında yabancı oyuncuların gelmesi, kaliteli olmaları durumunda, bir ülkede futbolun gelişmesi için gerekli olan temel şartlardandır. Ancak Türkiye'de oyuncuların kalitesini denetleyen herhangi bir sistem(İngiltere'deki gibi) bulunmadığından, burada yabancı sayısının çift hanelere ulaşması açıkçası pek de hayra alamet değil, özellikle genç oyuncularımızın gelişimi ve Milli Takımlarımız açısından. Ancak Anadolu kulüplerinin çok da artısı olmayan yerli oyuncular için istediği bonservis fiyatları düşünüldüğünde [ M.Topuz (9 milyon avro), Sercan Yıldırım (12 milyon avro), vs. ] yabancı oyuncuların daha makul fiyatlarda olduğunu rahatlıkla görüyoruz. Dolayısıyla asıl mantıklı olan seçenek belli kriterler getirip yabancı sayısını serbest bırakmak.

Ancak maalesef böyle bir kural şu anda yok ve daha bugün geçtiğimiz sistemi tartışmak durumundayız. Avrupa Kupaları'nda yer alacak takımlar için 10 yabancıya sahip olmak mantıklı olabilir zira 3 kulvarda oyunculara belli şanslar tanıyabilirsiniz. Fakat Avrupa'da yer almayan bir kulüp için 8 yabancı bile çokken ben hemen hiçbir kulübün 10 yabancı ile sözleşme yapacağını düşünmüyorum. Bir de Beşiktaş gibi oyuncularıyla sıkıntı yaşayan kulüplerimiz var. Bu kuralla onlarında eli güçlenmiş oldu, oyunculara "gitmezseniz tribünde oturursunuz" restini çekebilecek artık bu takımlar.

Milli Takımlar boyutundan baktığımızdaysa zaten hiçbir zaman yabancı sayısının artması bir milli takımı beslemez. Kaliteli yabancıların gelip oyuncuları yetiştirmesi masalı her zaman dillerdedir ama özellikle bizim ülkemizde bu örneği Hagi'den başka hangi yabancı verdi diye düşünürsek cevap belli: hiçkimse. Dolayısıyla Guus Hiddink için olumlu bir haber sayılmaz bu. Yabancı sayısınındaki artış, bir ihtimal, yerli oyuncularımızın yurt dışına çıkışını kolaylaştıracağından oyuncu gelişimimizi olumlu etkileyebilir.

Kısacası, seçimler için yapılmış bu hamle beni heyecanlandırmadı. Gerek lig gerekse Avrupa Kupaları bazında kulüplerimizin başarılarını çok etkileyeceğine inanmıyorum. Belki Bank Asya kulüpleri Emenike, Tiago, Mbilla, Bruno Mezenga gibi yabancıları bulmaya devam ederse yabancı sayısının 2'den 3'e yükselmesi onların yararına olabilir. Turkcell Super Lig'den Bank Asya kadar umudum yok açıkçası.

BUCASPOR OLAYI

"Bülent Uygun Antep'te" diye yazdık ama sonradan arap saçına döndü o iş. Bülent Hoca'nın sözleşme maddelerini beğenmeyen Başkan İbrahim Kızıl anlaşma yapmaktan vazgeçmiş. Açıkçası 2 tarafta çok fazla açıklama yapmadan olayın üstünü örttüklerinden kamuoyu bilgilenemedi. Normal şartlarda Bülent Uygun'un bu tip bir durumda esip gürlemesi gerekirdi, böyle bir şey olmadığına göre uyuşamadı 2 taraf dememiz gerekiyor. Aslında Gaziantep gibi belli bir futbol kültürüne sahip, zamanında şampiyonluğa oynamış bir takımda Sivas'ta yaptıklarını en azından tekrarlayacak fırsatları bulabilirdi Bülent Uygun. Onun hocalık gelişimi açısından da güzel olacaktı Gaziantep deneyimi ancak olmadı fazla bir yoruma da gerek yok bu saatten sonra.

Ama şunu söylemden de geçmeyelim, Gaziantepspor henüz başka bir hocayla anlaşamadan Bülent Uygun yeni işini rahatlıkla buldu dolayısıyla bu dahi gösteriyor ki burada asıl kaybeden Gaziantepspor kulübü. Peki, Bülent Uygun Bucaspor'da ne yapabilir? Öncelikle Bucaspor, Süper Lig için gerek tesis gerekse kurumsal anlamda hazır bir kulüp değil, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Daha geçen sezon tamamlanan yeni bir statları var, şu anda kapasitesinin artırılması gündemde, ve yeni tesislerin yapımı sürüyor. Yeni tesislerin yapımı çok önemli zira şu andaki tesislerin Süper Lig ekibini taşıması çok zor. Yapılan yeni tesisler, yeni stadyum Bucaspor'un henüz hazır olmasa da Süper Lig için hevesini açıkça ortaya koyuyor. Son yıllarda mücadele oranı yüksek olsa da kulüplerimizin oldukça vasat olduğu bir lig yaşadığımıza göre sadece bu heves bile Bucaspor'un başlarda ligde tutunmasına daha sonralarıysa büyük düşünmesine yardımcı olabilir.

Bucaspor, Süper Lig'e oldukça hızlı yükselen bir kulüp. 2 yılda 2 lig atladılar ve hızlı yükselen kulüplerin arkasında çok büyük bir mali güç yoksa düşüşlerinin de oldukça hızlı olduğu gerçeği var. Ancak Bucaspor biraz daha şanslı bir konumda; hem Bülent Uygun gibi kendilerinin anlaşabileceği en iyi teknik adamlardan biriyle anlaştılar hem de gerçekten sağlam bir altyapıları var. Genç oyuncularla çalışmayı seven Bülent Uygun'un bu altyapıdan fazlasıyla faydalanacağını düşünüyorum. Mehmet Batdal ve Bekir Yılmaz gibi geçen sene takımın yükünü çeken oyuncularını kaybettiler belki ama transfer döneminde bu açıklarını hem yabancı hem de yerli oyuncular alarak kapatacaklardır. Geçen sezon da belirtmiştim bu takımda Mehmet, Bekir gibi gerçekten iyi oyuncular varsa da takımın asıl starı bence Sercan Kaya'ydı. O, takımda kalacak gibi gözüküyor. Alt ligleri ve özellikle Bucaspor'u iyi takip eden şampiyon Bursaspor'un Sercan için bir açılım yapabileceğini düşünüyordum ama çıkmadı böyle bir haber.

İzmir'e yıllar sonra Süper Lig heyecanını döndüren Bucaspor, kısıtlı imkanlarına rağmen Bülent Hoca'yla birlikte lige renk katacak buna şüphe yok. Hem İzmir'İ tekrar ortama döndürmesi, hem de ateşli taraftarıyla Ege Bölgesi'nin desteğini de arkalarına alarak en azından ligde kalmak için sonuna kadar savaşacaktır Bucaspor. Bu sene Bucaspor'da benim için en önemli nokta ise bir maden olan altyapıdan A Takım'a yüksele(bil)ecek gençler olacak.