4 Mart 2009 Çarşamba

CİMBOM BUNDAN SONRA “KORKMAZ”

Hafta sonu katıldığım akademik bir seminerde konu değişimdi ve değişimle ilgili birçok uzman akademisyen, üst düzey yönetici bize tecrübelerini aktarmaya çalıştı. Değişimi yani günceli yakalamanın günümüz şartlarında çok önemli olduğunu, yakalayamayanların üst seviye görevlerde bulunmasının imkânsızlığı anlatıldı. Tam bu seminerin üzerine de Galatasaray’da çok önemli bir değişiklik yaşandı. Tabii ki bu değişikliğe akademisyenlerin anlatmaya çalıştığı perspektiften bakmayacağım. Ama bu olay da gerçekten günceli yakalayamayanların durumunu bir kez daha ortaya koydu.

Galatasaray’daki değişimi biraz geçmişten alarak yorumlamak istiyorum. 5 Nisan 2007 tarihinde Galatasaray ve Karl Heinz Feldkamp’ın yolları birçoğumuza göre bir daha birleşmemek üzere ayrılmıştı. Oyuncularına kötü davranan, Servet’i ön liberoda, Barusso’yu sağ bekte deneyen teknik adam gitmişti. Cevat Güler belki de bir gölge olarak başa getirilmiş, ağabeylik görevlerini inanılmaz büyük bir başarıyla yerine getiren Kral Hakan Şükür ve Hasan Şaş, genç arkadaşlarına hırs aşılamıştı. Bu onlar için alışılmadık bir durum değildi. 2006 yılında da benzer bir kriz durumunda PAF takımı oyuncularına da harçlıklarını kaptanları veriyordu. Bu büyük bir dayanışma örneğiydi. Sezon sonunda da şampiyonluk efsanevi bir şekilde Ali Sami Yen’e gelmişti. Senaryo az çok yine iki yıl öncesine dönmüş, ağabeyleri etrafında kenetlenen futbolcular söke söke şampiyonluğu kazanmışlar, görevlerini yerine getirmişlerdi. Artık söz yönetimindi. Getirecekleri yeni hocanın vizyonu şampiyon takımın vizyonuna eklenecek, belki de Şampiyonlar Ligi’nde ilerleyebilecek bir takım oluşacaktı.

Bu düşünceler arasında Van Gaal, Lucescu, Perrin, Laudrup derken Leverkusen takımıyla Galatasaray’ı elemiş Michael Skibbe takımın başına getirildi. Bu genç oyuncular için iyi bir haber gibi görünüyordu. Ayrıca Avrupa’da başarı hedefleyen Galatasaray için de Skibbe elde ettiği 2 UEFA Kupası Çeyrek Finali başarısıyla umut veren bir teknik adamdı. Euro 2008’de büyük başarı ve tecrübe kazanmış 8 oyuncunun yanına Avrupa’da isim sahibi 4 futbolcu( Kewell, Baros, Meira, De Sanctis) takviye edilmiş, bu sayede bırakın ilk 11’i kulübe dahi garantiye alınmış gibi duruyordu. Kısacası, gerek kadro kalitesi, gerekse ekonomi boyutlarından bakarsak bu takımın Şampiyonlar Ligi’ne girmesi gerekiyordu.

Kurada Steaua Bükreş gibi Galatasaray’dan asla fazlası olmayan bir takım gelmişti. Arsenal, Barcelona, Liverpool varken bu kura herkese göre şahaneydi. Ancak daha ilk denemede baltayı taşa vurmuştu Skibbe’nin Galatasaray’ı. Bunun yanında Süper Lig’de de işler istendiği gibi başlamamıştı. Her deplasmanda taraftarın kafasında yine mi yenileceğiz korkusu yerini almıştı. UEFA Kupası 1.Tur maçlarında Bellinzona ile karşılaşan Galatasaray’ın oynadığı futbol zevk vermiyor, hatta CimBom evindeki maçta ıslıklanıyordu. Takımın gidişatından memnun olmayan yönetim Skibbe’den habersiz olarak yardımcıları Ümit Davala ve Edwin Boekamp’i gönderiyordu. Bu yetmezmiş gibi üstüne bir de 3.Kalli vak’ası meydana geliyor, köşeye sıkışan Skibbe istifa etmemekte direniyordu. Bu direnç sonrasında tazminat faktörünü de düşünen yönetim yola hocayla devam kararı aldı.

Bu tarihten sonra gözle görülür bir şekilde toparlanan Galatasaray gerek lig gerek UEFA maçlarında iyi sonuçlar alıyor, tüm kulvarlarda hedefe koşmaya başlamış havası veriyordu. Deplasmanda gelen Hertha Berlin galibiyeti ise kadayıfın kaymağı gibiydi. Devre arasına büyük umutla giren yönetim ve taraftar, ikinci yarının daha kolay geçeceğini düşünüp, hedeflerini daha da yüksek sesle dillendirmeye başlamıştı: Şükrü Saracoğlu. Ancak ikinci yarı hiç de umulduğu gibi başlamadı. Önce Türkiye Kupası’ndan elenildi ardından da ligde peş peşe puan kayıpları baş gösterdi. Ancak bunların hiçbiri Galatasaray gibi bir kulübün teknik adamını sezon ortasında değiştirmesi için yeterli sebep değildi. Son Kocaelispor maçında düşme ihtimali çok yüksek bir takımdan hem de kötünün de ötesinde futbol oynanarak alınan mağlubiyet ve daha da kötüsü yenen 5 gol Skibbe’nin sonunu getirdi. Hemen ertesinde oynanacak olan Bordeaux maçının önemini iyi bilen yönetim çok doğru bir hamleyle Alman Hoca’nın biletini kesti.

Yerine gelen kişi hiç yabancı değil; 21 yıl sarı-kırmızılı formayı alnının akıyla taşımış, FM oyununda Galatasaray’ın efsane kişisi olacak kadar kulüple özdeşleşmiş, unutulmaz kaptan Bülent Korkmaz. Bir değerlendirmeden önce kaptanın teknik adamlık geçmişine de göz atmakta fayda var. 2005 senesinde Gençlerbirliği’nde Mesut Bakkal’ın yardımcısı olarak görece başlayan Bülent Korkmaz, yardımcılık görevinde çok fazla kalmaması gerektiğini düşünerek 2006-2007 sezonunun 2.devresinde düşmesine kesin gözüyle bakılan K. Erciyesspor’un başına geçti. Bu takıma gayet başarılı maçlar oynatan Korkmaz, takımın ilk yarıdaki kötü performansı dolayısıyla düşmeyi engelleyemedi. Türkiye Kupası’nda takımını finale çıkran Bülent Hoca, finalde Beşiktaş’a maçın hakemi İsmet Arzuman’ın kötü yönetiminin de etkisiyle uzatmalarda yenilerek kupaya uzanma ve FM Hall of Fame 14 puan alma fırsatını da kaçırmış oldu. 07-08 sezonunun başında Bursaspor ile anlaşan Bülent Hoca, önüne büyük hedefler koyduğunu, bunların gerçekleşmesi içinse 3 senelik bir zamana ihtiyacı olduğunu açıkladı. Ona bırakın 3 seneyi, 1 sene bile dayanamayan Bursaspor yönetimiyle anlaşamayarak oradan ayrıldı. Son deneyimi ise Gençlerbirliği kulübündeydi ve oldukça kısa sürdü. Takımla dokuları uyuşmayan Bülent Korkmaz takıma daha fazla zarar vermemek için kulüpten ayrılma yolunu seçti.

Ve şimdi de O, çok sevdiği, pek çok ömürden daha fazla zaman geçirdiği kulübüne, bu zor zamanlarında teknik direktör olarak döndü. Peki, bu birliktelik kısa ve uzun vadede neler doğurabilir? Bir kere kısa vadede hedef Bordeaux’u elemek olmalı. Yani Avrupa. Bu konuda oyuncularına gerekli hırsı, azmi aşılayacak ender isimlerden biridir Bülent Korkmaz. Gerek Avrupa Kupası gerekse Milli Takım tecrübelerini, birçok futbolcunun onun kaptanlığını yaptığı Galatasaray’ı izlemesinin avantajıyla birleştirebilecek biridir. Orta vadede Galatasaray için hedef tabii ki şampiyonluk. Her ne kadar Sivasspor’un önlenemez yükselişi ve 8 puanlık bir fark bulunsa da Galatasaraylı futbolcular inandıklarında neler yapabileceklerini geçen sezonun son 6 haftasında gösterdiler. Geçen sene Hakan Şükür ve Hasan Şaş’ın önderliğinde oluşan bu inanç, bu sene de kaptanın kanatları altında pekâlâ oluşabilir. İlk olarak oynanacak Bordeaux, Konyaspor ve Bursaspor maçları hasarsız atlatılırsa bütün olumsuz koşullara ve sakatlıklara rağmen bu sene de bitmiş sayılmaz. Orta vadedeki bir diğer hedef ise belki kimsenin ağzından şu an için duyamıyoruz ama taraftarın ve eminim ki yönetimin aklında olan şey UEFA Finali. Bu yol tabii ki meşakkatli ve kırıcı bir yol ama hedefe varılmasa bile en azından oynanacak bir çeyrek final Galatasaray’ın yaptığı yatırım açısından çok gerekli. Uzun vadede ise hem Galatasaray’ın hem de hocanın hedefleri çok büyük olacaktır. Galatasaray, Avrupa’nın zirvesinde yer aldığı 2000’li günlere dönmeyi, Bülent Korkmaz ise 2.Fatih Terim olmayı hatta onu dahi geçebilmeyi arzulayacaktır. Bunların olması için gerekli ortamın hazırlanıp hazırlanmayacağını gelecek bize gösterecek. Tabii Bülent Hoca’nın dezavantajları da var. K.Erciyesspor haricinde dişe dokunur bir başarısının olmaması, hem fiziksel hem de zihinsel olarak yıpranmış bir takımın başına gelmesi olumsuz noktalar. Ancak o, en az kendi evi kadar iyi tanıdığı Galatasaray camiasını, günde 25 saat çalışarak hedeflerine ulaştırmak için var gücüyle çabalayacak biridir. Bu zor zamanda, bu zor göreve kendi öz evladını getirmekten çekinmeyen yönetimi alkışlıyor, Büyük Kaptan’a Büyük Hoca olma yolundaki görevinde sonsuz başarılar diliyorum.

Hiç yorum yok: